
Bir tarif edilebilecek, belli bir kategoriye konabilecek gençler var. Kimlikleri olan, iyi ya da kötü bir derdin peşinden koşanlar... Bir de tarif edilemeyenler... Tarihsiz, bilgisiz, kimsesiz ve işin acısı kitapsız bir gençlik... Onları herhangi bir kimlikle tarif edemiyor, kendilerine bir dert yakıştıramıyoruz. SEKAM’ın yaptığı gençlik araştırması işte bu gençliğin profilini gözler önüne seriyor. “Ateistiz dediksek de Allah’sız değiliz” cümlesi ile mahiyeti az çok anlaşılabilecek bu gençleri anlamak zorundayız. Diğer türlü işimiz zor, geleceğimiz karanlık...
“İnsan”ın macerasını, daha bedeni yokken, yaratılmaya karar verildiği anda başlatsak da, tabiri caizse asıl atraksiyon, şeytanla karşılaşma anıdır. Hani bir nevi, filmlerin/romanların gelişme bölümünün başlaması gibi. Ondan sonra çekişme/mücadele hiç bitmez. Biz farkında olsak da olmasak da heyecan hep dorukta. İnsan ile şeytan ve nefsi arasındaki mücadele her an devam ediyor.
Şeytan, zamanın oyuncaklarını kullanmada mahir. Eline geçen her fırsatı kullanmada gayretli. Modern zamanlar bu gayrete oldukça fazla malzeme sağlıyor. İnsanın rahmet nazarı/niyeti ile dokun(a)madığı her şey, bir başka yöne kayıp gidebiliyor.
Zamanın oyuncakları her ne kadar farklılık arz etse de, aslında insan hep aynı insan. Fıtrat aynı. Nasıl ki toprağı boş bıraktığınız anda yabani otlar sarıyorsa, topraktan verimli ürün alabilmek için, hem ürüne hem de yabani otları temizlemeye gayret etmeniz gerekiyorsa, insan için de durum benzer. Her anımız hem daha iyi bir seviyeye ilerleyebilmek hem de şeytana/nefse kapılmamakla geçmek durumunda. Peygamberimizin “göz açıp kapayıncaya kadar” bile nefs eline düşmemek için dua etmesi, bize bu duayı öğretmesi elimdeki en büyük delillerden biri. Yine Asr Sûresi de bu anlamda gözümüzü açmak istemez mi? Hakkı ve sabrı tavsiye etmek çerçevesi dışında, hep hüsran olma tehlikesi..
Cennetteki o elma ağacından bu yana, imtihanlarımız hiç bitmiyor. Kıyamete kadar da bitmeyecek, ya kendi kıyametimiz yahut dünyanın kıyameti. Bir karikatürde insanlık tarihini etkileyen elmaların resmi çizilmişti. İlki cennetteki elma, sonuncusu da bilgisayar markası olarak bildiğimiz elma. Bir nevi bilgi teknolojilerini, modern zamanları, sosyal medyayı temsil eden elma.
Mesnevi’de geçen bir başka elmayı hatırlayalım. Adamın biri uyurken ağzına yılan girer. Bunu gören bir yolcu adama yardım etmek ister. Fakat yılan yuttun dese, adam kötü olacak. Ona zorla çürük elma yedirir. Sonra zorla koşturur, sıcak güneşin altında. Adam inleyip feryat eder, bana yaptığın zulme bak, der. Nihayet çürük elmalar ile fenalaşan midesinde ne var ne yok dışarı çıkarır. O zaman fark eder ki bu adam, aslında ona büyük iyilik yapılmıştır. Şimdi bir de bu çürük elmaları koyalım kenara.
Nerede bir çukur var, sular oraya dolmaya başlar; nereye bir çöp atılmış, arkası gelir ve orada çöpler çoğalır; nerede bir zayıflık var, oradan kopmaya, delinmeye başlar bütün. Bütünü sağlam tutmadıkça, geneli temizlemedikçe de böyle sıkıntıların gelip bizi bulacağı kesin. İster bir sokağın temizliğini düşünün ister bir insanın ruhunu. Kemale doğru bir yol tutmamış insan, kendi haline de bırakılırsa elbet çürükleri, çukurları çok olacak, hele ki bu devirde. Çünkü şeytan ve avanesi her zaman iş başında. Kurallardan, geleneklerden, ahlaktan özgür olmayı hedefleyen her görüş, aslında bunları kovarak yanında sadece şeytanın kalmasını sağlamış oluyor.
Gençlik kendi kendine kötüye gitmiyor. Bizim ihmal ettiğimiz her sorumluluğumuzla, nesil ahlaki açıdan irtifa kaybediyor. Bağlantıları düzgün kuramıyor. Öğretilen farklı, yaşanılan farklı olunca bölünmeler başlıyor.
