
Çağla Evsen
Çocukken dünyayı cebinde taşıdığına inanırmış Sunay Akın. Şaşırtıcı, ilginç, sevecen ve en önemlisi insan olmaya çalışan, etrafını da buna yönlendiren birisi O. Bu yönüyle hiç büyümediğini söyleyebilir miyiz? Ailesinden kalan tarihi köşkü oyuncak müzesine dönüştürmesine bakarak evet.
Ben, onu yağmur bulutlarına benzetiyorum. En kurak anlarımızda bize baharı hatırlatıp tarihimize farklı bir pencere açıyor. Gök gürültüsü ve şimşeklerle hayatın sesini duyuruyor ve aydınlatıyor içimizi, akıyor ruhumuza. Çünkü o Sunay AKIN ve şimdi size daha yakın.
Eğer bir gün sizin de dünyanıza uğrarsa sakın şemsiyenizi açmayın. Bilgi yağmuruyla ıslanmanın keyfini çıkarın. Göreceksiniz ardından doğan güneşin parlaklığını ve yeni yeşeren umutları... Başkent’ten bir Nisan yağmuru geçti ve Esenboğa Havaalanından gökyüzüne yükseldi. Başka yüreklere de baharı hatırlatmak için. Havaalanında beklerken yemeğimizin yanına sohbetimizi kattık ve sizinle paylaşıyoruz. Yolculuklarında misafir olarak beni kabul edip tüm samimiyetiyle yüreğini açtığı için Sunay Akın’a, yardımları ve nezaketi için asistanı Can Bey’e sonsuz teşekkürler.
Sunay Akın kimdir? Kendisini nasıl tanımlıyor?
Ben 7 yaşında kendimi tanımladım. Okumayı yazmayı öğrendiğim o günden beri Sunay Akın kimdir sorusunun cevabı okur-yazardır. Çünkü hayatım okumakla ve yazmakla geriyor.
Benim güldüğüm şeylere başkaları gülmüyor diyorsunuz..
Evet, bu hayatım boyunca böyle oldu. Toplumun şu an ortak beğeniyle, popüler kültürle güldüğü şeylere ben gülemiyorum ve benim güldüklerime de kimse gülmüyor. Ama ben güldüğüm şeyleri sahnede “Söz Gösterisi”nde anlatınca onlar da gülmeye ve düşünmeye başlıyorlar. Bugün seninle bu sohbeti yapmadan önce sen de gördün, daha önce insanlar fark etmedikleri pek çok şeye güldüler. Ben gülmenin zekayla ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Birisi düşer ve gülersiniz, bu refleks gülmedir. Bir de beynin, zekanın ve insanın yüreğinin gülmesi vardır. Gerçek anlamda gülmek odur ve ben onun için çabalıyorum. Beni izleyenler gülerken artık o koltuktaki insan olmuyor ve ben o yeni insanın gülümsemesini seviyorum.
Kendinizi nasıl keşfettiniz?
Sorularımla, oyunlarımla, yaptıklarımla insanların algısındaki ortalama çocuktan çok farklıydım ve bu nedenle hep kalabalıklar içinde yalnız hissettim kendimi.
Çocuktum, evimizin terasında bir uçak yapıyordum ve gerçekten uçacağıma inanıyordum. Annemim yaptığı güzel reçelleri bir dilim ekmeğe sürüp uçağıma koyuyordum. Neden? Yolda acıkınca yiyecektim. Sabah karıncalar üşüşürdü başına ama ben yine koyardım. Annem fark etmiş. Ben de anlattım. Bu çocuk gerçekten uçacağına inanıyor diye iyice korkmuşlar.
Babam terziydi benim. Dükkanından aldığım kumaş parçalarını cebimde taşırdım. Birgün okulda öğretmenim gördü ‘çıkar at cebindeki o pis şeyleri’ dedi ve bir tokat attı, nedenini bile sormadı. Oysa bilmiyordu ki ben o kumaşlara dünya haritasını çizer ve her parçayı bir ülke yapardım. Ben dünyayı cebimde taşıdığıma inanırdım. Şu an anlatıyorum ama ben o dönem ne olduğumu bile bilmiyordum. Derede olup dereden habersiz balık gibiydim.
