Turgay Bakırtaş
Jöleyle sabitlenmiş acayip şekillerde saçları, yırtık kot pantolonları, dar tişörtleri, modifiye edilmiş Şahin ve Doğan’ları, kollarında “faça” izleri, ikinci sınıf dövmeleri, yakası açılmamış küfürleri, kimi zaman uyuşturucudan kızarmış gözleri, bellerinde “emanetleri” ve bitmek bilmeyen “Ne baktın?” kavgalarıyla yüz binlerce genç yaşıyor aramızda. “Apaçi” sıfatıyla anılarak küçümsenen, dolayısıyla da görmezden gelinen bu gençlerin sorunlarıyla ilgilenmek şöyle dursun, ortada bir sorun olduğu gerçeğinin de pek farkında sayılmayız. Yalova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan sosyolog Ömer Miraç Yaman, kitap olarak da yayınlanan “Apaçi Gençlik” başlıklı doktora tezinde, aylar boyunca aralarında bulunduğu bu gençlerin hikâyelerini yazdı. Onları “mercek altına almak” yerine aralarına karışan, kafelerinde takılan, torbacılarıyla ve Robin Hood’vari “dızolarıyla” (hırsız) tanışan, “kopmalarını” izleyen Yaman’ın çalışması iki açıdan çok önemliydi. Bir, akademide hâlâ çok zayıf bir alan olan gençlik çalışmalarına sunduğu katkı; iki, toplumsal meselelere insani çerçeveden bakma hasletimizin oldukça zayıfladığını hatırlatması. Sosyal bilimciler için daha şimdiden zengin bir kaynak haline gelen “Apaçi Gençlik”, bizzat yazarının ifadesiyle “ilk yüz elli sayfası atlanarak okunursa” akademik dille ilişkisi olmayanlar için de oldukça ilgi çekici bir çalışma. Ömer Miraç Yaman’la konuşurken kitabının içeriğinden ziyade çerçevesine yoğunlaşmam, insanlarda bu değerli ve önemli çalışmaya karşı merak uyandırma isteğimden kaynaklanıyor. Umarım bunda başarılı olurum.
Apaçi Gençlik çalışmasına yalnızca akademik bir niyetle mi başlamıştınız, meselenin öne çıkarılmamış vicdani bir boyutu da var mıydı?
Ben 7 yıldan beri akademide gençlik çalışıyorum. Hatta ilk çalışmamız buydu. Yürüttüğümüz çalışmaların ana ekseninde yoksul ya da yoksunluk yaşayan gençler var. Bu anlamda zaten bu toplumda gençlerin konumlanması, gençlik hareketi ve gençliğe biçilen rol konusunda bir karmaşa hâli olduğunu biliyoruz. Ama bununla birlikte özellikle gençlik meselesi konuşulurken, gerek sivil gerek akademik alanda gerek devlet ya da kamuda çok geniş bir kitleye ulaşan, ancak sürekli biçimde önemsenmeyen, yok farz edilen bir gençlik kitlesi olduğunu gözlemledik. Apaçi gençlik meselesine eğilmemizin hikmeti burada gizli.
Ne büyüklükte bir kitle bahsettiğiniz?
Tahminimce sadece İstanbul’da en az 500 bin genç var bu profile sahip. Türkiye geneline vurulduğunda milyonları buluyor. Bu gençler bu topraklarda yaşıyor fakat görülmüyorlar. Sosyolojik literatürde konuşursak, toplum içeresindeki dikey hareketlilikten bir şekilde mahrum kalıyorlar. Hâlâ bir Fransız toplumu, bir Avrupa toplumu değiliz elhamdülillah; kastlara ayrılmış bir yapımız yok. Birisi bir köyden çıkıp profesör ya da başbakan olabilir Türkiye’de. Bu önemli bir şey. Bununla birlikte toplumun farklı kademelerinde bu dikey hareketliliğe müdahale edildiğine tanık oluyoruz.
Çalışmanızdan önce bu gençlere dair belirli bir teziniz var mıydı?
Şahsen bir tezim ve o tezin altını besleyen onlarca sorum vardı. Ve hipotez olarak kurduğumuz birtakım yaklaşımlar da vardı. Ancak hikâyenin içine girdikten sonra, benim daha önce bu gençlerle yakın temasım olmasına rağmen meselenin çok daha farklı boyutlara taşındığını gördük. Dışardan tanımlandığı manada yoksulluk yaşayan, eğitim süreçlerinden kopan, hizmet sektörünün en alt birimlerinde çalışan bu gençleri biraz kurcalayıp derine indiğimizde, toplumun en temel sorunlarının pek çoğunun üzerlerine boca edildiğini gördük.
Ne türden sorunlar bunlar?
Çocukluktan başlayan aile problemleri, aile içi şiddet, ensest mağduriyeti, taciz ve tecavüz durumlarıyla karşı karşıya kalma, birtakım suç ilişkilerine doğrudan dâhil ya da tanık olma, toplumun birçok kesiminin hiç çabalamadan elde ettiği imkânların pek çoğundan faydalanamama gibi sorunlar. Bir örnek vermek istiyorum: Türkiye’de gençlik merkezleri ve bilgi evleri çok yoğun bir şekilde açılmaya devam ediyor. Bu, o dikey hareketliliğin önünü açan, eğitim süreçlerinde yoksunluk yaşayan kesimleri sürece dâhil etmek üzere kurgulanmış bir şey. Ben bu gençler mutlaka bir bilgi evine, gençlik merkezine gidiyorlardır, okulda ya da evde alamadıkları eğitim desteğini buralardan alabiliyorlardır diye düşünüyordum. Aksine, o çocukların bu yerlere giremediğine, girmek istemediğine ya da oraya alınmak istenmediğine, pek çok temel insani haktan bir şekilde birilerinin yaklaşımından dolayı faydalanamadığına tanık olduk.
