Eylül 2014 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Güncel bir derde, yalana, yalanla kirlenmiş hayatlara dair bir yazı kaleme almışsın. Hikâye-deneme arasında bir yazı. Cümlelerin düzgün, anlatımın iyi. Biraz daha billurlaşmış olsaydı sözlerin, üslup biraz daha akıcı olsaydı, ‘Ayın Yazısı’ adayları arasına alırdım. Ümit verici bir yazı. Gayretle, sabırla devam.
Bedri Karaismailoğlu
Bilemezsin, bir gün neler göreceğini,
Aslında o kadar da uzak değil hiçbir şey.
Duy, dokun, düşün ve hayal et
Ama sakın konuşma,
Temiz kalanlar, sanırım sadece susanlar.
Yeni yapılan yerel seçimlerden sonra çalışmalarına bir süre ara veren belediyenin yüzünden mi, yoksa artık beş duyu organıma etki etmeye başlayan düşüncelerimden mi bilmiyorum, ama bu şehrin sokakları leş kokuyor. Öyle kesif bir koku ki, sanırsın kanalizasyon caddelere akıyor. Ve her sokak başında yan kesiciler, haramiler, laf ebeleri, hakikat tacirleri. Çalıyorlar çırpıyorlar, eğiyorlar büküyorlar kelimeleri. Ordan burdan duyduklarını birbirine yamalıyor ve sonra dalgalandırıyorlar bayrak gibi. Hem de ne bayrak, sanırsın uğrunda can verilesi. İşittikleri herşeyin doğruluğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorlar bilmiyorum. Referansları gazete manşetleri, arkadaş sohbetleri, internet haberleri. Ama sorsan hepsi su götürmez gerçek, gözü kapalı güvenilesi. Anlamıyorum, herkes nasıl herşeyden bu kadar emin? Nuh peygamber mi haberini verdi selin? Musa aleyhisselam mı dedi benimle kutlu şehre gelin? Şu yüksek tepeye çıkıp, dağın ardından bir ordu yaklaşıyor mu dedi sanki Muhammed-ül Emin? Cebrâîl’in sesi gibi yalansız mı nefesin? Haşa Allah(c.c.) göklerden haber mi gönderdi, söyle, yalanları gömülesi dibine yerin?
Yedi yüksek dağa anlattım söylediklerinizi, yerle bir oldu yürekleri. Sordular kimdir bu konuşanlar ileri geri, görmüyorlar mı yangını, yükselen alevleri de, pervasızca savuruyorlar bunca hesapsız sözleri. Bilmem dedim, anlayamaz olduk, kimin kapalı kimin açıktır gözleri. Sordum, yok mudur bir kurtuluş yelkeni. Bize sorma, biz taşıyamayız bu yükü dediler, üzerimize kar yağsın, boran düşsün, dünya göğe yükselip başımıza çöksün, ama Allah korusun, çok ağırdır onların semerleri.
Birbirimizden hiçbir farkımız yok, ister üç grup olalım, ister beş, isterse bin. Hepimiz vazgeçilmez aktörleriyiz bu kirli piyesin.
Hazır başlamışken bugünden dökelim eteklerimizdeki bütün pislikleri. Dökelim ki kalmasın elimizde avucumuzda bir şey yarını kirletmek için. Boğazlarımıza sarılıp sıksın melekler, sıkıp yalanlarımızı kursaklarımızdan çıkarsın. Hesapsız cümlelerimizi savururken etrafa, hepimiz kirlendik. Bir gün susmadık, tek gün ara vermedik. Ses tellerimizi çatlattık, kulak zarlarımızı patlattık. Dünyanın dört bir yanından yükselen çığlıklar sesimizi bastıramıyor madem, yardıma çağırıyorum yağmurları, gök gürültülerini, şimşekleri, ve hepsinden önce Mikâil’i. Yetmezse Sûr’unu en yüksek perdeden üflesin İsrâfil. Evet İsrâfil diyorum. Belki gitmeye hazır değilim ama zararı yok. Biraz daha konuşursak kıyamet zaten kopacak.
Gün bitti, mevsim geçti, biz yine devam ettik hesapsızca konuşmaya, kırmaya, parçalamaya. Konuşan herkes kirlendi, ve sanırım hepimiz konuştuk. O kaçınılmaz gün geldiği zaman boğazımıza dolan kan kesebildi ancak sesimizi. Konuşamadık, yalnızca hıçkırabildik. O an gözlerimize bakabilenler gördü, bazen suskun bir çift gözün bir ömür boyu anlatılanlardan fazlasını söyleyebileceğini.
Şimdi tanıklık etmeye çağırıyorum, kanepemin yastığını, çay koyduğum kupamı, oyun konsolumu ve akıllı telefonumu. Daima zararda olduğuma dair, tanıklık etmeye çağırıyorum. Ve artık konuşmak istemiyorum. Biliyorum, temiz kalabilmenin en çirkin yoludur susmak, ama başka çarem kalmadı. Temiz kalanlar, sanırım sadece susanlar.