
Kadim felsefeye göre siyaset önce kişinin kendini yönetimiyle başlar. Yani kişinin öncelikli sorumluluğu erdemli bir kişiliğe, oturmuş bir benliğe sahip olma çabasında olmasıdır. Din buna ahlak, der.
Râğıb el-İsfahânî fıkhı: “Emirler ve yasakların yanı sıra, kişinin kendini, ailesini ve ülkesini yönetimi demek olan üç tür siyaseti bilmektir” diye tarif eder. Bu, fıkhı, “Kişinin kendi lehine ve aleyhine olan şeyleri (hak ve sorumluluklarını) bilmesidir” diye tarif eden İmam-ı Azam’ın çizdiği çerçeveden farklı bir perspektifi yansıtır. Şöyle ki, Hanefî mezhebinde söz konusu alanlarda kişiyi merkeze alan çözüm arayışları söz konusudur. Bu tarifte ise kişinin yanı sıra aile ve devlet idaresine ayrıca vurgu yapılmıştır.
Râğıb’ı daha çok Kur’an kelimeleri üzerine yazmış olduğu lügatinden biliyoruz. Ancak o, ilim mirasımızda sadece bu muhalled eseriyle değil, ilim ve kadim felsefe arasında kurduğu mükemmel terkiple ve bu alanda yazdığı eserlerle bilinir. Bu yönüyle o, İmam Gazzâlî’nin müjdecisi olarak görülür ki Gazzâlî’nin İhya’sının en önemli kaynaklarından biri, onun ez-Zerîa ilâ Mekârimi’ş-Şerîa adlı eseridir.
Esasen yukarıda verdiğimiz tarifte, işbu İslâmî ilim geleneğiyle kadim felsefenin birlikteliği görülür. Zira siyasetin böyle bir kapsama konu olması, kökleri itibariyle eski Yunan felsefesine kadar uzanır.
Benim burada üzerinde duracağım nokta, aslında siyasetin söz konusu farklı tonlarıdır. Zira burada siyasete bildiğimiz dar anlamının ötesinde daha geniş bir anlam yüklenmiştir. Dar anlamdan kastımız malum, devlet ve toplumun idaresi…
Kadim felsefeye göre siyaset önce kişinin kendini yönetimiyle başlar. Yani kişinin öncelikli sorumluluğu erdemli bir kişiliğe, oturmuş bir benliğe sahip olma çabasında olmasıdır. Din buna ahlak, der. Allah Teâlâ, Allah Rasûlü’nü risaletin en başında, yüce bir ahlaka sahip olmakla niteler. Allah Rasûlü, mürüvveti ahlak güzelliği olarak beyan eder. Yani ahlak dinin temel taşıdır. Güzel ahlak üzerine kurulacak bir din, muhkem bir kale gibi yükselecektir. Aksi ise her daim çökmeye namzet bir eğreti bina… Nitekim dil ve kültürümüze ahlak-ı hamide sahibi olmak deyimi yerleşmiştir. Ahlak-ı hamide yani övülmüş güzel ahlak…
Tasavvuf disiplini, merkezine kişinin ahlakî ve ruhî eğitimini almıştır. Buna nefis tezkiyesi, nefis terbiyesi demiştir. Yani insan bir mürşidin rehberliğinde, zikirle, tefekkürle, riyazetle iç dünyasını temizleyecek, kendi duygularını ve iradesini idare etmeyi öğrenecektir. İslam’ın erken döneminden bu yana mutasavvıflar, kişinin nefsini yönetimi üzerine kitaplar kaleme almışlardır. Haris el-Muhâsibî’nin er-Riâye’sinden, Eşrefoğlu Rûmî’nin Müzekki’n-Nüfûs’una kadar bu gelenek devam etmiştir.
Mutasavvıflar gibi Müslüman filozoflar da konuyla yakından ilgilenmişlerdir. Zira bilgeliğin öncelikli şartı, insanın kendi duygularını, arzularını kontrol edebilmesidir. Onlara göre bu bir sanattır. Kendini yönetmeyi başarabilen insan da sanatkâr… İşte bu sanatı başarıyla icra eden insan, diğer iki siyaset sahasında, evin ve toplumun idaresinde de başarılı olacaktır. Yani işin nirengi noktası burasıdır. Taşın düştüğü yer, kişinin benliğidir. İnsan davranışlarının merkezi benlik olduğuna göre, aile ve toplumla ilişkiler dalga dalga oradan yayılacaktır. Bu sebeple bu alanda mesela İbn Miskeveyh’in Tehzîbü’l-Ahlak’ından Kınalızade Ali Efendi’nin Ahlak-ı Alâî’sine kadar bir dizi eserin yazıldığını görüyoruz.
