
Şubat 2014 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Cümlelerin gayet başarılı biçimde aktığı, olay örgüsü sağlamca kurulmuş, neyi niye söylemek istediği açık bir hikâye göndermişsin. Olay ve kişi tasvirlerin de başarılı. Gayretle, sabırla devam ettiğinde kalemini çok daha ileri noktalara taşıyacağın ümidini veren bir hikâye olarak okudum yazını. Ayın Yazısı olmaya aday bir yazı olarak da gördüm. Sabırla, taş üstüne taş koyarak devam. Yolun açık olsun...
Efe Sönmez
Uyandığında midesi bulanıyor, kusmamak için kendini zor tutuyordu. Dün akşam olanları hatırladı. Ailesinden habersiz belki de böyle bir şey yapmaması gerekirdi. Arkadaşlarına uymuştu. Hatırladıkça başı ağrıyordu. Okulunun üçüncü yılında birçok arkadaşı vardı ve çevresi çok genişti. Sadece fakültesinden değil tüm okulda iyi kötü bir çevresi vardı. Belki de çekingen kişiliği nedeniyle bu denli çok arkadaşı olabileceğini kendi de beklemiyordu. Küçüklüğünden beri onun yakasını bırakmayan şu hastalığı canını çok sıkıyordu. Annesi ve babasıyla çokça utanarak pek çok doktor gezmişlerdi. Çaresi yoktu hastalığının, çünkü bu durum tamamen onun ruhsal durumundan kaynaklanıyordu. 10 yaşından beri bununla yaşamak zorundaydı, daha doğrusu zihnini değiştirmedikçe hep böyle kalacak ve hiç değişmeyecekti. Tüm bunlar aklına gelince yüksek bir sesle küfür savurdu. Sonra yapmış olduğundan pişman olmuşçasına ağzını sert bir hareketle ve canı yanana kadar belki de bilinçsiz bir şekilde iki eliyle kapadı. Tekrar eskilere daldı. Bu sırada evinin alt katından kendi odasının bulunduğu ikinci kata yavaşça yaklaşan bir çift ayağın sesini duydu. Sesler gittikçe yaklaşıyordu. Başı çatlayacak gibiydi. Hemen bir ağrı kesici almazsa öleceğini dahi düşünüyordu. Sonraları bu düşüncenin absürtlüğü kendisine de komik gelmiş ve gülmüştü. Sesler iyice yaklaştı.
- Oğlum, içeri girebilir miyim, sesi duyuldu kapı dışından. Annesinin sesi, yapmış olduğu hatalarını yeniden hatırlattı kendisine. Yeniden utandı. İmkanı olsa evi terk edecekti.
Biraz kendisini toparlamaya çalıştı. Ancak ne yaptıysa da üzerine sinen şu pis alkol kokusunu def edemiyordu. Alkol kokularına karışan sigara ise üzerinden hiç çıkmayacakmışçasına öyle bir sinmişti ki, bu bile tek başına kendisini ele vermeye yeterdi. Annesi halen kapıda bekliyordu. Bu durumu daha uzun süre devam ettirmesi bir takım şüphelere yol açabilirdi. Bunları aklından geçirirken yeniden sevgili annesinin sesi duyuldu:
- Oğlum daha uyanmadın mı, öğlen olacak neredeyse. Bu sesle tekrar irkildi. Odasında duran dede yadigarı antika saatin dev göstergelerine baktı. Sahiden de annesi doğru söylüyordu. Saat 12.00’yi çoktan geçmişti. Neyse ki bugün cumartesiydi ve okul yoktu. Annesinin sabırsız nefes alışları, kalbini, ürkek bir güvercininkine benzetmişti. Nasıl da heyecanla atıyordu kalbi göğüs kafesinin içinde.