Bütün bunlar birleşince beni uçağa bindirip Ankara’ya çocuk ruh doktoru Atalay Yörükoğlu’na götürdüler. Atalay Yörükoğlu babama ne demiş biliyor musun? “Bu çocuğun kanatlarını sakın kırmayın!” O dönem Atalay Yörükoğlu öğrencilerine şunu dermiş; “Türkiye’nin her yerinden anne ve babalar çocuklarını bana getirip ‘Hocam bu çocukta bir gariplik var şunu bir muayene et” dediler. Ben onlara hiçbir şey yapmadım, sadece oynadım. Anne ve babaları tedavi edip yolladım!..”
Müzelerin çok önemli olduğunu vurguluyorsunuz. Nedir müze?
Helikon dağında oturan tanrılar tanrısı Musaların 9 güzel kızının adıdır. Musaların bir diğer adı da ‘ilham perisi’dir ve onların evi de Fransızca bir kelime olan ‘musee’dir. Müzenin kelime anlamı da buradan gelir. Yani müzeler ilhamın yaşadığı yerdir. Bu güzden ben yıllardır müze müze diye bağırıyorum. Bir ülkenin ne kadar müzesi varsa o kadar aydınlık demektir. Demokrasi, bir arada yaşama kültürü, özgürlük müzeleri olan toplumlarda mümkündür. Dikkat et gelişmiş, uygar ülkelerin müzeleri vardır. Biz demokrasiden, özgürlükten haklar talep ediyoruz, kitap okumuyoruz ama çocuklarımız okusun istiyoruz. Müzeleri olan toplumlarda kitap okuma sevgisi vardır, çünkü insanlar müzeleri gezdikçe okumaya, araştırmaya merak sararlar. Bir ülkenin kahramanları kurtlar vadisinden değil, kitap kurtları vadisinden çıkıyor. Aslolan müzedir ve ülkeler müzeleri üzerinde yükselir.
3 yıl önce ailenizden kalan tarihi köşkten feragat ederek ‘Oyuncak Müzesi’ açtınız…
Aynen öyle oldu, büyük bir feragat ederek açtım, bunu toplum böyle bilsin! Bu büyük bir feragattır ve birileri de haddini bilsin! Neden böyle söylediğimi az sonra açıklayacağım ama önce olayı anlatayım. Bu tarihi köşkleri herkes yıkıp apartman yaptı. Biz onardık. Yıkıp apartman yaptırabilir, aylık binlerce dolar gelir elde edebilirdim. Keza kiraya versem hiçbir şey yapmadan, karnımı kaşıya kaşıya bir hayat sürebilirdim. Ben bütün bunlardan vazgeçtim. Kitaplardan, gösterilerden, televizyon programlarımdan kazandığım her şeyle antik oyuncaklar aldım ve müze açtım.
Dünyanın hiçbir yerinde müzeler para kazanmamıştır. Zaten müze ve kütüphaneler para kazanmak için açılmazlar. Biletlerle, hediyelik eşya ve kafeteryalarla da ayakta durmazlar. Açmakla kalmıyor her ay oraya destek oluyorum. İçeriye girip “Aaaaa paralı mı, neden paralı?” diyenler için anlatıyorum. Öğrenci 4, tam 6 lira. Türkiye’nin en ucuz müzelerinden biriyiz. Orada 8 kişi çalışıyor, verdikleri giriş parası çalışanların aylığını ,sigortasını, elektriği, suyu, doğalgazı için... Düşünebiliyor musun bunları biz işyeri gibi satın alıyoruz. Oteller açıldığında 5 yıl vergi ödemiyor ama müzeler için böyle bir şey yok. (!)
