GENÇ, gençleri sevmiş, gençler de onu sevmiştir. Bir başka deyişle GENÇ’in çağrısı yankı bulmuş, gençler GENÇ’in sesine ses vermiştir.
"Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.” (Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 100, 101)
Cemil Meriç, akıcı ve etkileyici üslubuyla böyle anlatır dergiyi. Herhalde ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi, derginin toplum ve düşünce hayatımızdaki yeri. Evet, dergiler özgür düşüncenin kaleleri. Aynı dava, aynı heyecan etrafında bir araya gelmiş gençlerin kalp atışları. Kendi nesillerine söyleyecek sözü olan gençlerin oluşturdukları bir senfoni… Güfte aynı, beste aynı, ahenk bir… Tek fark enstrümanları...
Üstadın benzetmesiyle savaşçılar topluluğu, bir dergi etrafında toplanmış gençler. Kimi zaman kalemleriyle toplumdaki kokuşmuşluğa karşı savaşır bu insanlar. Kimi zaman var olan kemikleşmiş vaziyete karşı… Kimi zaman da farklı kültür akımlarının oluşturduğu erozyona karşı dururlar. Millî ve manevi değerleri korumak için kurşunla örülmüş bir set gibi dikilirler bu akımlar karşısında.
Korumak, savunmaya geçmek elbette ki tek çözüm değildir. Zamanı geldiğinde hepsi bir akıncı kesilir, hücuma geçerler. Düşünceleri ve mesajlarıyla yeryüzünün en uç sınırlarında kanat çırparlar. Bir ufkun peşine düşerler. Ahlak, erdem, bilgi ve kültürüyle yükselmiş, yükseldikçe genişlemiş bir ufkun peşine…
Sayıları görünüşte bir avuçtur. Belki adam idadine bile alınmazlar. Ancak bir ipek böceğinin ağır ağır kozasını örmesi gibi, onlar da derinden derine akarlar. Düşünce ve toplumun pörsüyen yerlerini örme çabasından asla vazgeçmezler.
Gayeleri, damarları kurumakta olan topluma kan pompalamak; suya hasret köklere can suyu olmaktır. Cüce kültür ve inanç topluluklarının peşinde sürüklenen bir neslin yolunu kesip kollarını makas gibi açarak;
Sen bir devsin yükü ağırdır devin
Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin
diyebilme kararlılığını göstermektir.
Adları bazen Mâvera’dan kopup gelen “Yedi Güzel Adam”dır onların… Bazen Büyük Doğu, bazen Hareket’tir. Bazen de Diriliş diye görünürler. Adları, yöntemleri farklı olsa da gayeleri birdir.
Bazen de GENÇ diye görünür bu adanmış insanlar. Bayrağın kendilerinde olduğunun fazlasıyla bilincindedirler. 21. yüzyıla gelinmiş olduğunun, kendi tarih ve geleneğimiz açısından söylersek İslam’ın 15. Yüzyılını yaşadıklarının ve zamanın çok değiştiğinin farkındadırlar. O halde eskimeyen değerleri, pörsümeyen hakikatleri yeni bir dil, yeni bir yöntem ve yeni bir heyecanla gençlere ulaştırmalıdırlar.
Öyle bir yüzyıl ki bu, söz tek başına değerini yitirmiş onda. Daha anlaşılır bir deyişle görsellik, eski(mez) usul dinlemeye, söz söylemeye galebe çalmış, her alanda hâkimiyetini kurmuş gibidir. Öyleyse siz, söyleyeceklerinizi o görsellik içinde, az sözle söyleyebilme becerisini göstermelisiniz. Ne kadar çok gösterir, ne kadar çok renklendirir, kadrajın ayarını ne kadar ustaca yapar, buna karşılık ne kadar az ve öz söylerseniz o denli başarılı olabilir, zamanın ruhunu yakabilirsiniz.
