
Onlar büyüklerimiz. Kendilerinden ilmi, edebi, aksiyonu öğrendiğimiz güzel insanlar. Sadece yaşları ile değil duruşları, yaptıkları ve yaşadıkları ile de büyük nitelemesini hak ediyor onlar. Bir ömür hak ve fazilet mücadelesi vermişler, kolay mı? Muhtemelen senin gibi gençleri gördüklerinde bir muhasebe iklimine giriyorlardır. Mesela şöyle sorular zihinlerinden geçiyordur: Acaba yerinde olsalardı ne yapmak isterlerdi? Nelere öncelik verir, neleri geri bırakırlardı? Öyleymiş gerçekten. “Genç olsaydınız...” diye yönelttiğimiz sorumuza verdikleri cevaplar onu gösterdi. Büyüklerimiz yerinde olsalardı tutacakları yolu işaret ederek bir bakıma kendilerini aşmanın yolunu da gösterdiler. Birbirinden ilginç bu cevapları umuyoruz ki ilgi ile okuyacaksın. İlgi duymandan daha fazlasını bekliyoruz ama, haberin olsun. Bu cevaplar senin düşeceğin yeni yolun koordinatları olabilir, hatta olmalı da... Daha yolun başındasın. Ne yapacaksın, ne yapmalısın? İşte hazır, uygulanmayı bekleyen cevaplar... Senin için derledik, koyduk önüne. Oku, benimse ve düş yola, haydi!
Biz büyüklerimize sorduk; senin yaşında olsalardı neler yapmak isterlerdi. Sorduk çünkü senin yaşın çok harika şeylerin yapılabileceği bir yaş.
Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse demişler. Biz yapabilme ihtiyarına sahip büyüklerimize sorduk. Çok çok güzel şeyler söylediler bize.
Şimdi diyeceksin ki bu kadar şeyi nasıl yapacağım. Hepsini birden elbette yapamazsın. Aşırı kültür zehirlenmesinden ölür insan hepsini birden yapmaya kalkışırsan. O yüzden diyoruz ki, seçe seçe yap. Karar vere vere yap! Bir yandan temel bilgileri edinirken bir yandan büyük bir mütefekkirin eserlerinden istifade etmeye bak! Ama öyle böyle değil; adamakıllı yap bunu. Vadide şaşkın şaşkın dolaşma! Önce bir karar kıl! Ben ümmete nasıl hizmet edersem gerçekten hizmet etmiş olurum diye bir sor kendine. Rüyasını görmediğin işlere ömrünü verme! Hiç rüyan yok ise de otur bir kendine gel; Peygamber Efendimizi rüyasında görmek isterken bol tuzlu şeyler yiyen adamın hikayesini oku!
Bir rüyan olsun kardeşim! Ümmetin izzetini diri tutacak, başını dik tutacak bir yürüyüşün olsun.
Hiçbir şeye karar veremeyen kararsız insanlardan bir kurtar kendini. Önce refik, önce iyi arkadaşlar bulmak lazım. Bu yolda yalnız yürüyemezsin, zordur! O iyi arkadaşlarla, ne yapacağına karar vermiş arkadaşlarla bu yol “cemaat bereketi” sevabı ile donanır.
Sen şimdi öyle bir yaştasın ki…
Ne yapabilirim ki, ben kimim, bir şeyler yapabilmek kim deme! Tesis mi var, imkan mı verdiler deme! Bir kalk ayağa, bir kendine bir etrafına bak! İlim, irfan aşığı insanları bul önce. Tamam, çok değil zaten o ilim, irfan, sanat aşığı insanlar. O zaman onlardan kopma. Benim yaşadığım yerde öyleleri yok da deme. Mustafa Tatçı Hocanın dedesi “40 hanenin olduğu köyde bir Allah dostu olur” dermiş. O da gitmiş bulunduğu küçücük 4-5 bin nüfuslu yerde kitap, ilim ehli ağabeyleri bulmuş. Onların sohbetine katılmış. Orada kalmamış, kitaplara dalmış. Şimdi Yunus Emre’nin izinden, sesinden gelen büyüklerin divanlarını bir bir taşıyor bizlere.
Bahane ve mazeret üretme mezhebinin yolcusu isen sözlerimize kulağını tıka lütfen. Bizi dinleme! Git, dağıt kendini tüketim kültürünün boşvermişliğinde!
İSLAMA HİZMET EDECEĞİM AMA KARARSIZIM(!)
“İyi birisi, Müslümanlara faydalı birisi olmak istiyorum ama ne yapacağıma karar veremiyorum. Müslümanlara, Allah yoluna hangi alanda faydalı olmalıyım bilemiyorum.”