Geçenlerde biri geldi “Sunay Bey fotoğraf çekeceğiz inşallah o da paralı değildir!” dedi. Terbiyesizliği düşünebiliyor musun? Bugüne kadar sinemadan içeri girerken neden paralı diye sorduk mu? Toplumun bunu sorgulaması gerekirken gelip bu şekilde beni kırıp, yaralamaya çalışanlar var. O yüzden herkes haddini bilecek diyorum.
“Oyuncak Müzesi” ilk başta çok yadırganmıştı. Müzeler bize çok soğuk gelir, oyuncaklarsa tam tersi... Alışılmadık iki kavramı birleştirdiniz. Şu an ilgi nasıl?
Türkiye de müzecilik yok ki. Personel eksik, sergilemeler kötü. Bu ülkede bir kez müzeye gidince tekrar girmek istememek çok doğal. Bizdeki müzeler ‘bir daha buraya gelme’ diyor, göz tırmalıyor. Oysa dünyada ayakkabı çekeceğinin bile müzesi var. Bizim insanımız kendine sunulan ışığın peşinden gitmeyi seviyor ve doğru anlatılınca hak ettiği değeri veriyor. Şu an ilgi çok iyi.
Şiirle ne zaman tanıştınız?
Okuduğum yazdığım günden beri tanışıyoruz. :) 1.sınıfa giderken dolabımdaki boş bir elbise akısına şiir yazmıştım. Hepsi doluydu ama o, oyuna alınmayan çocuk gibiydi. Çok etkilenmiştim. Atalay Yörükoğlu’na okuduğumda çok etkilenmişti ve ben o gün yazdığımın şiir olduğunu anladım.
Yıllar önce Kız kulesini “Şiir Cumhuriyeti” ilan ettiniz. Peki ya sonrası..?
9 Mayıs 1992’de iki kıtanın tam ortasındaki adayı Kız Kulesini, “Şiir Cumhuriyeti” ilan ettik. Dünyada bir ilk... Müthiş bir şey değil mi? Ben öyle düşünüyordum ve insanların da benim gibi düşündüğünü sanıyordum. Orası kütüphane ve müze olsun istedim. Dünyanın ilk yazılı şiiri İstanbul’da, bunu kimse bilmiyor. Orada sergilensin istedim ama olmadı. Hissi senetler hisse senetlerine yenildi ve şu an işgal altında. Bir ülkede kültür politikaları çok önemli ben bunları anlatıyorum. Victor Hugo diyor ya “Ey şair bana yağmurdan söz etme. Yağdır!” Ben olması gerekeni yapıyorum.
Dünyayı gezdim gördüm. İstanbul dünyada yaşanılacak en güzel yer. Daha güzel bir yer olsaydı orada yaşardım. İstanbul’u çok seviyorum çünkü o benim arkadaşım. Bana en derin, en gizli sırlarını anlatıyor. Dertleşiyoruz onunla, konuşuyoruz…İstanbul’u çok iyi tanıyorum ve biliyorum onun yüreğini, zenginliğini. Ben İstanbul’u hissediyorum.
İstanbul’u neden bu kadar çok seviyorsunuz?
Dünyayı gezdim gördüm. İstanbul dünyada yaşanılacak en güzel yer. Daha güzel bir yer olsaydı orada yaşardım. İstanbul’u çok seviyorum çünkü o benim arkadaşım. Bana en derin, en gizli sırlarını anlatıyor. Dertleşiyoruz onunla, konuşuyoruz…İstanbul’u çok iyi tanıyorum ve biliyorum onun yüreğini, zenginliğini. Ben İstanbul’u hissediyorum.
İstanbul’u kötüleyenler hep trafiğinden söz ediyor. İstanbul ortaya çıkarmadı ki bu trafiği. O kamburu biz koyduk onun sırtına.
Bilgi nedir sizce?
Bizde bilgi bir yerlere gelebilmek için tırmandığımız merdivenlerin basamakları olarak sunuluyor. