Kitap merkezli doğan İslam dini, yine kitaplarla yücelmiştir. İslam’ı medeniyet yapan kuşkusuz, medeniyet inşa eden ilim ve fikir mimarları ve onların gönül ve akıl ürünü kitaplarıdır. Şu hâlde o kitapların kapısını açalım ve o kapıdan İslam ilim ve düşünce tarihini şöyle bir keşfe çıkalım.
Kur’an-ı Kerim, nüzulüyle birlikte insanlara bir var oluş bilinci aşılamıştır. Ruhları adeta kendi tezgâhında dokumuş, kurumuş yüreklere can suyu olmuştur. Getirdiği yeni âlemle, ruhların Yaratan’a kulluk ve ebediyet özlemlerini artırmıştır.
Kur’an bir kulluk kitabı olduğu gibi bir ilim, düşünce ve medeniyet kitabıdır da. O, gönülleri mamur ettiği gibi, akılları ve şehirleri de mamur etmiştir. Gönüller Kur’an’ın ruhanî ikliminde teneffüs ederken, akıllar kâinatın derinliklerini keşfe koyulmuşlar, usta eller yeni bir medeniyet inşasına girişmişlerdir.
Müslümanların ilk ilmî faaliyeti, Hz. Peygamber (s.a) döneminde Kur’an ayetlerini hurma yapraklarına, parşömenlere, kemiklere, taşlara yazmak olmuştur. Hz. Ebu Bekir (r.a) döneminde eldeki yazılı malzemelerin Mushaf’a dönüştürülmesiyle, ümmetin ilk kitabı çıkmıştır ortaya. Artık son ilahi mesaj, sadece gönüllerde ve dillerde okunan Kur’an değil, iki kapak arasında yazılı Kitap olmuştur. Kitap (el-Kitâb) denince mutlak anlamda Kur’an anlaşılmıştır.
Kur’an’ın toplanmasından sonra onun çoğaltılması, bir başka ilmî faaliyeti oluşturur. Hz. Osman (r.a) döneminde, ana Mushaf’tan çoğaltılan Mushaflar, büyük kentlere gönderilir. Mucize denecek kadar hızlı bir biçimde bu nüshalardan binlerce Mushaf yazılır. Böylece hem halk, hem âlimler, hem de sanatkârlar için Kitab’a ulaşmak kolaylaşır.
Hz. Peygamber’in bizzat kendisi, Kur’an’ın sahabe tarafından anlaşılmayan noktalarını açıklamıştır. Sahabe bu açıklamaları sonraki nesillere aktarmış, bu arada kendileri de Kur’an’ın anlaşılmayan noktalarını tefsir etmişlerdir. Özellikle Allah Rasûlü’nün duasını alan Abdullah b. Abbas (r.a), tefsir ilminde derinleşmiş ve tefsiri çok iyi bilen öğrenciler yetiştirmiştir. Nitekim Süfyan-ı Sevrî’nin, “Mücahid’den sana Kur’an tefsirine dair bir bilgi gelirse, o sana yeter” dediği Mücahid bunlardan biridir.
Mücahid, İbn Abbas’ın diğer öğrencileri gibi hocasından tuttuğu notları kitaplaştırmış, -çok şükür- bu tefsir günümüze kadar gelmiştir. İbn Ebi Talha, muhtemelen İbn Abbas tarafından yazılmış bir tefsir Sahîfe’sini sonraki nesillere ulaştırmıştır. Ahmed b. Hanbel, “Mısır’da İbn Ebi Talha’ya ait bir tefsir var, kim onu almak için oraya giderse çok iyi bir iş yapmış olur” demiştir. Böylelikle ilk tefsir kitapları daha tabiin döneminde ortaya çıkmıştır. O dönem kitaplarının hepsi elimize ulaşmamışsa da, Taberî, Sa‘lebî gibi usta müfessirler, onları önemli ölçüde tefsirlerinde nakletmişlerdir.
Sahabe, Hz. Peygamber’in hadislerini daha O’nun hayatında yazmaya başlar. Allah Rasûlü bir süre bunu yasaklasa da, sonradan izin verir. Nitekim Abdullah b. Amr’ın (r.a) es-Sahîfetü’s-Sâdıka, Ebu Hüreyre’nin (r.a) es-Sahîfetü’s-Sahîha adlı kitapları vardır. Bunlar bildiğimiz ve daha sonraki hadis kitapları içinde yer alan ilk hadis derlemeleridir. Bu tohumların büyümesiyle, hicrî ikinci yüzyılda ilk hadis kitapları ortaya çıkar; hicrî üçüncü yüzyılda ise Buhârî, Müslim gibi imamlarla hadisleri derleme ve konu konu sınıflandırma faaliyeti altın çağını yaşar.