SEKAM’ın yaptığı gençlik araştırmasına bir de bu pencereden bakalım. Araştırma sadece popüler bir iki söylemle ziyan olmasın. “Ateistiz dediksek de Allah’sız değiliz” cümlesi araştırmanın bir bölümünü özetliyor sadece. Gençler üzerinde yapılan bu araştırma, aslında nesil üzerinde alarm veren birçok noktayı gözler önüne seriyor.
Kısır döngü kavramını bilirsiniz. Seksenler dizisindeki Fehmi Baba’nın, “düşündükçe sinirleniyorum, sinirlendikçe düşünüyorum” diye tarif ettiği, birbirini besleyen çıkmazlar. Bu araştırmaya bir de bu gözle bakmayı teklif ediyorum. Çünkü televizyon çıktı çocukların ahlakı bozuldu, sosyal medya yaygınlaştı iffet kalmadı vs cümleler, suçu başkasına atma psikolojisini hatırlatıyor bana. Bir nevi sorumluluğunu da ortadan kaldırma suçluluğu. Ne diyeceğim yarın hesap gününde? Allah’ım dizi çok heyecanlıydı o yüzden namazımı kaçırdım, mı? Çektiğim fotoğrafları çok beğeniyordu, çok güzel yorumlar yazıyordu, o yüzden gönlüm kaydı, mı? Çocuğuma oğlum kalk namaz kıl dedim ama bilgisayar başından kalkmadı mı diyeceğim? Ben camiye gönderdim, elimden geleni yaptım mı diyeceğiz?
Araştırmaya özellikle bu noktadan bakalım istiyorum ki, kendimizi de hesaba çekebilelim. Yoksa göreceğiniz bazı rakamlar sadece ahlanıp, vahlanmamız için değil. Gençlik nereye gidiyor sorusunda önce kendimizi sorumlu tutmamız için. Çünkü gençlik kendi kendine kötüye gitmiyor. Bizim ihmal ettiğimiz her sorumluluğumuzla, nesil ahlaki açıdan irtifa kaybediyor. Bağlantıları düzgün kuramıyor. Öğretilen farklı, yaşanılan farklı olunca bölünmeler başlıyor. Bir yanda erdem, fazilet hikayeleri dinlerken, diğer yandan sadece markanın, paranın, şöhretin prim yaptığını görüyor. Bedeni hazların peşinden koşarken ruhunun açlığını gizleyemiyor. Sonra ateistim diyor ama Allah’a inanıyor. Sonra Müslüman’ım diyor ama nikah dışı beraberliği yadırgamıyor.
Evet gençlerin çoğu her işin, laklakında. Dikkat çekecek herşey mübah, her mevzu gülünebilir diye bakıyor. Fakat onlar; ana kucağında “sen sus, nerden bilecen”, baba ocağında “adam mı oldun da konuşuyon”, okulda “din gerilememize sebep oldu”, camide “Allah taş eder”, atasözünde “devletin malı deniz, yemeyen keriz”, menkıbelerde ‘‘harama el sürülmez,’’ diye büyüyen çocuklar değil mi? Şimdi durup, “biz şizofren olmayalım da kim olsun?” demez mi bu gençlik?
Kıymetli yazar Ayşenur Vural, geçtiğimiz günlerde bir noktaya temas etti. Fatma Barbarosoğlu hanımın “Yalancı! Paylaşmıyorsun, paylaşmıyoruz, paylaşmıyorlar” (13.12.2013) başlıklı yazısı üzerine düşündüklerini aktarırken:
“Sosyal medyadan uzaklaşsa ne yapacak bu insanlar? Telefondan başını kaldırınca insaniyet perdeleri ortadan kalkacak mı? Mesela medrese tahsiline mi başlayacak? Hafızlık mı yapacak? Alternatifi değil birbirinin. Dört duvar aralarında gidip geliyoruz. Ev, iş, okul. “Gül bahçesinde başını dizlerine koyup içinin baharını seyreden genç” var ya dedim dostum Mesnevi’ye, kuyuda Yusuf Peygamber, Hira’da Peygamberimiz (aleyhissalatu ve selam); bize o ruh lazım, herkes biliyor bunu...
İnsan her zaman aynı insan. Bahaneler de aynı, saikler de aynı.
Mahiyet ve hâsiyet yani nitelik ve özellik bakımından herkesin kendini gösterdiği diğer tüm imtihan kalemlerinden biri bu sosyal medya meşguliyeti. Neysen osun, her zeminde.
Bu neden önemli oldu senin için birdenbire dedi dostum Mesnevi, bu gülerek soruşta dostluk var. Islah değil bu çünkü, iptal... Kendini din dışı bir ortamda ve bir iş üzerinde bilen kişi daha iyi yapma duygusundan mahrum kalır. Şeytanın sağdan yaklaşması düpedüz. Oysa hassas zemin bilse daha özenli yürüyecek yolunda. Sanal da olsa..”.