Siyasetin diğer bir türü, kişinin evini, ailesini ve akrabalarını yönetimidir. Anne-babanın, kardeşlerin, eşin, çocukların idare edilmesi, onlarla ilişkilerin dengeli ve usulüne uygun bir şekilde yürütülebilmesi bir başka sanat, bir başka maharet… Çoğu zaman bu, kişinin kendini idare etmesinden bile daha büyük zorlukları barındırabilir. Kişi kendine bir biçimde söz geçirebilir; ama içinde bulunduğu çevreye her zaman söz geçirebilme imkanına sahip olmayabilir. Ziya Paşa boşuna dememiştir: Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât: Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde… Bu sebeple, evin ve ailenin yönetiminin çok çetin bir siyaseti gerektirdiği kuşkusuz… Bununla birlikte kendinin yönetimini başarabilmiş insan; evinin, aile ve akrabalarının yönetiminde başarılı olmaya bir adım daha yakındır.
Kendini yönetmeyi başarabilen insan da sanatkâr… İşte bu sanatı başarıyla icra eden insan, diğer iki siyaset sahasında, evin ve toplumun idaresinde de başarılı olacaktır. Yani işin nirengi noktası burasıdır. Taşın düştüğü yer, kişinin benliğidir.
Mutluluğun iksiri, bu iki siyaset alanındaki başarıda saklıdır. Kendini ve aile çevresini yönetebilen insan, mutluluğa kapı açmış demektir. İşte Farâbî’yi Tahsîlü’s-Saâde, et-Tenbîh alâ Sebîli’s-Saâde, Ragıb’ı Tahsilü’s-Saadeteyn, Gazzâlî’yi Kimya-ı Saâdet adlı kitapları yazmaya sevk eden de insanlara bu noktada rehberlik etmektir. Siyasetin diğer ayağını da toplumun yönetimi oluşturur.
Filozoflar buna sitenin (ülkenin) yönetimi derler ki onlara göre bunun ayrı bir bilgeliği gerektirdiği kuşkusuzdur. Bu sebeple onlar, ülke yönetimini üstlenecek kişilerin yine filozoflar olmasını öngörürler. Farâbî el-Medînetü’l-Fâzıla adlı eserini bu çerçevede kaleme almıştır. Filozofların öngördüğü gibi derin bir felsefe bilgisi zorunlu olmasa da, ülke yönetiminin ahlak-ı hamideyi, irade kuvvetini, temiz ve düzenli bir aile ve çevreden yetişmiş olmayı; bütün bunların yanı sıra bilgelik, zekâ ve siyaset yeteneğini gerektirdiği kuşkusuzdur.
Bu niteliklere sahip olan yönetici, insanların huzur ve mutluluğuna yeni tabirle kelebek etkisi yapacaktır. Yani siyaset adamının atacağı adımlar, insanların kaderinde doğrudan rol oynayacaktır. İyi ya da kötü… Bu sebeple, filozof ve âlimler ülke yönetiminin nasıl olması gerektiğini öngören eserler yazmaktan, hükümdar ve yöneticilere rehberlik etme düşüncesinden geri kalmamışlardır. İlginçtir, İslam medeniyetinin ilk çeviri eserleri yönetimle alakalıdır. İbnü’l-Mukaffa’nın Farsçadan çevirdiği Düstûru’l-Mülûk bunun ilk örneğidir. Mâverdî’nin el-Ahkâmü’s-Sültâniyye’si, Kınalızâde’nin zikri geçen eseri, Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’i bu alanın en güzel misallerini oluşturur.
Hâsıl-ı kelam, siyasetin bildiğimizin ötesinde farklı renkleri vardır. Her insan bir parça siyaset bilmelidir. Siyaseti es geçmek, hayatı ve mutluluğu es geçmektir.
1- Kitap Türkçeye İslam’ın Ahlaki İlkeleri adıyla çevrilmiştir. Bu yazıda ismi geçen Arapça kitapların hemen hepsinin Türkçe çevirileri vardır.