Böyle hisleri içinde taşıyan o kadar çok gencimiz var ki! Ben diyeyim 5 milyon böyle gencimiz var, siz deyin 10 milyon; ne yazık ki pek yanlış bir rakam söylemiş olmayız. İsraf bu kadar büyük yani.
Neden israf? Çünkü o “ne yapacağına karar verememek” o kadar uzun sürüyor ki; bir bakmışsın “yaş yetmiş; iş bitmiş!”
Ben insanın 10 yaşında ne yapacağına karar vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda hüccetim (hüccet kelimesini en son ne zaman kullandın ey okur?) Efendimizin 10 yaşına geldiğinde namaz kılmazsa çocukları hafifçe dövme emirleri! (Emri mi tavsiyesi mi desem burada; bilemedim; ben edebimi takınıp “emirleri” diyeyim)
Hadi, 10 olmadı 12 yaş olsun, 14 yaşında olsun; artık ne yapacağına bir karar ver arkadaş! Bakıyorum etrafıma 25 yaşına gelmiş, kendisini hangi alanda yetiştireceğine hâlâ karar verememiş genç arkadaşımız.
Bir tane de güzel Müslümana, bir alime, bir arife ilgin, merakın olsun arkadaş!
Biraz uğraşsan üç yüz tane reklam anlatırsın, aaa, şu reklam ne güzeldi, bu reklam harikaydı dersin; on tane sahabe, beş tane yazar, altı tane şair, dört tane alim, sekiz tane şehid, yedi tane Müslüman önder, üç tane Müslüman müzisyen, iki tane hikayeci, üç tane romancı, beş tane mütefekkir, sekiz tane ilmî fikrî dernek vakıf sayabiliyor musun?! Sayamıyorsun!
Niye sayamıyorsun; merakın yok, ondan sayamıyorsun! Kararsızsın, ondan sayamıyorsun! İlgisizsin; ondan sayamıyorsun!
Hayır, bunları çokça saymak da marifet değil; bir tanesini çok iyi biliyor musun; yok! En fazla beş cümle kurabilirsin hangi sahabeyi, hangi alimi, hangi yazarı anlatmaya kalksan.
Birini bir iyice öğrenmeye merakın olaydı arkadaş, diğerleri de gelecekti ardından. Birini bile ciddi ciddi merak etmedin; şimdi de diyorsun ki “Reklamlar çok güzel! Ben kararsızım İslâm’a hizmet konusunda.” Sen bu kafayla daha çoook hizmet edersin!
Hiçbir şeye karar veremeyen kararsız insanlardan bir kurtar kendini. Önce refik, önce iyi arkadaşlar bulmak lazım. Bu yolda yalnız yürüyemezsin, zordur! O iyi arkadaşlarla, ne yapacağına karar vermiş arkadaşlarla bu yol “cemaat bereketi” sevabı ile donanır.
KAYBOL BÜTÜN ÖZELLİKSİZLİĞİNLE!
En çok neyi özlüyorum biliyor musunuz; her bir Müslüman gencimizin ayrı ayrı kabiliyetlere, birikimlere sahip olduğu bir günü özlüyorum.
Hiçbir özel ilgisi olmayan, hiçbir şeye merakı olmayan dindar gençler bana yeterince dindar gençlermiş gibi gelmiyor. Her şeyi bilen havasındaki genç bana pek sevimli gelmiyor. Her şeyi bilmek mümkün değil zaten. Her şeyi öğrenmek isteyen, öğrenmeye aç gençler görmedim değil; onlar başım üstünde. Ama zaten öylelerinin sayıları da şimdiye kadar on bin genç ile görüşüp ettiysem otuz kırkı geçmez. O kadar az idiler yani o öğrenmeye aç gençler. Zannetmeyin ki statlarda, bilardo salonlarında, cafelerde gezdim. En kaliteli gençlerin bulunduğu yerlerde gezdim 30 yıl boyunca ve rakam bu!
Fakat insan her şeyi öğrenebilir mi? Öğrenemez! Kimsenin buna ömrü yetmez! O halde şu hayatta neleri öğrenmek insanın kendisinin tarihte önemli bir iz bırakma görevini yerine getirebilmesine imkan sağlayabilir; üzerinde ümmetin izzetini ayağa kaldırma sorumluluğu hissedenlerin bu soruyla mutlaka yüzleşmesi gerekli.
Aksi takdirde ömür yetmiyor. Bilgiler çöplüğe dönüşebiliyor. Eskiler, eskimesini bilmeyen taze bilgi sahibi öncüler, “sabikûn”1 bu bilgiye “marifetün-nefsi maleha vema aleyha” derdi; fıkıh bilgisi yani kavrayış bilgisi! Kavrayış bilgisi olmadan diğer bilgiler nereye oturacağını bilemez ki insan yaşarken.
İnsan “Kendi”sini nasıl yetiştirir?
