Genç Dergi, genç kuşaklar arasında samimiyetin, sahiciliğin ve ihlâsın zeminini oluşturduğu, gençliğin duyarlıklarına ve sorunlarına ses veren, bizzat gençler tarafından çıkarılan güzel bir rüzgâr estirdi.
Dergileri olmayan bir ülkeyiz. Kalıcı, çığır açıcı, ufuk açıcı asırlık dergileri olmayan çorak bir ülke. Arap dünyası da, Batı dünyası da böyle değil.
Arap dünyasında asırlık dergiler, çıkmaya devam ediyor hâlâ: El-Hilal gibi, et-Tarîq gibi...
Batı dünyasından söz etmeye gerek yok: Zira yaşayan tek uygarlık Batı uygarlığı olduğu için asırlık dergiler çıkmaya devam ediyor Batı’da hâlâ. Ama orada da örneğin Encounter gibi bütün Avrupa ve Batı dünyasını heyecanlandıran, bütün düşünür ve sanatçıları bir araya toplayan bir heyecan yok artık.
FİKİR KULELERİ OLMADAN ASLÂ!
Oysa dergiler, fikriyatın oluşturulduğu kalelerdir: Fikir kuleleri.
Fikriyat, hem külliyatın hem de tatbikatın temelini oluşturur. Bir medeniyet, insanlığın önünü açacak külliyatlarıyla vardır ve insanlığa ancak o zaman her alanda dikkate değer bir şeyler sunabilecek kıvama ulaşır.
Fikir kuleleri dikemeyen medeniyetler ve toplumlar, hem kendi geleceklerini kendi ellerine alamazlar hem de insanlığa umut ve ufuk dolu bir dünya, bir gelecek sunamazlar.
İKİNCİ MEDENİYET KRİZİ: FETRET DÖNEMİ
Tanzimat’tan sonraki süreçte, varoluşsal bir kırılma, bir travma yaşamaya başladık: Müslümanların tarihlerinde daha önce yaşanmayan bir fetret döneminin eşiğinden geçiyoruz son iki yüz yıldır.
Fetret dönemi, tarihimizde yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizinin eşiğine getirip bıraktı bizi.
Medeniyet gökkubbemiz çöktü. Müslüman zihni, Müslüman idraki, Müslüman zaman ve mekân tasavvuru yerle bir oldu. Epistemolojik kırılma ve ontolojik bir yokoluş anaforuna yakalandık.
Fetret dönemi, yalnızca bizim kendi medeniyet dünyamızla ilişkilerimizin sakatlanmasına, simülatifleşmesine yol açmakla kalmadı, dış dünyayla, bizim dışımızdaki medeniyetlerin dünyalarıyla da doğrudan ve doğurgan temaslar kurmamızı imkânsızlaştırdı. Sonuç: Çift yönlü temassızlık ve platonik bir aşk ve nefret ilişkisi.
MEŞRÛTİYETLERDEKİ FİKRÎ CANLANMA VE DERGİLERİN ROLÜ
Meşrûtiyetlerde, bu krizi iliklerimize kadar yaşadık ama bu krizin aşılması konusunda da muazzam bir fikrî çaba ortaya koyduk. Ahmet Cevdet Paşa, Mustafa Sabri Efendi, Filibeli Ahmet Hilmi, Namık Kemâl, Abdülhak Hamid Tarhan, Mehmet Akif, Elmalılı, Bediüzzaman gibi büyük fikir adamları ve sanatçılar yetiştirdik.
Meşrûtiyet döneminde, bu fikir adamlarının ve sanatçıların her biri, büyük ses getiren, yaşadığımız medeniyet krizinin hem nasıl anlaşılabileceği hem de nasıl aşılabileceği meselesi üzerinde derinlemesine kafa patlattıkları mecralar dergiler oldu. Ve dergi gibi çıkan gazeteler. Düşünsenize, 2.000 sayfalık ilimler ve kavramlar ansiklopedisi Tehanevi’nin Keşşaf’ı, İkdam gazetesinde, günlük olarak tefrika edildi. Bugün böyle bir şeyi tahayyül edebilmek bile muhal!
