
Bekâr kelimesinin bir anlamının da Farsça “bîkâr” kârsız, işsiz manasına geldiği söylenir. Bekâr kalmak arızî bir durumken bugün arzu edilen, bilinçli bir tercihe dönüşmüş durumda. Kimisi evlenmek istediği halde evlenemediği, kimisi dertsiz başına dert(!) istemediği için bekarlığı tercih ediyor. Dosyamız evlenmek istemediği halde bekar kalmak zorunda olanlara yönelik kılavuz olmayı amaçlıyor. Ya kendisi istediği için evlenmeyenler ne olacak? Onlara söylenecek şu: Bekâr kalarak mutlu olamazsınız. Hayat, huzurun olduğu kadar, hüznün ve dertlerin de ocağıdır; sükûnet kadar çocuk cıvıltılarının da yankısıdır; dertsiz başa bir de yâr derdi eklemektir. İradesiz sonbahar yaprakları gibi savrulmak yerine, bahar çiçekleri gibi bir dala konmak daha güzeldir. İstemeden bekârsanız çevrenizdekiler utansın, isteyerek bekârsanız siz utanın!
“Eğlenilecek değil evlenilecek insan ol” diye başladık söze, daha sonra gençlerin büyüklere karşı “Bizi evlendirin” feryatları yükseldi. Büyükler de boş durmadı, “Büyü de gel” dediler. Evlendiler veya evlen(e)mediler ama “Aşk bitti mesai başladı” tesbitim ile evlilik veya bekârlığın artık “kendini gerçekleştirme!” eylemine dönüştüğünden ben zaten yakınıyordum. Şimdi de bekârlık gündemimiz oldu. Bekâr kelimesinin bir anlamının da Farsça “bîkâr” kârsız, işsiz manasına geldiği söylenir. Bu anlamda kârsız, öylesine günübirlik bir yaşama şeklidir bekârlık.
Toplumda normlar değişiyor. Eskiden anormal kabul edilen durumlar normal hale gelmeye başladı. Bekâr kalmak arızî bir durumken bugün arzu edilen, bilinçli bir tercihe dönüşmüş durumda. Modern çağ, gençliği kutsuyor. Kimi insanlar hem görünüm hem de davranış olarak gençliği ellerinden geldiğince korumaya özen gösteriyor. Bunun bir yolunun da bekârlıktan geçtiğine inanılıyor. Hayattan gayri meşru da olsa olabildiğince zevk alarak yaşamak ve sorumlulukları sınırsız bir biçimde ertelemek suretiyle gençlik uzatılıyor. Sınırsız zevk ve kendi kendine hayranlık vaat eden kitle kültürü, hayatı uzamış ve hiç bitmeyecek bir gençlik olarak sunuyor.
Peki, insanlar medenî durum hanelerinde niçin uzun süre bekâr yazmasını bu kadar kolay kabul eder hale geldiler? Bizim mahallenin gençleri için oldukça uzun mesafeli, büyük bir günah şekli olan zina hiç bu kadar kolay ulaşılır hale gelmemişti. Tarihin hiçbir safhasında insanlar bu kadar sorumsuzluğa alıştırılmamıştı. “Kendin ol”u kullanmayı, hiçbir özgürlük savaşçısı aklına getirmemişti. Yaşlılığın bilgelik kabul edildiği zamanlar çoktan geride kaldı, devir anti aging (yaşlanmaya karşı) çağı. Evlilik bir nevi yaşlanmak demek. Kimse yaşlanmak istemiyor, koca koca bebekler olmanın en iyi yolu bekâr kalmak. Bir de çocuk yapmaktan imtina eden, modern zamanların icadı evli bekârlar var. Evlenmek, Peygamberlerinin sünneti olan Müslümanlar, dünyevileşme batağının içine o kadar battılar ki, bekâr hallerini en iyi tevil edecekleri a’zeb (daha iyi bir dini hayat yaşamak gayesiyle bekârlığı evliliğe tercih eden erkek) kavramına bile sığınamıyorlar.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2011 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması, “bekârlık sultanlıktır” tezini de çürüttü. Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre Türkiye’de evli bireyler evli olmayanlara göre daha mutlu.
