Halil İbrahim Bozoğlu
Türk müziği tarihinde yüzyıllara dayanan Mevlidhan geleneğini belgesel-drama tarzında beyazperdeye taşıyan ve geçtiğimiz ayda Üsküdar’da özel bir gösterimle seyirciyle buluşan Maşuk’un Nefesi filminin başrol oyuncusu Abdurrahman Düzcan ile konuştuk.
Abdurrahman Düzcan kimdir?
86 yılında İstanbul’da doğdu. İTÜ Konservatuvar Ses Eğitimi Bölümü’nden mezun oldu. Halen Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Türk Din Musiki’si Bölümü’nde yüksek lisans öğitimi alıyor. Maşuk’un Nefesi’nde, Süleyman Çelebi Hazretleri’nin Mevlid adlı eserine karşı derin bir muhabbet duyan ve bu eseri öğrenmek için bu yolun izini süren bir talebe rolünde.
aşuk’un Nefesi nasıl bir hikâye anlatılıyor?
Mevlid aşkıyla yanıp tutuşan bir çırağın, geleneğin izinden giderek, ustasının önünde diz çökerek eski usulde mevlid meşki yapma süreci anlatılıyor.
Mevlidhanlık ve meşk geleneği üzerine bir film yapma fikri nasıl başladı ve siz ne zaman dahil oldunuz?
Filmin yönetmeni değerli Murat Pay, bir gün sahaftan Süleyman Çelebi’nin Mevlid kitabını alıyor. Eşi Ayşe Pay her akşam çocuklarına Mevlid-i Şerif’i okurken, günden güne mevlidin anlam dünyasına ve derinliğine dalıyorlar. Ve kendisi gibi sinemacı olan eşiyle beraber bir film yapma fikri içlerine doğuyor. Film fikri netleştikten sonra, bu filmde kim yer alabilir dendiğinde benimle görüştüler. Biz de hocalarımızla istişare ettikten sonra projeye dahil olduk.
‘’Mevlid’’, ‘’Mevlidhan’’ ve ‘’meşk’’ ne demektir?
Mevlid, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) dünyaya teşriflerini anlatan manzum eserlere denir. Türk ve İslâm Edebiyatı tarihinde pek çok mevlid eseri yazılmakla beraber, mevlid deyince Süleyman Çelebi Hazretleri’nin Mevlid’i akla gelir. Yüzyıllar boyunca süregelen bu itibarın, eserin ihtiva ettiği tesirden kaynaklandığına inanıyorum. Mevlidhan kavramı, Mevlid-i Şerif’i güzel sesiyle, bir estetik içinde, vezne uygun, Türk Mûsîkisi makamlarını kullanarak okuyan icracılara verilen isimdir. Örneğin, filmde benim ustam rolündeki Hafız Mustafa Başkan Hoca, çağımızın kıymetli mevlidhanları arasındadır. Meşk ise, geleneksel yöntemlerle bir ustadan bir talebeye bilgi aktarımı diyebiliriz. Özellikle geleneksel sanatlarımızın eğitiminde meşk yönteminin önemli bir ağırlığı vardır.
Meşk müessesesini nasıl anlamalıyız?
Meşk yalnızca musıkimizde değil klasik sanatlarımızın hepsinde geçerli olan bir müessese. Gelgelelim, günümüzde meşk müessesesi artık çağın getirdiği teknolojiyle beraber ihtiyaç duyulan bir müessese olmaktan çıktı.
Geleneksel yöntemlerde bir talebenin hocaya ulaşması ve hoca tarafından bir kabul süreci var. Hoca hemen kabul etmiyor ve talebenin gerçekten bu sanata aşkı muhabbetini ölçmek istiyor. Günümüz talebesi profiline bu biraz zor gelebilir. Birkaç girişimde bulunup sonuçsuz kaldıktan sonra yola devam etmeyebilir, bu arayış son bulabilir. Diğer yandan, artık öyle sabırlı hocalar, iştiyak ve muhabbetle o hocaların arkasından gidecek talebeler az.
Filmin tamamlanması ne kadar süre aldı? Hikaye hangi şehirlerde geçiyor?
Film yaklaşık iki yılda tamamlandı. 6 aya yayılan bir çekim süreci var. Hikâye İstanbul ve Bursa’da geçiyor. Bu şehirlerin tarihi ve manevi mekanları, tekkeleri, kütüphaneleri, camileri filmi görsel açıdan oldukça zenginleştirdi.
Filmin sizin için önemi nedir? Sinema ve müzik tarihine kalıcı bir eser bırakmak size ne hissettiriyor?
Benim için şöyle bir önemi var. Zamanımızın en önemli seslerinden Süleymaniye Camii’nin eski müezzinlerinden Hafız Mustafa Başkan Hoca’yla bu proje vesilesiyle tanışmak, ondan ders almak imkânı oldu. Mevlid-i Şerif’i nasibimiz kadar soluma imkanımız oldu. Bu benim için büyük bir sevinç.
Eser açısından bakarsak, film öncelikle Yönetmen Murat Pay ve senaryosunu birlikte yazdığı eşi Ayşe Pay’a ait. Biz, bize düşen rolü üstlenmiş olduk.