Kendi kelimesinin etimolojisini yapmayı çok isterdim, süslü laf oyunlarına girmeden“kendi”nin gerçekten de ne demek olduğunu. Onu gelecek sefere yazayım. Şimdi mevzu şu: Gençlere yönelik bir çalışma başlatmıştık geçen yıl. Bir Müslüman yazarı seçip ömür boyu o yazarı, mütefekkiri, alimi, okumalarını, çalışmalarını teklif ediyorduk gençlere. “Herkese açık”(!) takıntılı gençlerimizden en çok ne tepki aldık biliyor musunuz: “Neden sadece bir yazarın penceresine mahkum kalalım” “Ufkumuzu neden daraltalım ki!” Böyle dediler, düşünebiliyor musunuz arkadaşlar!
İyi de kardeşim, sana başka yazar okuma demedik ki. Bir yazarı merkeze al dedik. Yapacağın tüm diğer okumaları o yazarı okumanla karşılaştırma imkanı verir bu sana dedik. Ben 11 yaşımdan beri Cahit Zarifoğlu okuyorum. Müthiş de severim. Bu arada benim Zarifoğlum hiç öyle tv dizisindeki gibi ezik, klişe muhafazakar romantik, saçma sapan bir tip değil. Keşke bana 11-12 yaşındayken biri “Asımcığım, bir yazarı merkeze al, mesela Zarifoğlu’nu merkeze al, okumalarını öyle sürdür” deseydi. Keşke biri, bir yazarı seç ve onu ömür boyu okumaya niyet et” deseydi…
Bir yazarı ömür boyu okumaya niyet etmek öyle değerli bir detektör ki arkadaşlar! En güzel yıllarımız hangi yazarın yıllarca okunmayı hak edebileceğini ayrıştıramadan geçiyor. Sözlerim tabii okuma erdeminin kıymetini bilen gençliğimizin yüzde 5’ine! Diğerlerinin bunları ne duyması ne anlaması mümkün!
Ben Zarifoğlu’nu veya Sezai Karakoç’u veya İsmail Hakkı Bursevi’yi veya Abdurrahman Arslan’ı veya Rasim Özdenören’i veya İmamı Gazali’yi veya Şeyh Sadi’yi yani yüzlerce harika Müslüman mütefekkirden birini ömür boyu okumayı seçmek gibi bir harika hareket çekebilseydim dünyaya; bak dünya ne hale geliyordu… Şimdi bunu kırkına geldiğinde söylemek ne acı… “Peki, iyi de neden sadece bir yazarı okuyalım; onun kulu, kölesi, fanatiği olalım ki” mi diyorsun; ya bir git, özelliksizliğinle tarihin sayfalarına bile giremeden kaybol! Son iki yüz yılımız senin gibilerle dolu!
En güzel yıllarımız hangi yazarın yıllarca okunmayı hak edebileceğini ayrıştıramadan geçiyor. Sözlerim tabii okuma erdeminin kıymetini bilen gençliğimizin yüzde 5’ine! Diğerlerinin bunları ne duyması ne anlaması mümkün!
1) Büyük Önder (İmam-ı Azam) Ebu Hanife. Kahramanlar kahramanı, yolumuzun Sultanı Numan bin Sabit
Kur’ân ve Sünnet Aşkı İçin Gayret Ederdim! 
OSMAN NÛRİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ
Yeniden genç olsam, yine Kur’ân ve Sünnet kültürüne sahip olabilmenin aşk ve gayreti içinde bulunurdum. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de bir beşerin karşılaşabileceği bütün meselelerin cevâbı mevcuttur. Efendimiz’in müstesnâ hayatı da, Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri ve tatbîki mâhiyetindedir. Yani Efendimiz, canlı bir Kur’ân’dır.
Şu bir hakikattir ki;
Gerek Tefsir, Hadis, Fıkıh gerekse Tasavvuf ilminin menşei, Rasûlullah Efendimiz’dir. Zarif ve ince ruhlu bir insan modelinin en güzel numûnesi yine Efendimiz’dir. Ahlâkî vasıfların zirve misâli de O’dur. Yani Efendimiz’in hayatı, insana hitap eden, insan rûhunu tahlil eden ne kadar ilim varsa, ki bunlar arasında psikoloji, pedagoji, sosyal-antropoloji zikredilebilir, onların hepsinde zirveyi teşkil etmiştir.
Yani bir insan, kulluğun kemâline erebilmek için, Rasûlullah Efendimiz’in hâliyle hâllenebilmenin gayretinde olmalıdır. Zira dünyaya gelişimizin yegâne gâyesi, kulluktur.
Bu sebeple tercihim, yine Kur’ân ve Sünnet kültürünü iyi idrâk etmeye gayret göstermekten ibâret olurdu. Tabi bu tahsil için de kalbin merhale kat etmesi zaruridir.