Türkiye Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) tarafından yapılan, “Türkiye’de Genel Nüfusta Madde Kullanım Yaygınlığı Araştırması’’na göre bekârların evli, dul ve boşanmışlara göre daha çok uyuşturucu madde kullandığı ortaya çıktı. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre de bekârlık erken ölüm riskini artırıyor; evlilik ise uzun ömür garantisi gibi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2011 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması, “bekârlık sultanlıktır” tezini de çürüttü. Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre Türkiye’de evli bireyler evli olmayanlara göre daha mutlu. 2011 yılında evli bireylerde mutluluk oranı bir önceki yıla göre 1.8 puan artışla yüzde 65.5’e yükselirken, evli olmayanlarda bu oran yüzde 53.5’ten yüzde 52.9’a gerilemişti.
Devlet Bekârları Sevmez
Bekârlık tekinsiz bir durum kabul edilir. Bekâr insan, sadece anne babanın evlilik hedefli kaygılarıyla izlenen değil, komşuların, köylülerin, mahallelinin, şehirlinin ve hatta devletlin kaygıyla izlediği biridir. Genel nüfus artışının, devlet nüfuzuna kattığı güç ortadayken üç çocuk isteklerinin, düğün teşviklerinin manası daha iyi anlaşılır.
Osmanlı’nın başta İstanbul olmak üzere, büyük kentlerinde bekâr evlerine ilişkin kaygıları sayısız düzenlemeyle, fermanla kayıtlardadır. “Bekâr” saymak, bekârı izlemek, bekârı kaydetmek, bekârla ilgili düzenlemeler yapmak, askerlikten vergiye, çalışma gücünden asayişe birçok devlet fonksiyonunun gereği gibi görünür. Bekârlık vergisi kabul edilen düzenlemeler, yakın dönem tarihimizi de oldukça meşgul etmiştir. I.Meclise Canik (Samsun) Milletvekili olarak katılan Hamdi Bey’in ilk bekârlık kanunu teklifini 19 Ekim 1920’de TBMM’ye sundu. Onu Erzurum Milletvekili Salih Efendi’nin 22 Şubat 1921’deki teklifi izledi. Her iki teklifin I. maddesine göre TBMM Hükûmeti’nin kontrolü dâhilinde bulunan yerlerde evliliğin başlangıç yaşı 18 sonu 25’tir. 25 yaşını doldurup da mazeretsiz olarak evlenmeyenler bekârlık vergisi ile mükellef olacaklardı.
Hz. Peygamber, “Ey gençler topluluğu gücü yeten evlensin”, “Evlenen dininin yarısını korumuştur” diyerek din/dindarlık ile evlenme arasında bir paralelliği gözler önüne sermiştir.
O dönemde her iki teklif de yasalaşmadı, ancak devletin gözü bekârların üzerinde olmaya devam etti. Bekârlık söz konu olduğunda eskiden olduğu gibi, günümüzde de bu meselenin çekirdeğinde kendini devam ettirme, din ve ahlâk anlayışı, bireyin ve toplumun yeniden üreme meselesi yer alır. “Biyopolitik” bakışı olmayan bir devlet yok gibidir. Başbakan Erdoğan’ın üç çocuk talebi, kürtaja yönelik çıkışı, evliliğin söylemsel ve kurumsal teşviki ile en son “öğrenci evleri”ne dair hamleleri de bu sebeplere dayanır.
