Etyen Mahçupyan ile sekülerlik ve muhafazakarlık kavramları merkezinde, estetiği, geleneği, moderniteyi, küreselleşmeyi, yeni Türkiye söylemini ve yeni nesli konuştuk.
uhazakarlık Neyi Muhafaza Etti?
Muhafazakarlık çok fazla tepkisel, kendi içine kapalı, kendisini kurmaya yönelik bir yaklaşım olarak ortaya çıktı ve gerçekten neyi muhafaza etti sorusuna da çok fazla bir cevap olmadı. Mesela estetik, sanat, kültür vs gibi alanlarda muhafazakar hareketler çok kötü sınavlar verdiler. Hızla siyasi bir pozisyona doğru savruldular. Hızlı kimlikleştiler. Böyle olduğu için de öteki ile teması kaybettiler.
Bu durum sadece Türkiye için mi geçerli, yoksa tüm dünyada böyle mi oldu?
Tüm dünya için böyle oldu diyebiliriz. Türkiye gibi ülkelerde daha sert oldu bu. Çünkü devlet, kendisi bir kimlik olarak empoze ettiği için, bunu hızlı yaptığı için, bunu çok dışlayarak yaptığı için, bunun tepkisi de sert oldu. Yine devletin yaptığı ama zamana yaydığı Fransa gibi ülkelerde nesiller içinde o devletin demokratik fonksiyonların da yardımı ile bir rehabilitasyon mümkün oldu. Ama - yine Batı’dan örnek vereceksek – İngiltere gibi ülkelerde çok daha fazla zamana yayılan ve kendiliğinden hareketleri kendi içine ekleyebilen bir muhafazakarlık çıktı.
Peki Osmanlı muhafazakarlığı?
Türkiye’de tam olarak bilemediğimiz ama bilmeyi arzuladığımız ve biraz da güzelleme şeklinde yaklaştığımız bir Osmanlı muhafazakarlığı var. Müziği, hayat tarzı, birbiri ile olan farkındalık, farklı kimliklerin yan yana olabilme hali. Bütün bunlar aslında muhafazakarlığın parçaları, ilginç bir şekilde bu toprakların muhafazakarlığı çok kimlikli bir muhafazakarlık. Bu anlamda da mezhepsel, dinsel kimliklerin çok dışında bir şeyden bahsediyoruz. Şu anda yeniden bir eşik geçiyor, belki de bu yeniden bakılan sekülerleşme ile, yeniden bakılan muhafazakarlık bir madalyonun iki yüzü gibi de olacak. Çünkü bu türden bir sekülerleşme şimdi söylediğimiz muhafazakarlığı taşımak isteyen bir sekülerleşmedir. Onu yüceltmek isteyen, onu kaybetmek istemeyen bir sekülerleşmedir. Bu bahsettiğimiz muhafazakarlık da sekülerleşme sayesinde çoğullaşmanın ve zenginleşmenin mümkün olduğunun farkındadır. Kendisiyle eleştirel bir ilişki kurabilme yeteneğine sahip olacaktır. Bütün bunlar Türkiye’nin önünde heyecan verici imkanlar şu anda.
Kavramların içini doldurma çabamızın sonucunda, sekülerliğin dünyayı önceleyen bir anlayış olduğunu, muhafazakarlığın da kökleri muhafaza etme yaklaşımı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Muhafazakarlık da son derece dünyevi bir şeydir. Dünyevi olan inancı kapsar.
Birbirini net bir şekilde ayıran bir imkana sahip değiliz o halde?
