Dini sadece kendimize indirgeyerek ve sosyal boyutunu tıraşlayarak “bireysel” ya da “butik” davranışları kabulleniyor ve “biz” kaygısından “ben”e pupa yelken ilerliyoruz. Herkes kendisini düzeltsin, herkes kendi kapısının önünü süpürsün amenna ama o zaman şu “emri bil maruf nehyi anil münker” farzını nereye yerleştireceğiz.
Haşmetli liberallerin ponponlu laflarını dinlerken ve köşelerini okurken elbette garip bir haz duyuyorum. Adamlar benim düşüncelerimi kolluyor, beni anlıyor gibiler. Özgürlük ve saygı eksenli laflara biterim daima. Lakin unutmamalı ki insana bir şeyin ne çok azı ne çok fazlası yarıyor. Her şey kararında olmalı. Durup dururken dünyayı özgürlüğe ve saygıya boğmaya gerek yok. Saygıdeğer caniler ve özgür sapıklar kimsenin işine yaramaz sanırım. Yine de herkese saygı duyma ve özgürlüğü alkışlama noktasında hayli ilerlemiş durumdayız. Dindarların hatalarını, dincilerin falsolarını engin bir hoşgörü ile görmezden geliyoruz.
Misal eskiden vaaz basan genç kızlar varmış. 30-40 yıl önce. Öğrendiğimde şaşırmıştım. Ne kadar da saygısızca gelmişti. Bu gençler, mahalle aralarında toplantılar düzenleyen hocahanımları dinlemeye gider, hanımlar arasında yerlerini alıp vaazın en olmadık yerinde ortaya çıkıp “o öyle değil” diyerek vaizeye ter döktürürlermiş. Değişik bir metot. Bu metodun doğruluğunu yanlışlığını tartışabiliriz. Lakin “iyiliği emredip kötülükten men etmek” emri doğrultusunda bu derece tavizsiz hareket etmek günümüz şartlarında artık hayal gibi. Öyle ya, men etmek centilmenliğe sığmaz.
Men etmek saygılı, özgürlükçü insana yakışmaz. Men etmek adamı meymenetsiz yapar. Sartre yaşasaydı “cehennem ötekilerdir” lafını söylerken bir daha düşünürdü muhakkak. Öteki diye bir şey kalmadı, cehennem diye bir şey kalmadı. Yaşasın cehennem diye bir şey kalmadı. Cehennem diye bir şeyin kalmaması dünyada kalmayı çekilir hâle getirir. Cehennem korkusu yoksa men etmeye gerek de yoktur. Anlıyor musunuz? Bu yüzden cehennemi unutup dünyayı fosseptik çukurlarının tam orta yerinden öpüyoruz. Saygı göstererek hem de.
Bence en zor ibadetlerden biridir iyiliği emredip kötülükten men etmek. İnsana sürekli düşman kazandırabilir. Sizi bir topluluk önünde rezil ettirebilir. Komşularla aranızı açabilir. Arkadaşlarınız ile bağlarınızı koparabilir. Okuyucularınızı sizden soğutabilir. Çünkü kimse kendinde olan kötü tarafın dile getirilmesinden hoşlanmaz, hiç kimse yapmadığı bir davranış farz veya güzellik dile getirildiğinde “beni düşünüyor ve uyarıyor” demez. Herkes sen kendine bak der. Git işine der. Kibarca bana ne diyenler de olur, kabaca sana ne diyenler de. Bediüzzaman’ın tabiri ile yakanda akrep var diye uyaran biri düşman olabilir mi. Kime yakanda akrep var desek bizi akrep gibi görüyor. Paçana çamur bulaşmış desek bizi kurbağalıkla suçluyor.
Özgürlük düşüncesi ve kendi ayağından asılan koyun popülasyonu o kadar içimize yerleşti ki değil vaaz basmak, bir insanı kenara çekip hatasını söylediğimizde “sen işine bak” duvarı ile karşılaşabiliyoruz. Şu sen işine bak lafı yerine suratımın ortasına okkalı bir yumruk atsalar bu kadar canım acımaz. Dini sadece kendimize indirgeyerek ve sosyal boyutunu tıraşlayarak “bireysel” ya da “butik” davranışları kabulleniyor ve “biz” kaygısından “ben”e pupa yelken ilerliyoruz. Herkes kendisini düzeltsin, herkes kendi kapısının önünü süpürsün amenna ama o zaman şu “emri bil maruf nehyi anil münker” farzını nereye yerleştireceğiz.
İsteyen istediğini yapsın, isteyen istediğini giysin. İsteyen istediğini söylesin. İsteyen istediği ile buluşsun. Ben şahsen artık bu kadar özgürlüğü kaldıramıyorum. Karıştırdığımız iki türde özgürlük var. Birincisi insanlar istediğini yapar ve kimse kimseyi sorgulamaz, “hayırdır” demez, “n’yaptın hacım yuh” diye şaşkınlığını dile getirmez, “o yaptığın dine diyanete uyar mı hanımanne” diye esef etmez. Birbirinin aynası olmadan, birbirini yıkayan iki ele dönüşmeden tahammül ile hemhal olup yitip giderler. Diğer özgür yaşantıda ise insanlar birbirini uyarır ama aynı hareketi yapmaya devam edenlere tahammül yerine hoşgörü ile muamele etmeye devam ederek, onların bu hâlini Allah’a havale ederler. Son zamanlarda Müslümanlar uyarmaktan ve iyiliği emretmekten çekinir oldular. “Bırakınız yapsınlar” sözüne yapışmak moda oldu. Oysa eylemlere sessizce tanık olmak bir nevi o eylemi onaylamak olduğuna göre “bırakınız yapsınlar” sözü genişleyerek devam edip başımıza bela olmaz mı? Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, bırakınız tepemize çıksınlar, bırakınız çıktıkları yeri havaya uçursunlar…
Bırakınız yapsınlar yerine “aman efendim o işi öyle yapmasınlar” demeye devam edeceğim. Günaha saygı göstermeyeceğim. Zira bu kadar esnek ve bu kadar özgürlükçü Müslüman olmak bizi bozar.
Ben özgürlüğü, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bitmesi olarak algılamıyorum. Öyle olması demek insanların kendi kendisini öldürmesine, kendisine işkence etmesine sırf kendi sınırları içerisinde kalıyor diyerek müsaade etmeye götürür bizi. Oysa insanlar günahlara balıklama atladığında bizim buna müsaademizin olmadığını, üzüldüğümüzü, dert edindiğimizi görmeleri gerekir. Özgürlüğün tedbiridir bu.
Özgürlük artt ıkça pislik de artacak inanın. Pedofili, homoseksüellik, eşcinsel evlilikler, kürtaj… Ben şahsen insana dair kötülüklerin özgürce yaşandığı bir ülke istemiyorum. Ben hastalıklı düşünce sahipleri için de, dindarların ufak tefek hataları için de, gençlerin hareket alanlarında takındıkları acayiplikler için de aynı oranda endişe ediyorum. Bırakınız yapsınlar yerine “aman efendim o işi öyle yapmasınlar” demeye devam edeceğim. Günaha saygı göstermeyeceğim. Zira bu kadar esnek ve bu kadar özgürlükçü Müslüman olmak bizi bozar.