
İsmail Abi, camiamızın vicdanı hür, dili acıtıcı, yüreği tıpkı bir şairde olması gerektiği kadar hüzünlü, delikanlı, temiz bir abisi. Kendisini yakinen tanımasak da, ona abi diye hitap edebilme samimiyetini bize aşılayan biri. Uzun zamandır röportaj yapmak için çabalıyorduk. Nihayet bizi kırmadı ve Gazze’den, sinemadan, geçmişten, İslamcılıktan, Yeni Türkiye söyleminden ve şiirden bahsetme imkanı bulduk. Buyrun.
smail Kılıçarslan, şiir ve gazete yazıları haricinde ve tabi elbette eylem organize etmek dışında, tam olarak neyle meşguldür?
Kızına babalık, evine reislik etmek için uğraşır. Kızının ‘ressam’ olma sürecini kaygıyla izler. Fazla kilolarını dert etmek yerine ‘nasıl yeni kilolar alabilirim’ projeleri yapar. Bir de gezer şu aralar. Bu gezme merakının ‘orta sınıf’ haline gelmekle yakından ilgisi olup olmadığını düşünür. İstanbul’un Anadolu yakasında bir ofisi vardır. Orada kimi belgeseller, kimi televizyon programları üretmeye çabalar.
“YAŞANTIMIN ŞİİRİ”NİN PEŞİNDEYİM
“İyisi mi bu şiir Esma diye bitsin / İyisi mi bütün şiirler Esma diye, Esma”, “Susma Hakkı” isimli şiiriniz böyle bitiyor. Bu güzel şiirin, hepimizin sinesine bir yumruk gibi oturan Mısır’daki katliamlar esnasında yazıldığı açık. Yani bir kriz durumu, bu anlamlı mısraları bir araya getirip şiiri oluşturuyor. Her şiir yazma süreci, şairin krizi ile rabıtalı mıdır?
Her zaman krizle değil, fakat her zaman ‘yaşantımla’ ilgili. Ben, yaşadıklarımın dışında şiir yazabilen biri değilim. Mutlaka yaşadıklarımı şiire dönüştürmem gerekiyor. Kriz, mutluluk, acı, şok, hüzün… ‘Yaşantımın şiiri’nin peşindeyim. Esma ya da Gazze ya da altın vuruşla ölmüş bir müptela… Yaşantımın bir parçası haline gelmezse yazamıyorum.
Şiir, Müslüman bir Genç’in nesidir? Şiir ile hemhal olmak bize ne katar, ya da bizden ne alır?
‘Şiir, aklın açtığı yaraları tamir eder’ diyor Novalis. İlk bakışta ‘ilaç markası’ zannedebileceğimiz bir Alman şair olur kendileri. Bugün hız ve haz çağında yaşıyoruz. Şiir bizi ‘yavaşlatma’ potansiyeli olan uğraşlardan biri, belki de birincisi. Yavaşlamak daha detaylı görmeyi, daha detaylı görmek hakikate temas etme şansımızı artırıyor. Yanlış anlaşılmasın. Şiir hakikate temas etmeyi dener, ancak çoğunlukla başaramaz. Bir Müslüman genç, şiirle okur ya da yazar olarak uğraştığında ondan beklenen şey ‘kalbi çalıştırma’ yeteneğini geliştirmektir. Kalp çalıştıkça akıl da gelişir. Çünkü Müslüman’ın aklı kalbinden ayrı değildir. Tıpkı bilgisinin duygusundan, hissedişinin kararından ayrı olmaması gibi… Hadi şöyle söyleyelim. Şiir bir kişisel gelişim aracı değil, kişiliğinizi geliştirebileceğiniz bir araçtır. Ancak bunun gerçekleşmesi için bir Müslüman genç için tek ve önemli bir şart vardır: Tıpkı diğer okuma-yazma uğraşları gibi şiiri de, tek bir Kitap’ın anlaşılabilmesi için okuyup yazmaktır.