Nasıl yaklaştığınıza bağlı olarak, ikisi de çok geniş yelpazeler sunuyor. Muhafazakarlığı tamamen dindarlığa indirgeyen akımlar da var, hiçbir şekilde dindarlık ile ilişki kurmayan ama inancı zaten dünyevi olanın parçası olarak gören yaklaşımlar da var. Biz bizatihi dünyeviyiz, dünyada yaşıyoruz ama aynı zamanda da inançlarımız var. İnanç dediğimiz şey öyle çok da uhrevi bir şey değil. Günlük pratiğin içinde yaşayan, paylaşılan, konuşulan bir şey. Bu anlamda da geleneğin parçası, dolayısıyla muhafazakarlığın tabi ki asli unsurlarından birisi. İnancı tamamen dışlayarak bir muhafazakarlık üretemezsiniz. Ama sekülerlik de böyle, yani din olmasaydı sekülerlik olmayacaktı. Dolayısıyla sekülerlik dinden tamamen kopmak değil. Dinle beraber yürümeye çalışan bir şey. Dindarlık var olduğu için sekülerlik var oldu. Ve de dindarlıkla beraber sekülerleşme kendisini daha yaşanabilir hale getirdi. O yüzden de burada böyle kategorik ayrımlar, siyahlar ve beyazlar pek mümkün değil.
Türkiye ölçeğinde, özellikle de biz gençler özelinde baktığımızda, bir kesim gençliğin her geçen gün daha da sekülerleştiğini söylüyor. İbadetlerin daha fazla görünür olmasına rağmen dinin içselleştirilmesi anlamında bir sekülerliğin yaşandığı düşünülüyor. Bir kesim ise tam aksine genç kitlenin daha da muhafazakarlaştığını iddia ediyor. Siz nasıl görüyorsunuz?
Kimin baktığına çok bağlı bir şey bu. Aynı gence birisi “giderek daha da sekülerleşiyor” diyebilirken, başka birisi “hayır daha da muhafazakarlaşıyor” diyebiliyor. Laik kesimin içinden bakanlar karşı tarafı siyasallaştırmak üzere gözlemledikleri ölçüde muhafazakarlık görüyorlar ve muhafazaklık görmek de istiyorlar. Onların gözünde “işler kötüye gidiyor”un bir tür açıklaması muhafazakarlaşma.
İçeriden, birebir ve doğrudan bakarsanız, yeni nesillerin inancı dünyevi olanın içinde harmanladığını söylemek mümkün. Bu tür bir sekülerleşme, dinden uzaklaşma anlamını taşımıyor. Ama dindarlığın yeniden yorumlanması anlamını taşıyor. Dindarlığın düşünülmeden bir anlamda, kendiliğinde gündelik hayatın bir parçası olması ve içine giydirilmesi anlamını taşıyor. Eski kuşak bir Müslüman’ın gözünde yeni kuşaklar, bir tür dinden uzaklaşan insanlar gibi de gözükebiliyor. Ama hayat böyle bir şey.
Benim şöyle bir derdim var: Laik kesim ülkemizin en seküler kesimi olarak görülürken, Cumhuriyet mitingleri ile, statükoyu koruma çabası ile aslında basbaya muhafazakar bir yapıya sahip olduğunu; Ak Parti ile birlikte genişleyen orta sınıfın ise muhafazakar bir yapıda olduğu - hem kendileri tarafından, hem de ötekileri tarafından - nitelendirilmesine rağmen hızla sekülerleşme emareleri gösterdiklerini düşünüyorum. Ve ben buna “Seküler Muhafazakarlık” diyorum.
Bu doğru bir gözlem. Biraz önce ifade ettiğiniz sekülerlik kavramı hangi zihniyet ile yaklaştığınıza çok bağlı. Türkiye’deki Laik kesimde otoriter bir sekülerleşme mevcut. Bu Antalya’daki kadınlar plajı meselesinde olduğu gibi. Yüzlerce kişi gidip orada gösteri yapıyor ve böyle bir yaşam biçimini (başörtülü yaşam biçimini) reddediyoruz diyorlar, bunu da seküler insanlar olma adına yapıyorlar. Tamamen işin ruhuna ters. Bu artık muhafazakarlık da değil, düpedüz bağnazlık. Muhafazakarlık sonuçta bir değeri, değer olduğu için taşıma ihtiyacınızı yansıtır. Ve de o değer, kültürle gelen bir değerse muhafaza etmeyi anlamlı kılar. Burada böyle bir şey yok. Kamusal alanı boşaltma, tamamen kendine ayırma, tahammül edememe, dolayısıyla ötekiyle birlikte yaşamama “değeri” var. Bunların tabi bir değer olma ihtimali yok.