Bir de şunu ifâde etmek istiyorum ki, şu üç talimat çok önemlidir:
Biri Hira Mağarası’nda gelen talimattır. “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) Dolayısıyla insan seyrettiği her şeyi hikmet gözüyle okumalıdır.
İkincisi Sevr Mağarası’nda gelen talimattır. “…Mahzun olma; Allah bizimle beraberdir!..” (et-Tevbe, 40) Cenâb-ı Hak, kulu ile her an beraberdir.
Üçüncüsü Vedâ Hutbesi’nde buyrulan talimattır:
“Size iki emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz. Biri Allâh’ın kitâbı Kur’ân, diğeri Rasûl’ün sünnetidir.” (Hâkim, I, 171/318)
İnsan, bu talimatlara uyduğu ölçüde hiç bitmeyen bir gençlik sırrına nâil olacaktır.
Ahiretimi Güzelleştirmek İçin Çabalardım
PROF. DR. M. YAŞAR KANDEMİR
Genç olsaydım;
Her şeyden önce zamanımı, bu en değerli sermayemi asıl yurdum, yuvam olan âhiretimi güzelleştirecek şekilde değerlendirmeye çalışırdım. Rabbimin ve sevgili Peygamberimin emir ve tavsiye buyurduğu işleri, ibadetleri bir bir tesbit eder, onları yapardım.
Peygamber Efendimiz’i daha iyi tanımak için onu bize öğreten hadis ve siyer kitaplarını okumaya gayret ederdim.
Sonra sevgili Efendimiz’in tavsiye buyurduğu güzel amelleri yapmaya çalışırdım. Çünkü yaş ilerleyince, ibadet için gerekli olan enerji de azalıyor.
Beş vakit namazımı aksatmadığım gibi, teheccüd namazını da aksatmazdım.
Her kamerî ayın 13, 14 ve 15. günleri, yani “eyyâm-ı bîz” ile pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardım. Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz’in, genç sahâbîsi Abdullah ibni Amr ibni Âs’a tavsiye buyurduğu gibi her gün bir cüz okumak suretiyle Kur’ân-ı Kerîm’i her ay hatmederdim.
Boş Zaman Kavramını Ortadan Kaldırırdım 
AHMET TAŞGETİREN
İnsan ilerleyen yaşlarında, çocukluğundan, gençliğinden itibaren edindiği birikimleri kullanıyor. Kalbî birikimleri, zihnî birikimleri ve ahlakî birikimleri. Hayat bir meydan okumalarla karşılaşma süreci. Meydan okumaya cevap verilebildiği ölçüde ilerliyor, maddi- manevi başarı gösterebiliyorsunuz. İlerdeki yaşlarda insanın, gençliğinde edinemediği birikimin “açık” olarak önüne çıktığı görülüyor.
Onun için, “gençler bilebilseydi, yaşlılar yapabilseydi” özdeyişinden de yola çıkarak, genç olsam, “Bilebilme” potansiyelime yatırım yapardım. Boş zaman kavramını ortadan kaldıracak bir duyarlılık içinde hareket ederdim.
Arapça Kitaplardan İlim Öğrenmek İsterdim!
HEKİMOĞLU İSMAİL
Askeri okula 18 yaşımda başladım. Güçlü kuvvetli bir gençtim. Sağlıklıydım. Çevrem günah işlemekte birbiriyle yarışıyordu. Bataklıktan başımı çıkarıp etrafıma ibret alan gözlerle baktım. Sevki ilahi ile “Ben böyle olmayacağım.” dedim kendi kendime. İçki içmedim. Sigara içmedim. Kumar oynamadım. Kız arkadaş edinmedim. Boş boş dolanmadım. Allah’ın emirlerini öğrendim. İtaat etmeye başladım. Hayatım düzeldi. Kur’an-ı Kerim okumasını ve İngilizceyi öğrendim. Kendim için yazılar yazdım. Defterler doldu. Bunları yazmaktan hoşlanıyordum. Neşredeyim, başkası da okusun gibi bir niyetim yoktu. Kader yetiştiriyormuş. Hiç farkında değildim. Çevremden ayrıldığımı anladıkça çalışmalarımı, yaşayışımı devam ettirdim. Sen nevi şahsına münhasır bir insansın, derlerdi. Yani taklit etmiyorsun, kendi hayatını yaşıyorsun. Bu sözler benim için çok önemli değildi. Çünkü artık ben bendim. Başkalarının benim hakkımdaki düşünceleri, sözleri beni ilgilendirmiyordu. Sevki ilahiye şükürler olsun. Bütün iyilikler Allah’tan, kötülükler nefsimdendir. Her genç dinimi nasıl öğrenebilirim sualine cevap aramalıdır. Bulduğu cevabı hayata geçirmelidir. Şimdi genç olsam Arapçaya ağırlık verirdim. Arapça kitaplardan ilim öğrenmek isterdim.
