“Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
ne yapıyorsun?”
Sezai Karakoç
Yurtdışında iken, Hristiyanlığın farklı bir koluna mensup olan komşumun, üç yaşındaki kızı ile dünya haritası üzerinde sohbet ettiğini gördüğümde epeyce şaşırmıştım. Sonradan öğrendim ki, onların inancına göre her bebek doğduğunda ailesi tarafından adına bir banka hesabı açılarak düzenli para yatırılırmış ve yirmili yaşlara geldiğinde kilise tarafından belirlenen bir ülkeye üç yıllığına misyonerlik amacıyla gönderilirmiş. Bu sebeple küçüklükten itibaren dünya üzerindeki farklı ülkelerin isimleri, yerleri ve özellikleri hakkında merak uyandırarak bilgi sahibi olmalarına gayret edilmekteymiş.
Özel bir görevimiz olmasa da insan olarak üzerinde yaşadığımız dünyayı tanımak ve görmek varlığımızı anlamlandırabilmek için hepimize gerekli.
“Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık” (Hucurat, 13) ilahi düsturu gereğince yaratıcının yüceliğini yaratılanlar vasıtasıyla okumak bize tembih edilmiş. Bu bağlamda hac ibadetinin ne büyük hikmetleri olduğunu bir kez daha fark etmemiz gerekir. Çünkü köyünden kalkıp başka şehirlere ve ülkelere gitme arzusu bile olmayan birisi, emre riayet ederek kutsal yolculuk için yola çıktığında, küçük Kâbe binasının etrafına kilitlenmiş her dilden ve renkten milyonlarca insanın kendisi gibi güneş sisteminde dönen yıldızlardan biri olduğunu hissetmiş olur. Böyle bir ufka sahip olarak memleketine döner ve ‘hacı’ ismiyle şereflenir. Tarihin önemli Müslüman simalarından olan Malcolm X de, hac ibadetini îfa ettiği sırada, inancının nasıl her renkten insanı kuşattığını ibretle fark ederek fikirlerinde devrim yaşamış ve döndüğünde gerçek İslâm anlayışına kavuştuğunu ilan etmiştir.
Farklı kültürlerle ve milletlerle karşılaşmak, esasen kendini daha iyi değerlendirmeye sebep olduğu için önemlidir. Müslümanlar, ‘ey insanlar’ hitabıyla seslenen bir kitabın muhatabı ve böylesine evrensel bir dinin müntesipleri olarak elbette daha büyük bir sorumluluk altındadırlar. Dünya üzerindeki petrol kaynaklarının yüzde yetmişinin halkı Müslüman olan ülkelerin topraklarında bulunması ve Afrika’daki önemli yeraltı zenginlikleri, güç odaklarının tarih boyunca bu bölgelerden elini çekmemesine sebep olmuştur. Ortadoğu’daki (Edvard Said’in deyimiyle neyin ortası ve kimin doğusu) sonu gelmeyen çatışmalar ve sıcak gelişmeler şüphesiz ilk başta bölge insanları olan Müslümanların yönlendirmesi ve anlamlandırması gereken olaylardır. Fakat bu yeterliliğe sahip olamadıkları için maalesef şimdiye kadar hep acı çeken ve kaybeden konumunda kalmışlardırlar.
Şimdi bize düşen görev, başkalarının çizdiği sınırlar içinde ve onların tanımlamaları ile var olmak yerine yeryüzünün halifesi olarak tayin edildiğimizi idrak edebilmek ve çağı aydınlatabilmektir.
Özellikle son yıllarda sayısı artan eğitim gönüllüleri ve yardım faaliyetleri yoluyla ülkemizden tüm dünyaya hızla artan güzel bir akışa şahit olmaktayız. Artık içine kapanmak yerine, başka insanlardan kendini sorumlu hisseden ve adım attığı her yere inancıyla can veren erler bizi temsil etmektedir. Dil bilen ve dinini bilen nesiller arttıkça, her gün bir yenisi eklenen iletişim araçları ile dünyayı avucunda tutan güçler insanın asıl ihtiyacının maneviyat olduğunu görebileceklerdir.