İslam fetihlerinin çoğalmasıyla birlikte, farklı dil, kültür ve ırklar, şehirlerde kozmopolit bir yapı oluşturur. Bunun yanı sıra Arap olmayanların İslam’a girişi, Arap diline yönelik çalışmaları beraberinde getirir. Rivayete göre Arapça ilk gramer (nahiv) kitabını, ilmin kapısı Hz. Ali (r.a) yazmıştır. İbn Abbas, Cahiliye dönemi şiirlerini toplamış, “Şiir, Arab’ın divanıdır” (bilgi ve kültür hazinesidir) diyerek onu korumayı öğütlemiş, Kur’an’ın tefsirinde şiiri bir araç olarak görmüştür. Kur’an’ın az bilinen kelimelerinin (garîbü’l-Kur’ân) anlaşılmasında yine Cahiliye şiir ve kültürü devreye sokulmuştur.
Bunların yanı sıra Arapların tarihi, nesepleri, deyim ve atasözleri bir bir kaydedilir. Nitekim bu çalışmalar, çok erken bir dönemde, hicrî ikinci yüzyıl âlimi Halil b. Ahmed’in Kitabü’l-Ayn adında Arap dilinin ilk sözlüğünü yazmasıyla taçlanır. Cabiri’nin dediğine göre, bu eser aynı zamanda yeryüzündeki ilk sözlük olma özelliği taşımaktadır. (Arap-İslam Aklının Oluşumu, s. 92, 93) Bu çekirdekten zamanla devasa sözlükler çıkacaktır.
Müslümanlar bir yandan da, Hz. Peygamber’in hayatını (siyer) ve savaşlarını (meğâzî) kaydetmeye girişirler. Zübeyr b. Avvâm’ın (r.a) oğlu Urve ve torunu Hişâm, bu konuya son derece titizlik gösterirler. Ömer b. Abdülaziz döneminin hadis âlimi Zührî ve Musa b. Ukbe sahayla ilgili ilk eser yazanlardır. Hatta Zührî, hadis ve meğâzî hakkında o kadar çok kitapla meşgul olmaktadır ki, eşi bir gün ona, “Eve bu kitapları getireceğine, keşke üzerime on tane kuma getirseydin” diye serzenişte bulunur.
Siyer ve meğâzî sahasında öne çıkacak ve siyer kitaplarının en temel kaynağı olacak eseri ise İbn İshâk yazacaktır. Siyer çalışmaları beraberinde tarih eserlerini getirmiştir. Müslüman tarihçiler, sadece İslam tarihi yazımına değil, bütün medeniyet havzalarını kucaklayan evrensel tarih yazımına soyunmuşlardır. Diğer millet, din ve kültürler hakkında sadece efsanelere değil, rasyonel tespitlere dayalı araştırmalar ortaya koymuşlardır. Taberî’nin Tarih’i bunun en güzel örneğidir.
Hadisleri nakleden kişilerin güvenilirliklerini belirleme amacıyla başlayan tabakât (biyografi) çalışmaları, İslam tarihçiliğine özgün bir alan açmıştır. Hz. Peygamber, sahabe ve ondan sonraki âlimlerin hayatlarını asır asır kayıt altına alan tabakât ilmi, zamanla devasa boyutlara ulaşmıştır. İbn Sa‘d’ın Tabakâtü’l-Kübra’sı bu alanın hem ilklerinden, hem de en değerlilerindendir.
Bu ana çatı etrafında fıkıh, kelam, tasavvuf, felsefe gibi alanlarda da ilk ürünler verilmiştir. Mesela İmam Şâfiî’nin er-Risâle’si İslam hukuk usûlünün, Hâris el-Muhâsibî’nin er-Riâye’si tasavvufun temel eserleri olmuştur.
Kitap merkezli doğan İslam dini, yine kitaplarla yücelmiştir. İslam’ı medeniyet yapan kuşkusuz, medeniyet inşa eden ilim ve fikir mimarları ve onların gönül ve akıl ürünü kitaplarıdır. Şu hâlde o kitapların kapısını açalım ve o kapıdan İslam ilim ve düşünce tarihini şöyle bir keşfe çıkalım.