Demek istediğim, siz bu çağın Hz. Süleyman’ı olabilmeli, kuşdilini öğrenmeli; gemilerinizi, engin denizlerde yüzdürecek rüzgârı arkanıza alabilmelisiniz. Siz Hz. Davud gibi demiri yumuşatıp zırh yapabilmeli, karşınızda bir dev siluetiyle duran Calut’a karşı saban taşının hedefini tutturabilmelisiniz. Siz Hz. İsa’nın günümüzdeki nefesi olabilmeli, hasta ruhlara şifa, ölmüş bedenlere can soluğu üfleyebilmelisiniz. Siz sihirbazları dize getirip secde ettirecek, Kızıldeniz’i yaracak, taşlardan su fışkırtacak Asa-yı Musa’yı ele geçirebilmelisiniz.
Bir de tekrara düşmeden kendinizi yenileyebilmeli; Yunus’un söylediği,
Biz sevdik âşık olduk
Sevildik maşuk olduk
Her dem yeni doğarız
Bizden kim usanası
ya da Hz. Mevlana’nın dile getirdiği,
Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti, cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım
sırrına erebilmelisiniz.
Dergimiz GENÇ, Allah’ın inayeti, dostlarının duasıyla bu dil ve üslubu yakalayabilmiştir. -Allah’a şükürler olsun.- Çünkü GENÇ, gençleri sevmiş, gençler de onu sevmiştir. Bir başka deyişle GENÇ’in çağrısı yankı bulmuş, gençler GENÇ’in sesine ses vermiştir. GENÇ her yeni sayısıyla sanki yeni doğmakta, hem yazarlarına hem de okuyucularına bıkkınlık vermeden, bulanmadan, kokmadan aşkını ve akışını sürdürebilmektedir.
GENÇ, bir mevsim değil, mevsimleri geride bıraktı. Neredeyse bir nesil onunla büyüdü. Ümit ederiz GENÇ, hep genç, hep dinç kalır. Gençler, bugün ve yarın ilk gençlik heyecanlarını GENÇ’le yaşarlar.
Açık yüreklilikle söylemek gerekirse, ilk başta GENÇ’in bu denli tutturulabileceğini/tutulacağını öngörememiştim. Hatta ilk altı sayısında bendenizin yazılarına, bu sebepten rastlanmaz. Derginin özgün çizgisini, kendine özgü dilini fark edince GENÇ’te yazmak gerektiğini düşündüm. Anadolu’nun ücra bir köşesinden gönderdim ilk yazımı. Ama ilginç bir şekilde yazım geri çevrildi. Gerekçe yazının GENÇ’in konseptine uymamasıydı. O yazışmadan sonra GENÇ’teki farklılığı daha iyi fark ettim. Sonraki ay yazacağım yazının dilini, içeriğini GENÇ formatında ayarlamaya çalıştım.
O ay bu aydır, GENÇ’teki, düşünce ve değerler eksenindeki yazılarımızı sürdürüyoruz. Aslında GENÇ senfonisiyle aynı notalarda buluşmaya çalışıyoruz desem daha doğru olur. Her yazımızı ilk günkü heyecan ve hissiyatla yazıyoruz. GENÇ’in kendine özgü dilini, içeriğini, genç ve özel muhatap kitlesinin yöneliş ve duygularını hesaba katmaya çabalıyoruz.
GENÇ’le birlikte kesinlikle düşüncelerimiz de ufkumuzda büyüdü. Heyecanlarımız da, düşünme ve yazma zevkimiz de kat be kat arttı. Bunun da farkındayız.
Tabii biz de birkaç yıl daha bu çabamızı sürdürüp, sonra sayfalarımızı genç kardeşlerimize bırakacak, emaneti teslim edeceğiz. GENÇ’in her geçen sayısıyla gençleştiğini görmek, temellerinin oturmasında harcımızın bulunduğunu düşünmek bize gurur olarak yetecek.
Cemil Meriç, o güzel yazısına hazin bir tablo da ekler ve “Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok” der.
GENÇ, bir mevsim değil, mevsimleri geride bıraktı. Neredeyse bir nesil onunla büyüdü. Ümit ederiz GENÇ, hep genç, hep dinç kalır. Gençler, bugün ve yarın ilk gençlik heyecanlarını GENÇ’le yaşarlar. GENÇ daha nice nesillere kılavuzluk eder. Nice akınlar yapar, cenkler eder, zaferler kazanır.
Bahtı açık olsun!