Kendini ateist olarak tanımlayanların namaz kılması kadar, kendini Müslüman olarak tanımlayıp, insanların şahit olmadığı yerde haşa Allah yokmuş gibi günah işleyen aktüel ateist ilginç değil mi?
Gayet dindar vasıflı insanların oturduğu bir semtte çarşaf giymeyi tercih etmiş bir veli, çocuğunu çağdaş bir derneğin açtığı matematik kursuna gönderiyor. Sadece matematik öğreniyorlar bir şey yok ki, hem bedava diye kendini savunduğu o kursta olanlardan, erkek çocuğunun erkek arkadaşı ile olan ahvalinden habersiz bu anne.
Televizyondaki yayınların çocukların zihnini nasıl programladığı anlatılan bir seminerde, anne “ne yapalım peki” diyor? Çocuk illa ki o çizgi filmi izleyecekse, oturun onunla beraber izleyin diyen konuşmacıya, “o kadar vaktim yok” diyor anne.
Dantel örmeye, cupcake pişirmeye, maç izlemeye, haber yorumları dinlemeye vaktimiz var, çocuklarla sohbet etmeye vaktimiz yok. Dikkat edin, konuşmak demiyorum, sohbet etmek. Türk toplumunda babalar ortalama 4 dakika kadar çocuklarıyla konuşuyormuş her akşam, 2 dakikası ödevini sormak için. Tanıdığım genç bir baba, oğlunu sakinleştirmek için kucağına alıyor, beni dinle diye sarıyor çocuğu, sus beni dinle. Çocuk içine gömdüğü hıçkırıklarla babasını dinlemeye çalışıyor. Babası güzel güzel konuşuyor, sorunu çözdüm sanıyor, çocuğunun kendi gözlerine bakmamayı tercih ettiğinden habersiz.
Gençliğimiz tarihinin yazıldığı dili okuyamıyor; tarihsiz, eğitim sistemimiz en az 12 sene İngilizce ve İnkılap dersi veriyor ama öğretemiyor; gençler bilgisiz; kimseye ve özellikle babaya güvenilmeyeceğini düşünüyorlar yani bu gençler kimsesiz. Kimsesizliğini belli etmemek için midir, daha da bencil duruşlar sergiliyor. Zahmetsiz rahmet istiyor. Taşın altına elini koymuyor. Düşene tekme attığı gibi, dönüp yardım etmek de istemiyor. En fazla teması bir kare fotoğraf çekene kadar.
Geçtiğimiz günlerde sanal dünyanın önemli bir dizi izleme sitesi kapatıldı. Sanal alemde kopan fırtına ibretlikti. Sitenin kapanmasını ciddi bir rahatsızlıkla karşıladı birçok genç. Her kesimden birçok genç. Yine bu sebeple aktarılan bir tepki bakın nasıl? “Dizi sitesi kapanınca namazlarım düzelir zannetmiştim ama yine düzelmedi, bu defa el işine sardım.” Bu genci namazdan alıkoyan diziler değil, namaza uzak durduğu için oluşan boşluğu dizi ile yamamaya çalışıyor. Diziler gidince, o boşluğu bu defa el işi ile doldurmaya çalışıyor. Nafile. Ruhumuzun hastalıklarını sıvamak için bu devirde çok fazla malzeme buluyor oluşumuz, bizi tamamlamıyor. Sorun namazı hakkıyla bilmememizde. Sorun zan hastalığının, dedikodu hastalığının, kibrin pençesinde kıvranan insanlığımız. Allah muhafaza, Instagram olmasaydı da süslü püslü hallerine beğeni kalpleri toplayan kızımız, kim bilir hangi bataklıklara yaklaşacaktı. Gece evinde, yorganın altında, cep telefonundan müstehcen yayınlar izleyebilen gencimiz, o akıllı telefonu olmasaydı, belki zina çukurunda debelenecekti.
Çünkü aklı telefonlara, arkadaşlığımızı facebook’a, okuma ihtiyacımızı twitter’a, kalbimizi mahrem pozların beğenisine devrettik.
Hatırlayın İhlas Holding krizinde, “İhlas battı” manşetleri atıyordu gazeteler. Tekbir, meydanlarda ve defilelerde yıprandı. Takva hem otel adı hem de oyun. Zaten nihayetinde hepimizin “kalbi temiz”.
Gençlerle ilgilenmek lazım. Gençlerin dilini, nefsini, yaşadıkları zemini anlayan ve onlara yol gösteren ama aynı zamanda o yolda yürüyen biri lazım. Dini yaşayan, genci anlayan, rahmet nazarı ile bakabilen insanlar lazım.