Yüceliklere, Adalete, Hakikate Dair Arayışlardan Ayrılmamalı 
YILDIZ RAMAZANOĞLU
İslami açıdan 13 yaşımda aydınlanmış ve yaşamın temel hedeflerine odaklanmış olmak isterdim. Kulluğun hakikatine varmış ve namazın değerini kavramış olarak yetiştirilseydim patikalara sapıp zaman kaybetmezdim.
Elimizdeki en kıymetli varlığımız ve zenginliğimiz zaman. Maddi anlamda her şeyinizi kaybedip yeniden kazanabilirsiniz, birçoğunun kazanılması da gerekmeyebilir ama geçip giden zamanın geri dönüşü yok, telafisi imkansız. Ama bunu 15-25 yaş arası anlamak neredeyse imkan dışı. Oysa bu yaşlar disiplinli okumaların yapıldığı, istikrarlı bir ibadet hayatının bedenin ve ruhun içine sindiği yaşam tarzının kazanılması için çok önemli.
Bana örnek yaşamlar tezi hiçbir zaman sıcak gelmemiştir. Örnek kadın erkek ve aileden söz etmek kolaycılık bir bakıma. Her insanın biricik ve kimselere benzemez doğasının kıymetini teslim eden yaklaşım olmazsa gençlerde şikayet edilen savrulmalar daha da artar. Önemli olan yüceliklere, adalete, hakikate dair arayışların sürdüğü ana yoldan ayrılmamak, ya da dönüp dolaşıp oraya çıkabilme gücü.
Fakat artık gençler yakın çevreleri tarafından başarı, sahip olma, ele geçirme denilen belirsizliklere yönlendiriliyor. Neye mal olursa olsun kazanma ve kazandıklarını muhafaza için insani değerlerin öncelenmediği sığ bir hayat. Kazanılan metroda bir koltuk bile olabilir.
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir” öte yandan ayetteki gibi. Gündelik yaşamını gönlünce düzenlemek her kula nasip olmaz. Yazmanın hayatının merkezinde olduğunu çok erken keşfettiği halde haftanın altı günü günde on saat çalışma zorunluluğu yüzünden sadece geceleri bir iki saat yazabilmeyi kim ister mesela ama bunu yaşadım hem de yıllarca. Çabaları sonuna kadar sürdürmek ama kadere teslim olmayı da bilmek gerek fani dünyada. Hiçbir şeyin fetişizmine gerek yok, yazmanın da.
Daha Erken Evlenirdim 
BEDRİ GENCER
Genç olsaydım öncelikle hayırlısıyla çok daha erken bir yaşta, örneğin Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın evlendiği 25 yaşında evlenerek dinimi tamamlamaya, ergenlik çağından itibaren sakal bırakarak sünnet-i seniyyeye uygun bir hayat sürmeye, namazlarımı hiç aksatmadan olabildiğince cemaatle ve sarıkla kılmaya dikkat ederdim. “Disiplin olmadan ilham olmaz” şeklinde tercüme edebileceğimiz, “virdi olmayanın vâridi olmaz” düsturunca belli virdlerle zikirde devama, özellikle ilim yolcusu gençliği batıran gıybet ve harama nazardan olabildiğince kaçınmaya özen gösterirdim. Televizyon, internet, cep telefonu gibi mâlâyâni medyadan olabildiğince uzak durarak bir saniyemi bile boşa geçirmemeye, ilmin temel şartı olan hafızlığı daha erken bir yaşta bitirmeye, mümkünse Arapça ve İngilizce konuşulan iyi bir ülkede asgarî birer sene kalarak Arapça ve İngilizceyi hakkıyla öğrenmeye, nahiv, hadis ve fıkıh gibi âlet ve din ilimlerinden temel Arapça metinleri ezberlemeye, şer’î icazetle tamamlanan klasik bir tahsille âlim formasyonu kazanmaya, ilmin gelişmesi, İslâm’ın yücelmesi için hayatım boyunca “ilimde iddia, amelde tevazu” dengesini kollamaya gayret ederdim. “İs yanına var is koksun, mis yanına var mis koksun” düsturunca mümkün olduğunca hayatta olan sâlih insanlarla birlikte olmaya, bütün bunları hakkıyla gerçekleştirebilmek için Nakşibendîliğin temsil ettiği ehl-i sünnet ve cemaat ruhuna sadık sağlam bir Müslüman cemaat içinde yer almaya dikkat ederdim.
Bu Zamana Kadar Yaptıklarımın Daha Fazlasını Yapardım
KADİR MISIROĞLU
Genç olsaydım bu zamana kadar yaptıklarımın aynısını yapardım hatta daha fazlasını yapardım. O zamanlarda da Kemalist ideolojinin karşısında mücadele ettim. Yine de mücadele ederdim.