Dinler ve Bekârlar
İncil’deki metinler bir taraftan evlenmeyi erdemli bir davranış görürken, diğer taraftan tanrıya ibadete zaman ayırmak ve tanrıya olan sevgiyi bölüşmemek için bekâr yaşamanın mükemmelliğinden bahsetmektedir. Evlilik, aynı zamanda Katolik Kilisesinin değişmez kabul ettiği yedi sakramentten (kutsal ayin) biridir. Kilisenin bu çelişkisi Protestanlığın kurucusu Alman Martin Luther’i de (ö.1546) derinden etkilemiş olmalı ki o, Katolik Kilisesinin “evlilik” sakramentine şiddetle karşı çıkmış ve kendisi eski bir rahibe ile evlenmek suretiyle buna tepki göstermiştir.
Bilindiği gibi halen Katolik din adamlarının evlenmesi yasaktır. Katolik Kilisesinin bekârlığı öven yaklaşımından hareketle Hıristiyanlık tarihi seyri içinde II. yüzyıldan itibaren “Kutsal Bakireler Kurumu” ortaya çıkmıştır. Daha sonra bunları mistisizmde adeta ekol haline gelen “Kadın Münzeviler Hareketi” izledi. Bu münzevi kadınlar, kendilerini kiliseye hizmete adamış ve kadın manastırları oluşturmuşlardır.
İnsan, tabiatı gereği sıcak bir aile yuvasına ihtiyaç duymakta, bu dünyada huzur ve mutlu bir hayat sürmeyi arzulamaktadır. Nitekim bu durum Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde açıklığa kavuşturulmaktadır: “Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi O’nun varlığının delillerindendir” (Rum, 30/21). İncil’in aksine Kur’ân-ı Kerim ve sahih hadislerin hiçbir yerinde bekâr kalmayı öneren işaret, emir ve tavsiye yoktur. Gerek Kur’ân-ı Kerim gerekse hadisler evlenmenin faziletinden bahsetmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de, “İçinizden bekârları evlendirin” (Nur, 24/32) ayeti açıkça evliliği emreder. Dolaysıyla İslam, kadın ve erkeğin karşı cinse olan ihtiyaç ve eğilimini tabi karşılamış (Al-i İmran, 3/14), ancak bunun evlilik yoluyla meşru zemin içinde hukukî bir temele oturtulması gerektiğini ifade etmiştir.
Hz. Peygamberin, bekârlığın ibadetlerin sevabını azaltacağı, bekârlığı tercih edenlerin durumlarının dünya ve ahirette evlilerinkine göre daha bedbaht olacağı şeklindeki sahih hadisleri Müslümanların geneli tarafından birer ikaz olarak algılanmıştır.
Hz. Peygamber de, “Ey gençler topluluğu gücü yeten evlensin,” (Buhari, “Savm”, 10) “Evlenen dininin yarısını korumuştur” (Beyhaki, “Şuabü’l-İman”, s. 5486) diyerek din/dindarlık ile evlenme arasında bir paralelliği gözler önüne sermiştir. Peygamberimiz evliliği kendi sünneti saymaktadır. “Nikah benim sünnetimdir. Benim sünnetimi yerine getirmeyen benden değildir. Evlenin ki sayınız artsın. Şüphesiz ben kıyamet günü diğer ümmetlere karşı sizinle övünürüm.” (İbn Mace, “Nikah” 1; Müsned, II, 245) diyen Hz. Peygamber bu sözüyle imkanı olan kadın-erkek herkesi evlenmeye davet etmektedir. Doğrusu bu tavsiyeler Müslümanların çoğunluğunca dikkate alınmıştır.
Yine Hz. Peygamberin, bekârlığın ibadetlerin sevabını azaltacağı (Müsned, VI, 25), bekârlığı tercih edenlerin durumlarının dünya ve ahirette evlilerinkine göre daha bedbaht olacağı (Müsned, V, 163) şeklindeki sahih hadisleri Müslümanların geneli tarafından birer ikaz olarak algılanmıştır. Bu bağlamda sıhhat derecesi tartışmalı olsa da, “En kötü olanlarınız bekâr olanlarınızdır” (Acluni, 1933, II, s. 6.) hadisinin kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed (as), “İslam’da ruhbanlık yoktur” (Acluni, 1933, II, s. 377) diyerek kendisine gelen ve evlenmek istemeyen Osman b. Maz’un ve onun gibi diğer bazı sahabilerle bizzat görüşmüş ve onları bu isteklerinden vazgeçirmiştir (Müsned, V, 163; Buhari, “Nikah”, 7).