Bir zamanlar bize “müzik haram” diye şarkı, türkü vs dinlemememiz gerektiği söylenirdi. Bir zamanlar eve mobilya almak, haram sayılırdı. Şimdi kimse bu konularda fikir beyan etmiyor. Saray mobilyalarını gölgede bırakacak mobilyalarımız var artık. Artık içindeki sözleri kaldırsanız, müziğinde kadınların coşkulu raks edebileceği zikirli ilahilerimiz var. Halbuki zaten Itrîmiz, kendi el emeği mobilya üreten bir padişahımız vardı bizim. Onlarla bağlantımız kesildiği gibi, müziği, mobilyayı ve şimdilerde de sanal zemini, modayı gençler için yorumlayacak, onlara bakış açısı kazandıracak alimlerimiz, akillerimiz yok. En azından gençliğin çoğu bundan mahrum.
Gencin kimliğini, modern dünya hayatına, İslam penceresinden bakacak anlayışla inşa eden bir geleneğimiz, sistemimiz yok maalesef. On adım tökezlemeden gitsek, on birincide afallıyor, yere yığılıyoruz.
Kendini ateist olarak tanımlayanların namaz kılması kadar, kendini Müslüman olarak tanımlayıp, insanların şahit olmadığı yerde haşa Allah yokmuş gibi günah işleyen aktüel ateist ilginç değil mi?
Şimdi tutup da sadece bir yönü işaret edemeyeceğiz suçlu ararken. İlla ki edeceksek, parmağımızı kendimize çevirelim. Tarihiyle, kökleriyle bağlantısı kesilmiş, dinini yaşaması engellenmiş, korkutulmuş, hapislerde işkence görmüş bir neslin torunlarında bu tür sıkıntılar çıkması çok da anormal değil.
Bilgimiz eksik, ahlakımız kusurlu olduğundan, görüntümüz, gücümüz, popülerliğimiz ile var olmaya çalışıyoruz. Ve bu meydan o kadar kalabalık ki, yükselmek, biraz daha öne çıkmak, görünür olmak için birilerinin üstüne basmaktan çekinmiyoruz.
Karton dekorlar önünde, kiralık kostümlerle mutlu roller oynayan aktörlerden farkı yok çoğumuzun. Perde arkası ise içler acısı.
Evet bize iyi bir gençlik politikası lazım. Gençlerle ilgilenmek lazım. Gençlerin dilini, nefsini, yaşadıkları zemini anlayan ve onlara yol gösteren ama aynı zamanda o yolda yürüyen biri lazım. Dini yaşayan, genci anlayan, rahmet nazarı ile bakabilen insanlar lazım.
Bu zamanda çürük elma yiyenimiz, onlardan hasta olanımız çok. Fakat umulur ki onlar da bizim saframızı boşaltsın, biz de selamete erelim.
GENÇLERİN %72`si Biraz modern, biraz geleneksel
Biraz ondan biraz bundan. Bu durum melez ve şizofrenik bir kimlik bunalımını temsil etmektedir.
GENÇLERİN %80`i internet kullanmaktadır. İnternet kullanımı arttıkça toplumdaki ahlaksızlıkların onaylanma oranı artmaktadır.
Bu durum internetin aile hayatı üzerinde ciddi derecede tahrip etkisi olduğunu göstermektedir.
GENÇLER NE DÜŞÜNÜYOR?
Bugünün dünyasında babaya bile güvenilmez!
Kesinlikle katılıyorum % 16
Katılıyorum % 21
Kararsızım % 21
Katılmıyorum % 28
Kesinlikle katılmıyorum % 15
MÜSLÜMAN, DİNDAR, İSLAMCI GENÇLERİN:
Eşcinsçiliğe Bakışı
Bireysel tercih, kimseyi ilgilendirmez % 14
Onaylamıyorum ama beni ilgilendirmez % 34
Kararsızım % 2
Olmamalı, yanlış % 18
Sapıklık% 12
Günah % 9
Ahlaksızlık % 12
GENÇLER NE DÜŞÜNÜYOR?
İnsanlar Hakkındaki Genel Düşünceniz Nedir?
Çok güvenilir % 1
Güvenilir % 29
Güvenilmez % 59
Hiç güvenilmez % 11
GENÇLERİN %22`si“ Kızlı erkekli aynı evde kalınabilir.” düşüncesinde.
(Kesinlikle Katılıyorum veya katılıyorum diyenler.)
MÜSLÜMAN GENÇLER NE DÜŞÜNÜYOR?
Hayatta kişiye değer katan en önemli özellik nedir?
Eğitim/Bilgi % 51,1
Aile % 21,3
Din/Ahlâk % 15,2
MÜSLÜMAN, DİNDAR, İSLAMCI GENÇLERİN % 44’ü “Kamuda başörtüsüne izin verilmelidir.” düşüncesinde.
(Kesinlikle Katılıyorum veya katılıyorum diyenler.)