Çok Erken “Konuşmak” Tutumundan Uzak Dururdum
ERGÜN YILDIRIM
Bir arkadaşımın sözü var: “Kaderimi seveyim”. Ben de buna inanıyorum. Ancak yine de insan belli bir yaşa gelince gençlik dönemi ile ilgili uzak durmak istediği ve yapmak arzusu taşıdığı çeşitli davranışlar var elbette. Açıkçası bu konuda iki şey aklıma geliyor. Birincisi çok erken “konuşmak” tutumundan uzak durmak isterdim. Ülkeyi ve devleti kurtarmak etrafında erken söz söyleme yanlışlığı içinde bulundu bizim kuşak. Düşünce, ruh ve bilgi olgunluğuna yeterli düzeyde erişmeden “konuşmak”/”kelam eylemek” çok sağlıklı bir tutum değil. İkinci olarak tereddütsüz bir biçimde Arapça öğrenmek isterdim. İslam ile ilgili konuşan, yazan ve amaçları olan üniversiteli bir genç olarak yapacağım ilk şey Arapça öğrenmek olmalıydı. Tercüme kitapları yutarak okumak ve onlarla kendimize bir hayat felsefesi kurmak coşkusunu yaşarken, Kur’an dili/ İslam dili olan Arapça’yı öğrenmeliydik. Çeviri tefsirler (örneğin, yanılmıyorsam 17 cilt olan Fizilal-il Kur’an-ı okumak) okuyarak harcadığımız zamanı Arapça öğrenmeye verebilirdik.
Hizmetten Geri Durmayın! 
MAHMUT TOPTAŞ
Yirmi yaş gençliğimin üzerinden 47 yıl geçmiş. Gençliğe nasihat adı altında ne söylesem bir ihtiyarın düşüncelerini söylemiş olurum. Onun için ben kendi nasihatım yerine Kur’an-ı Kerimde geçen Yiğit, Genç manalarına gelen “Feta” kelimesinin kimler için kullanıldığını haber vereyim:
Kur’an’ı Kerim’de “Genç, yiğit” anlamına gelen “feta” kelimesi öncelikle İbrahim Aleyhisselâm için kullanılmış. İhtiyarlar heyeti insanların gönül ufuklarını kara bulutlar gibi kapatan, “Bundan ilerisine gidemezsiniz, bundan ilerisini hayal bile edemezsiniz. Her şeyinizi izinden gittiğimiz atalarımız belirlemiştir” diyen putları yere seren İbrahim Aleyhisselâm, feta/genç olarak tanıtılmakta. (Enbiya süresi, ayet 60)
Yine Kur’an-ı Kerimde Firavun gibi çağının en büyük ve en güçlü kralının zulme dayanan saltanatına son veren Musa Aleyhisselâm’ın azığını taşıyan insana da feta/genç kelimesi kullanılmış. (Kehf süresi, ayet 60-62)
Medrese-i Yusufiyyede (hapishanede) Yusuf Aleyhisselâm’dan iman dersleri alan iki mahkum için de feta/genç kelimesi kullanılmış. (Yusuf süresi, ayet 36)
Şehirde kralın kan kusturan kurallarına uyarak veya seyirci kalarak yaşamaktansa mağarada Allah’a kul olarak yaşamayı tercih eden yedi delikanlıya da feta’nın çoğulu olan fitye/gençler kelimesi kullanılmış. (Kehf süresi, ayet 10)
Ve dünya güzeli bir kadın, kapıları kapadıktan sonra, “haydi gel” dediğinde “Allah’a sığınırım” diyerek harama uçkur çözmeyen Yusuf Aleyhisselâm için de feta/genç kelimesi kullanılmış.
Sevgili Peygamberimiz, Gençlerin, yaşlılara ikramda bulunmasını ister ve bu ikramın kendisi yaşlanınca kendisine de yapılacağını bildirir. (Tirmizi, Sünen, K. Birr, bab 75)
Peygamber Aleyhisselam, Allah’a kulluk içinde gençliğini yaşayan, gönlü mescide bağlı olan, makam ve güzellik sahibi birinin zina teklifine “Ben Allah’tan korkarım” diyen, sağ eliyle verdiği yardımı sol elinden gizleyen ve Allah için gözyaşı dökenlerin kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgeleneceğini haber verir. (Buhari, Sahih, K. Rikak, bab 24)
Kendi gençlik yıllarımda yaptığım bazı şeylerden örnekler vermek isterim. İlim olmadan yapılabilecek fazla bir şey olmayacağı inancıyla 22 yaşıma kadar Kur’an’ın içeriğini ve Diyanet’in yayınladığı Buhari Muhtasarı olan Tecridi Sarih’i hem okudum, hem de akşam sohbetlerimde dostlarıma özetledim. İlmihal bilgilerimizi Ömer Nasuhi Bilmen merhumun eserinden ezberleyecek kadar iyi öğrendim. 12 Mart 1971 Muhtırası’nda tutuklanan sağcı ve solcuların hapishanesine kütüphane kurduk ve yüzde seksene varan başarı sağladık.