Mutlu ailesi, muhafazakar bir yapıdaydı. Kendisi tam öyle sayılmasa da yine de bu ailede yetişmişti, uyması gereken kurallar vardı. Bazen kurallar o kadar saçma geliyordu ki, kimi zaman kuralları olmayan bir yerde yaşamayı düşlüyordu. Tabi hayal gücü çok da iyi sayılmazdı. Bunun gibi kurduğu abuk sabuk düşler, daha olgunlaşamadan yerini bir diğerine bırakıyordu. Halen bunu ailesine nasıl yapabildiğine anlam veremiyordu. Kafası o kadar karışıktı ki; en basit bir konuda bile akıl yürütecek hali yoktu. Tabi bu halsizliğinin başlıca nedeni dün geceydi. Ailesine hiç de uygun olmayan davranışlarını düşündükçe korkak bir yavru kedi gibi oluyor, arkadaşlarını düşününce de hırçın bir şahin gibi hissediyordu kendini. Düşündükçe sinirleniyordu. Arkadaşlarına içinden bir küfür savurdu. Yine utandı, sonra yeniden küfretti. Onu bu hale getirenlerin tümüyle o işe yaramaz arkadaşları olduğunu düşünüyordu. Her suçlu insanın sahip olduğu düşünceler onun da aklını, düşüncelerini esir aldı. Suçlu değildi, tamamen başkalarındaydı suç. Babası da ona bir keresinde bu arkadaş çevresinden uzak durmasını tembihlemişti. Gençliğinin verdiği otorite tanımaz ve dik kafalılığı tutmuştu o zamanlar.
Annesi halen kapıdaydı.
Nurten Hanım, her zaman çocukları için yaşamış, yaşadıkları onca sıkıntıya rağmen çocuklarının eğitimi başta olmak üzere her türlü ihtiyacını aksatmamak için türlü cefalar çekmişti. İşte şimdi hasta olmuştu. Yılların birikimi, onu 65 yaşında hasta yapmıştı. Halis yataktan henüz kalkamamışken annesinin bu durumu gözünün önüne geldi. Neler yaptığına inanamayan bir vaziyette kendini dua ederken buldu yatağının üzerinde. Kapıyı açacaktı. Peki ya ne diyecekti? Suçu yoksa yine o malum arkadaşlarına mı atacaktı? Bu sorular kafasından dönüp dururken ayağa kalktı. Ancak kalkmasıyla ayağının topallığını yeniden hatırladı.
Çocukken bir yaz ayında tatile gitmişti ailesiyle. Babası Murat’ı defalarca uyarmıştı annesi. Ama o dinlememişti Nurten Hanım’ı ve sonunda kaza yapmışlardı. Bu sırada Halis, birden duygulandı. Gözlerinden akan yaşlarla önünü göremez hale geldi. Babasını nasıl da özlemişti ama… Bir daha onu göremeyecek olması, yüreğinde yeniden, hiç dinmeyen bir sızıyı duymasına yol açtı. Sonra aklına takvim yapraklarına bakmak geldi. Bugün 17 Kasım idi. Bu tarih Halis’in yaşamında çok önemli bir yere sahipti. Çünkü az önce aklına gelen babası, çok sevdiği, onu yetiştiren, hiç yanından ayrılmayan, her şeye ve herkese karşı biricik oğlunun arkasında duran o koca yürekli, dünyaları verseler değişemeyeceği babasını kaybettiği gündü. Nasıl da aklından çıkmıştı bu tarih. Dün geceyi yeniden hatırladı. Bu sefer babasına duyduğu saygıdan küfür etmedi. Annesinin neden kapıda ısrar ederek beklediğini şimdi anlamıştı. Normalde okulun olmadığı gün, Nurten Hanım oğluna hiç dokunmaz, Halis de geç yatar, geç kalkar, bu durum her ikisini de memnun ederdi.
Bugün annesiyle birlikte sevgili babasının mezarına gitmesi gerektiği hatırladı. Beyninde şimşekler çaktı bir anda. Ancak annesinin onu bu perişan halde görmesi, uzun yıllar önce kaybettiği Murat’ının acısını bir kez daha en derinden duyduğu bu günde hiç de yakışık almazdı. Hem bir çocuk çok sevdiği babasının ölüm yıldönümü nasıl unutabilirdi ki? Ayık kafayla belki bunlar düşünülebilir ama şimdi Halis’in bu durumdan bir an önce en az hasarla çıkması gerek idi. Biraz düşündükten sonra elbise dolabını açtı Halis. Büyük bir dolaptı. Ancak dolapta çok elbise yoktu. Halis giyinmeyi pek sevmez; bu nedenle sınırlı sayıdaki elbiselerinden gözüne en temiz görüneni seçti ve hızlı hızlı üzerine geçirdi. Yeniden ayak sesleri duydu. Şimdikiler az öncekiler gibi yakınlaşmıyor, aksine sert bir şekilde uzaklaşıyordu.