Filibeli Ahmet Hilmi’nin dergiciliği inanılmazdır meselâ. Art arda fikir dergileri, gençlik dergileri, mizah dergileri çıkarıyor. Filibeli’nin dergiciliği Hikmet’le taçlanıyor. Hikmet’te tasavvuftan felsefeye, sanattan siyasete kadar nefis yazılar yayımlanıyor.
Akif’lerin, Elmalılıların içinde yer aldığı Sebülürreşad ve Beyanülhak dergilerini zikretmeye gerek bile yok burada. Bu dergiler, bugünümüzü hazırlayan, yol fenerleri işlevi gördüler ve Eşref Edip’in öncülüğünde 1950’li yıllara kadar yayınlarını sürdürdüler.
CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ KURAKLIK VE KURAKLIĞI AŞMA ÇABALARI
Gelmek istediğim nokta şu: Meşrûtiyet dönemi dergiciliğinin de, fikir hayatının da çapına, düzeyine Cumhuriyet döneminin hiç bir diliminde ulaşamadık.
Sadece 70’li ve 80’li yıllarda Diriliş, Edebiyat, Hareket ve Mavera dergilerinin estirdiği bir rüzgâr, yeşerttikleri bir bahar havası vardı. Bu rüzgâr ve hava, meyvelerini verdi elbette ama asırlık yolculuklara zemin hazırlayacak mecralara, pınarlara dönüşemedi. Ya da şöyle söyleyelim: Bu dergileri aşacak dergiler çıkarılamadı.
Türkiye’de sol-seküler çevrelerde dergicilik Cumhuriyet döneminde varlığını gösterdi sadece. Ama çığır açacak fikir akımlarına, bu ülkenin önünü açacak yerli, çaplı fikir ve sanat adamlarına kaynaklık edemedi sol-seküler çevrelerin dergiciliği.
Milliyetçi cenahın dergiciliği de derinlikli ve uzun soluklu oluşumlara kaynaklık edecek bir düzeye ulaşamadı hiç bir zaman.
90’lı ve 2000’li yılların dergiciliği, özellikle de İslâmcı çevrelerde, Diriliş, Edebiyat ve Hareket’in gölgeleri ve izdüşümlerinden öteye gidemedi.
Gençlik dergiciliğinde 90’lı yıllardan itibaren Batı’daki marka dergilerin distribütörlüğünü yapan, genç kuşakları sanal, banal ve posası çıkmış Batı kültürünün, hızı, hazı ve ayartıyı kutsayan postmodern popüler kültürün köleleri hâline getiren hem derinliksiz, hem köksüz hem de köleleştirici bir yönelimin ana yönelim olarak öne çıktığını görüyoruz ne yazık ki.
GENÇ DERGİ, “HIZIR” GİBİ YETİŞTİ...
İşte Genç Dergi, tam bu çorak iklimde genç kuşakların imdadına bir “Hızır” gibi yetişti: Lütfi Arslan ve ardından Süleyman Ragıp’ın özel ve özenli gayretleriyle hem gençlerin duyarlıklarını yakalayan hem de İslâmî bir şuurunun ve kimliğin yapıtaşlarını döşeyen öncü bir dergicilik yapılıyor Genç Dergi’de.
Genç Dergi, genç kuşaklar arasında samimiyetin, sahiciliğin ve ihlâsın zeminini oluşturduğu, gençliğin duyarlıklarına ve sorunlarına ses veren, bizzat gençler tarafından çıkarılan güzel bir rüzgâr estirdi.
Bu rüzgârın, çoraklaşan ülkemizde başka atılımlara aşı yapması, başka yolculuklara kapı aralaması, bambaşka ve taptaze dergilerin önünü açması en büyük temennim ve beklentim.