Bir konuşmanızda bu gençler için “Aynı kurttan kaçan kurbanlar” demiştiniz. Bağcılar, Esenler gibi semtlerde yoğunlaşmaları, aynı mahallelerde yaşamaları bunun neticesi mi?
Hikmet Esenler’de veya Bağcılar’da toplanmak değil. Göç sadece insanın yerini yurdunu değiştirmesi manasına gelmiyor. Aynı zamanda bireysel olarak, insanın ruh dünyasında hatıraların bir yerden başka bir yere taşınması da demek. Bu süreçte yeni taşındığı yerde istemesine rağmen eskiyi devam ettirememesi bir travmaya neden oluyor. Bu sorunları yaşayan gençler çok da farkında olmadan ama bir dayanışma kültürüyle, bir kente tutunma bilinciyle organize oluyorlar. Yoksunluğun daha keskin sınırlarla çevrildiği durumlarda çeteleşiyor ya da tayfalaşıyorlar. “Aynı kurttan kaçan kurbanlar” hikâyesinde olduğu gibi, koşmaya başlıyorlar ve yanında koşanlara baktıklarında onu kovalayanın kendisini kovalayanla aynı olduğunu görüyor, bununla beraber mücadele etmek istiyorlar. Bizim hakkımızı yiyen bir ustabaşı varsa mücadelemizi beraber sürdürelim, okuldan tasfiye etmeye çalışan bir öğretmen varsa onu çıkışta beraber indirelim, beraber bıçaklayalım, beraber kafa atalım diyorlar.
Farkında olunmayacak gibi bir mesele değil bu, neden toplum tarafından bu kadar yok sayılıyor?
Bu aslında son 150 yıldır tüm dünya halklarının muhatap kaldığı vahşi modernleşme süreçleriyle doğrudan alakalı. Teknik bir şey söyleyeyim, biz insanoğlu olarak bu topraklarda dışa bakan gözümüzü kaybettik. Yani insanlar diğeriyle ilişki kurarken gözlerine perde indirdiler, kendilerine dair beklentileri biricik var olma sebebine dönüştüğü için dışarı bakan göz kayboldu. 5-6 yıl boyunca akademide yüzlerce öğrencimi dinledim. Her birinin en temel sorunu bir diğeriyle halleşememek, derdini anlatamamak, o yalnızlık sarmalından çıkamamaktı. Toplumsal anlamda, statü olarak yükseldiğimizde, hemen aşağısındakine dair o bakış ve diğerkâmlık kayboluyor.
Mahsun’un hikâyesini anlatmıştınız bununla ilgili…
Evet, orta 1’de okuyan, 3 ay boyunca evine ekmek gelmediği için aç olan, kahvaltı yapamayan, dolayısıyla enerjisi tükendiği için üçüncü dersten sonra başını masaya koyup uyuyan ve bu yüzden öğretmeni tarafından okuldan atılan bir çocuk Mahsun. Bu çok sıradan bir şey aslında. Öz değerini kaybetmiş öğretmenin öğrencisiyle ya da öğrencinin öğretmeniyle kuramadığı ilişki, o gençlerin toplum ya da toplumun sorumluları tarafından anlaşılmasına engel oluyor. Camideki hacı amcaya bu gençlerle ilgili bir şey sorduğunda “değişir oğlum değişir” diyor sana. Ama pedagoji eğitimi almış bir öğretmen çocuğun derhal tasfiye edilmesini istiyor. Demek ki eğitim sistemi onu anlamak ve ötekileştirmemek adına bir katkı sunamayabiliyor.
Bu gençlere yönelik bir projeden bahsediyorsunuz sunumlarınızda. O ne durumda şimdi?
Kabul görmedi ama yakında tekrar gündeme getirmeyi düşünüyoruz. Projemiz şuydu: İstanbul’da hâlâ göç alan 6-7 ilçede, özellikle ortaokul ve lise düzeyinde, en temelde yoksunluk, yoksulluk yaşayan, okula tutunma hususunda sıkıntılı olan gençlerle bir abi abla sistemi kuralım demiştik. Bu anlamda, iyi üniversitelerde okuyan genç kız ve erkek öğrencilerden oluşan bir gönüllü kitlesiyle bu arkadaşlar arasında bir köprü kurup hem sosyalleşme pratiklerini hem eğitime devam etme süreçlerini iyileştirmek, çıkamayacaklarını öngördükleri sarmaldan çıkabilecekleri umudunu yeşertmek istiyorduk. 750 kişilik bir ekiple bunu kurmaya niyetlenmiştik.
Niye kabul görmedi?
Biraz külfetli bulundu. Proje yürütücüleri hiç para almayacaktı bu işten. Yalnızca projeye katılan öğrencilere burs verilecek, bir de onlarla ilgilenecek abi ve ablalara sosyalleşme pratiklerine destek için (yemek ısmarlama, gezdirme vs.) cüzi bir ödenek ayrılacaktı. İkisinin rahatlıkla çalışabilecekleri bir denklem kurmaya çalıştık. Fakat şimdilik olmadı, nasip olursa tekrar bakanlıkla görüşerek bunun ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaya çalışacağız. Nasıl gelişecek birlikte göreceğiz.