Geçen aylarda izlenme rekorları kıran Düğün Dernek isimli filmde sizin şiirlerinizden birinden bir bölüm geçiyordu*, filmi izlediyseniz ne düşündünüz o an?
Filmin yönetmeni Selçuk Aydemir eski ve çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Ben şiirlerimi yüzüne karşı okurdum, o da bana aralarında ‘Düğün Dernek’in de olduğu projelerini anlatırdı. Dolayısıyla oradaki göndermeyi izleyince ‘bir dostun selamını almak’ anlamına geldi benim için.
Ocak 2010’da, Gerçek Hayat’ta manifesto niteliğinde bir yazı yazmıştınız, “İslamcılığınız sizin olsun, ben namaza başlıyorum, Yasin ezberleyeceğim” mealinde bir şey de vardı orada, o zamanlar neden böyle bir şey söyleme ihtiyacı hasıl oldu? Şimdi ne düşünüyorsunuz?
O yazıdaki ‘İslamcılık’tan kastımın anlaşılamadığını düşünmüşümdür hep. Bunun suçu da bendedir. Daha açık seçik ifade etmeliydim. Ben İslamcılığı dün de bugün de dünya için çok önemli bir fırsat olarak değerlendiriyorum. ‘Peki İslamcılık nedir’ diye sorulduğunda da ‘150 yaşında bir direniş ideolojisidir’ diye cevap veriyorum. Fakat Türkiye’de İslamcılığın birileri eliyle yıpratıldığı, yıpratılmaya çalışıldığı çok açık. Şöyle toparlayalım. Mesela Nuri Pakdil, Yusuf Kaplan, Sezai Karakoç, Hasan Aycın, Osman Nuri Topbaş, Ebubekir Sifil ve saire tertemiz adamları İslamcı olarak tanımlıyorsanız ben elbette İslamcıyım. Ama ne bileyim. Eliaçık, Bağış, Tezcan falan da varsa listenizde, ben o İslamcılığı almayayım, alana da mani olmayayım.
Geçen ay dergimizde ‘Yeni Türkiye’nin Yeni Gençleri’ni merkeze aldık. Bir süredir ‘Yeni Türkiye’ söylemi revaçta malumunuz, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Türkiye’nin de mi yenisi çıkmış? Teknolojinin hızına yetişmek gerçekten zor… Abi ben ‘bir şeyi yeni’ diye kutsamakla ‘eski’ diye reddetmek arasında hiçbir fark görmüyorum. İkisi de dangalaklıktır. ‘Yeni Türkiye’den kasıt ‘kutsamamamız gereken bir yenilik’ fikri ise bana müsaade. Ama ‘yeni Türkiye’ tanımıyla kastedilen ‘ülkemizde yaşayan herkesin haklarının eşit şekilde garanti altına alındığı bir yeni anasaya’ ise, Alevi açılımı ise, bir daha Kürtlerle-Türklerin birbirlerini öldürmemesi ise, Gezi’deki adamı da, Okmeydanı’ndaki militanı da ‘anlamaya çalışmak’sa, ümmet için atan kalpse, emperyalizmin her türüne kökten karşı çıkmaksa ben bu ‘yeni Türkiye’ için canım dahil her şeyimi ortaya koymaya hazırım.
‘Yeni Türkiye’den ne anlıyorsunuz? Sizin ‘Yeni Türkiye’ tasavvurunuz nedir ve bu bağlamda ‘Yeni Türkiye’nin Yeni Gençleri’nden neler beklersiniz?
Yeni Türkiye’nin yeni gençlerinden değil beklentim. Benim gençler için beklentim eski Türkiye’nin eski adamlarından. Gençliği ‘politika cambazı’ olarak yetiştirmeye meyyal bu eski kafalardan kurtulup gençliğe ‘yetiştirilmesi gereken çırak’ muamelesi yapacak bir ‘yeni Türkiye’ bekliyorum ben. Gençliği dizayn etmeye uğraşmak yerine ‘gençliğe yatırım yapacak’ bir Türkiye…
* “Kulağına bir ayet oku/parmağına bir yüzük tak/döne döne oyna ki meydan yiğit görsün.”