Söylediğiniz şey doğru, Türkiye’de Laik kesim kendisine seküler dese de hiçbir zaman seküler olamadı, çünkü kendisine mesafe alamadı. Kendisini, kendi zihninde yeniden inşa etmek üzere bir sorgudan geçirmedi. Kendi önyargılarını bir şekilde karşısına koyup bakamadı. Siyasi olarak muhafazakar bir yöne kaydı ama bunun da çizgisini orada çekmek lazım, muhafazakar kelimesini çok kullanmak da onlara fazla bir iltifat olur bence.
Sekülerler kendi içerisinde başarısız olurlarken, muhafazakarlar da estetik kaygılarını diri tutamadılar, kökleri ve geleneği muhafaza edemediler.
Anadolu’nun birçok yerinde estetik açıdan çok güzel evler ve binalar inşa edilmişken bu niye sürdürülemedi? Estetik bir yozlaşma var. Kendi değerlerini takip etmediği gibi, estetik bir şey gördüğünde de onu anlayamayan bir tür muhafazakarlık üretilmiş. Bunun tabi bir sürü sebebi var. Bir tanesi, bu muhafazakarlığın kemalizm tarafından kolunun kanadının kırılması. Bir taraftan da bence muhafazakar kesimin oturup kendi üzerine düşünmesi lazım.
Estetik olanla rabıtanın muhafazakarlar tarafından yitirilmesinin sebebi ne olabilir sizce?
Burada bir körlük var. Estetik olana, bir şekilde değerli olana, kültürü kuran unsurlara karşı bir körlük var. Tamamen gündelik hayatın içinde, maddi yükselmenin veya maddi getirinin anlamlı hale gelmesi durumu var. Her şeyi hızla ve bir an önce yapmak düşüncesi körlük oluşturdu.
Yeni Türkiye söyleminin içine baktığımızda “yeni bir inşa süreci”nin başlayacağı görülüyor. Estetik ve gelenek kaygısı güderek bir inşa gerçekleşebilir mi?
Umarım öyle olur. Buraya anlamlı bir yatırım yapılmasını ümit ederim. Bunu devletin yapmasını beklemek çok mantıklı değil. Devlet ön açar belki. Davet edebilir. Bu tür alanlarda çalışacak olanlara kim olursa olsun yardımda bulunabilir. Türkiye’nin öyle bir şeye ihtiyacı var. Bu coğrafyaya ait olan bir estetiğin peşinden gitmek, bu coğrafyaya ait olan o insanı, o kültürü, etkileşimi yeniden yakalamak çok ihya edici bir şey olur. Sivil toplumun ve üniversitelerin işin içine girerek yapabilecekleri bir şey bu.
Türkiye’deki bu yeni kuşağın harika işler çıkaracağına dair bir beklentiniz var mı?
Adım adım bunun olacağını düşünüyorum. Türkiye’de kesinlikle her alanda çok parlak bireyler çıkacak. Türkiye o kişileri burada tutabilecek mi? Asıl soru bu. O parlak yetenek çıktığı zaman bütün dünya ona kucak açacak. O da kendi kariyerini düşünmek durumunda olacak. Belki de yurtdışına giderek Türkiye’ye daha fazla hizmet edecek. Mesele o kişileri burada tutabilecek zemini oluşturabilmek. O hareketliliği, canlılığı oluşturabilmek. Bu da çok daha fazla kozmopolit olabilmekle mümkün.