Şehrin yöneticilerine çeşitli vesilelerle posta aracılığıyla gönderdiğim kitaplar, aklıma hayalime gelmeyecek hizmet kapıları açtı. Mısır Başsavcısı Abdülkadir Udeh’in “İslam Şeriatı” isimli eserini bizim başsavcıya gönderdikten iki gün sonra karakolluk olup oradan savcının huzuruna çıkarıldığımda, önce sert karşılandım fakat ardından açılan hizmet kapısını iyi değerlendirdim.
Gençlerimiz, kendi şartları için doğru olan hizmetleri yapmaktan geri durmasınlar. Sağlam bilgi, iyi niyet ve azim olursa Allah kişiye neyi nasıl yapacağını lütfeder. Kur’an-ı Kerim’i Arapça okumayı ve tefsirini çok iyi öğrenmeli. Sevgili Peygamberimiz’in Sünneti Seniyyesini kendine örnek edinmeli. Fıkhını da çok iyi öğrendikten sonra her öğrendiğini amele dönüştürürse bu okudukları ona kılavuz olarak yeter. Yola koyulduktan sonra kimsenin namusuna, parasına ve makamına zarar vermeden doğruyu yapmaya çalışırsa önüne engel çıksa da engeller bile ona hizmet edebilir.
Teknolojiye Mesafeli Olur, Futboldan Kendimi Korurdum
İHSAN KÂBİL
Genç olsaydım, Batıyla Doğu kültürü arasında daha dengeli bir tavır sergiler, eski kültürümüzü öğrenmekte daha fazla gayret sarfeder, ayrıca otuz yaşına varmadan evlenmeye bakardım. İnternete çok mesafeli yaklaşır, verimli okumalar yapmaya çalışırdım. Türkiye’yi daha iyi tanıma yolunda adımlar atar, Osmanlı Türkçesi’ni geliştirir, Arapça ve Farsça da öğrenmek isterdim. Kültürel çalışmalar yanında spor da yapmak ister, gezi kültürünü de arttırmayı dilerdim. Sosyal bilimlerin yanında tasavvuf ve edebiyat okumalarını da geliştirmek isterdim. Günün değerli insanlarıyla bir araya gelir, bazen de yalnız kalıp tefekkürü tercih ederdim. Tabiatla bir arada olmaya daha fazla zaman ayırmayı diler, araba kullanmayı geciktirmezdim. Teknolojiyle mesafeli olur, futboldan kendimi korurdum. Müziğe daha dengeli yaklaşır, sadece bir türünü dinlemeyi yeğlemezdim. Hayat unsurlarına dengeli davranmaya çalışır, bir tarafı abartmaktan sakınırdım. Dini daha iyi yaşamaya bakar, hacca ve umreye gitmenin yolunu arardım. Dünyanın iyiliğine dua ederdim.
Ahlâk ve Ciddiyet! 
TAYFUN AMMAN
“Genç olsaydınız ne yapardınız?” sorusu aslında, “Şu anki gençlere ne tavsiye edersiniz?” sorusuyla paralellik arz etmekte. Ben genç kardeşlerimize, mesleğini hayat gayesi görüp, ciddiyetle yapmayı; okumayı, çalışmayı, sevmeyi öneririm. Çok kitap okumak değil, kaliteli kitapları çok okumak lâzım. Notlar tutarak, özetler çıkararak okumak. Zaman zaman oluyor, “Şu kitabı okudum” diyen bir öğrencime “O kitaptan bize neler anlatabilirsin?” diyorum, bir cümle söyleyemiyor. Bu okumak değildir. Ayrıca zıt okumalar yapmalısınız, tek yönlü okumalar sizi geliştirmez.
Madem işimiz dille, öyleyse edebiyat ile bağımız güçlü olmalı. Yabancı dil bilmeden olmuyor, ama önce anadilimizi, Türkçeyi iyi bilmeliyiz. Bunun da yolu edebi eserlerle haşır neşir olmak. Kim edebiyattan ne kadar uzaksa dili o kadar zayıf olur. Dilimizin sınırı düşüncelerimiz sınırıdır. Edebiyattan nasibi olmayanın konuşmasını dinlerseniz tat alamazsınız, yazısını okursanız yavan bulursunuz. Ve genç kardeşlerimize zamanlarını iyi değerlendirmelerini tavsiye ederim. Günlük, haftalık, aylık, yıllık planlar yaparak çalışmalı, boş şeylerle vakit geçirmemeli, gece yatma vakti geldiğinde o günün hesabını çıkarıp heba edilen saatler için üzüntü duyabilmeliyiz. Sekiz asır önce İranlı bilgenin şu sözü bir kâğıda yazılıp sık sık gözümüze çarpacak bir yere asılmaya değer: “Gafil halk yorgun argın bir laf eder: ‘Yarın olsa da bir iş işlesem’. Bilmez ki bugün dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın ne işlesin.”