Bu durum onu çok memnun etti. Annesinin karşısına bu şekilde çıkamazdı. Emin olmak için bir süre annesinin uzaklaşmasını bekledi. Kapıyı yavaşça araladı ve etrafı kolaçan etti. Annesiyle evde yalnız yaşıyorlardı. Kendisini bu berbat durumda görecek bir kimse olmadığı için rahatça banyoya gitti. Ayna karşısında da pek vakit geçirmeyi sevmiyordu. Basit, sade ve sıradan yaşıyordu. Pek de rahatsız değildi bu durumdan. Aksine çok da hoşnuttu. Kısa süre yüzünün haline baktıktan sonra ellerine bolca su aldı ve yüzüne çarptı. Biraz kendine gelir gibiydi. Zaten tümüyle bu halde kalacak değildi ya. Düzene soktu kendini. Aşağı inemeye hazır olup olmadığına kafa yorarken birden annesinin tatlı, sıcak ve kendisini saran sesi duyuldu:
- Haydi Halis. Babana geç kalacağız. Her zamankinden daha fazla geciktik bugün. Ben hazırım, sen de hazırlan çıkalım. Baban bizi bekliyor.
- Biliyorum anneciğim, biliyorum. Babamın bizi ne kadar çok sevdiğini, bizim için gecesini gündüzüne katarak, fabrika köşelerinde üç kuruşa tamah ederek ne zorluklarla bize baktığını çok iyi biliyorum. Gençliktir anneciğim, bir hata yaptım affet beni, demek istedi. Biraz mırıldanır gibi oldu, sonra babasını düşündü. Kendisini halen affedememişti. Belki de uzunca bir zaman da bunu yapamayacaktı.
- Tamam anneciğim geliyorum, dedi annesinin rahatça duyabileceği bir sesle.
Son kez aynaya baktı ve yanına para, telefon ve anahtarlarını alarak annesinin yanına, merdivenlerden kayarcasına hızlıca indi. Morali az öncekine göre daha iyiydi. Ama ne yarardı ki bu? Biraz sonra yeniden kendini kötü hissedecekti. Annesi durumu fark etmemiş gibiydi. Oğluna, sanki yıllardır oğlunu görememiş bir anadan farksız bir şekilde sarıldı. Halis çok utanç duyuyor, kendisinin beş para etmez bir adam olduğunu düşünüyordu. Annesi başörtüsünü taktı ve evden çıktılar. Evin karşısındaki durakta otobüsü beklediler. Nurten Hanım çok dindar bir kadındı. Çok sevdiği kocasının ölümü, onun daha dindar olmasını sağlamıştı. Otobüs geldiğinde, önden Nurten Hanım, ardı sıra Halis, mezarlığın yolunu tuttular. Uzun bir yol vardı önlerinde. İkisinin de gözlerinin önüne o korkunç kaza geldi. Halis geçen zamana karşın, babasının ölüm yıldönümünü nasıl unuttuğunu, ona nasıl saygısızlık yaptığını düşündükçe daha kötü hissediyordu kendini. Mezarlık durağında indiler. İçeri girdiklerinde Halis, bildiği tüm duaları okudu. Babasının mezarına 1 aydır gelmemişti. Tuhaf duygular içinde annesiyle beraber doğruca, canından çok sevdiği babasının mezarını buldular. Halis, gözyaşları arasında babasının mezar taşının başında dikiliyordu. Annesi Nurten Hanım çoktan dua etmeye başlamıştı bile. Halis bir süre gözyaşlarıyla beraber çıkardığı sesleri kesti ve annesini dinlemeye koyuldu. Dün geceyi düşündü bir an. Sonra lanet okumak geldi içinden. Ne arkadaşlarını ne de kendini kolay kolay affetmeyecekti.
Babasının mezarını ziyaret ettikten sonra, içinden söz verdi genç adam. Böylesine utanç verici şeyleri ne kendisine ne de ailesine yakıştırıyordu. Ana oğul gözlerinde yaşlarla mezarlıktan çıktılar. Otobüs gelmişti. Halis, annesiyle evin yolunu tutarken dün geceyi ve babasını uzun uzun düşündü. Kalbindeki sızı, onu derin bir hesaplaşmanın içene iteceğe benziyordu…