Yine O, kendilerince daha dindar yaşamak ve bazı helalleri yasak kılmak isteyen sahabelere yönelik şöyle buyurmuştur: “Hem oruç tutun hem yiyin, hem ibadet edin hem uyuyun. Ben hem oruç tutuyor hem de iftar ediyorum, hem ibadet ediyor, hem de uyuyorum. Ben et yiyorum ve kadınlarla evleniyorum. Benim sünnetimden uzaklaşan benden değildir” (Buhari, “Nikah”, 1; Müslim, “Nikah”, 5). Bu hadisler bize evliliğin Hz. Peygamber tarafından teşvik edildiğini göstermektedir. Sahabilerin geneli, tabiun ve tebe-i tabiin hayatına bakıldığında bu nesillerin kadın ve evlenmeyi zühd hayatına engel görmediğini, kadın ve evlenmeyi kötülenen ve terki istenen dünya nimetleri arasında saymadığını söyleyebiliriz. Aksine bu kuşaklar kadın, evlenme ve çocuk sahibi olmayı zühd ve dindarlığın tamamlayıcı unsurları olarak görmüştür.
Buna karşın evlenmeyip bekâr kalmayı tercih eden sûfiler de kendilerine göre bir takım gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Bunların başında Kur’an-ı Kerim’de, dünya nimetlerinden çok ahiret nimetlerine dikkatin çekilmesi gelmektedir. Buna ilaveten bekârlığı tercih eden sûfiler, Teğabun Suresi 14 ve 15. ayette geçen, “Ey İman Edenler! Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının… Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır” ayetlerinden ilham alarak kadını, mal ve evlat gibi, erkeği baştan çıkaran bir fitne (imtihan) vesilesi görmüşler ve evlenmekten çekinmişlerdir.
Şüphesiz İslam kültüründe bekâr yaşama tercihini sadece sûfilere mahsus bir hal olarak görmek objektif bir yaklaşım olamaz. Nitekim tarihte ilim uğruna aralarında Taberi (ö. 923), er- Razi (ö. 925), Farabi (ö. 957), Nevevi (ö. 1277), İbn Teymiyye (ö. 1328), İbn Cerir et- Zemahşeri (ö. 1444) gibi bazı ünlü İslam bilgin, filozof ve hukukçularının da yer aldığı yirmi kadar kişinin evlenmedikleri rivayet edilmektedir. Günümüzde ise Said Nursî (ö. 1960), Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, M. Şevket Eygi gibi toplumda tanınmış şahsiyetler kendi kişisel tercihleri ve gerekçeleri doğrultusunda bekâr yaşamayı önemseyen kişiler arasındadır.
Bekârlara Son Söz
Bekâr kalarak mutlu olamazsınız, içinde bulunduğunuz hal, bizatihi hüzün ve sıkıntının kaynağıdır. Mutluluk bu çağda yanlış tarif ediliyor. İyi bir hayat geçirmeniz için tüm olumsuz duygulardan, bütün sıkıntılardan sıyrılmanız gerektiği söyleniyor ki bu hiçbir zaman mümkün olmayacak. Hayat, huzurun olduğu kadar, hüznün ve dertlerin de ocağıdır; sükûnet kadar çocuk cıvıltılarının da yankısıdır; dertsiz başa bir de yâr derdi eklemektir. İradesiz sonbahar yaprakları gibi savrulmak yerine, bahar çiçekleri gibi bir dala konmak daha güzeldir. İstemeden bekârsanız çevrenizdekiler utansın, isteyerek bekârsanız siz utanın!