Muhteşem bir medeniyetin çocukları olduğumuzu asla unutmayalım. Ama bugün ülkemizin iki büyük problemi var; birincisi ahlâk, ikincisi ciddiyet. Bu iki hususa özellikle dikkat etmelerini tavsiye ederim.
Var Gücümle İngilizcemi ve Arapçamı Geliştirirdim!
EROL GÖKA
Sizin için, daha doğrusu genç kardeşlerim için bir prensibimi kısa bir süreliğine ihlal edeceğim. Bu prensip, asla ‘keşke’ dememektir. Hatta ‘keşke’ demenin olmuş olanda hayır görmemek, kadere muhalefet etmek, Allah’ın iradesi hilafına bir şey dilemek anlamında günah olduğuna inanırım. Şaka yapmıyorum, hayatımdan çok memnunum, bu hayatı bana bahşettiği için Allah’ıma şükrediyorum. Ama genç kardeşlerimizin faydasına olabilir belki diye “şu an genç olsaydım ne yapardım?” sorusuna cevap vereceğim. Bir kere gençlik döneminin sadece modern zamanlara has bir yaşam evresi olduğunu bildiğimden, gençliğim nedeniyle beni doldurmaya, kendi istikametlerine yöneltmeye çalışan hiç kimseye dönüp bakmazdım. Sadece vatana, millete, ümmete daha yararlı olabilmek için kendimi geliştirmeye çalışırdım. Daha geç evlenirdim. Mutlaka bir sanat ve spor dalı ile ilgili hobi edinirdim. Örnek aldığım Batılı bir Müslüman düşünürü her şeyiyle öğrenmek için seferber olurdum. Hem sosyalliğimi hem merhametimi geliştirmek için gönüllü bir kuruluşta yoksullara, düşkünlere yardım etmek için elimden geleni yapardım. Tüm bunlardan arta kalan zamanımda var gücümle İngilizcemi ve Arapçamı geliştirmeye gayret ederdim.
Daha Fazla Öğrenebilmek İsterdim 
METİN KARABAŞOĞLU
En çok okuduğumuz sûrelerden biri olarak Yâsîn’de nedense anlamı üzerine düşünemediğimiz bir âyet, ömre ve yaşlılığa dairdir. Bu âyetinde “Kimin ömrünü uzatırsak, yaratılışça ona verdiğimizi eksiltiriz” buyurur âlemler Rabbi.
Öyledir. Ömür ilerledikçe, birçok kabiliyetimiz geriler. Ayaklar dermansızlaşır, kulak iyi duymaz, göz iyi görmez hale gelir, beden çabuk yorulur, hâfıza geriler. Gençlik gidip yaşlılık kapıya dayandıkça, ‘benim’ dediği, ‘kaybolup gitmez’ zannettiği nice özelliğin zayıfladığına, eriyip gittiğine şahit olur insan.
Ama bu esnada görür ki, gençken öğrenilen kayaya, yaşlıyken öğrenilen kuma yazmak gibidir. Gençken öğrendiği birçok şeyi yaşlılığında da muhafaza eder de insan, yaşlıyken aynısını öğrenemez.
O yüzden, genç olsaydım ne yapardım dediğimde, bütün kabiliyetlerin sünger gibi her şeyi emer halde olduğu; hâfızanın neyi kaydetse ‘daha yok mu?’ dediği, zihnin en hızlı işlemciden hadsiz kat daha hızlı işlediği o günlerde daha fazla öğrenebilmek isterdim diyorum. Kur’ân’dan daha fazla sûre ezberleseydim; daha da fazla okusaydım, daha iyi bir seçimle okusaydım, Arapça öğrenseydim, İngilizce’yi daha iyi öğrenseydim… diye uzayıp gidiyor liste.
İnsan, Bağdat çarşısındaki sermayesi eriyen adam, yani buz satan adam misali. Ömür sermayesi de eriyor, gençlik sermayesi de. Bu sermayeyi, bu dünyada ilerleyen hayatımızda ‘hikmet’e dönüşecek ve ahirette de elimize yapışacak şeyler için kullanmalı velhasıl. İyi kullanmalı; zaten iyi kullanıyorum diyorsak, daha da iyi kullanmalı…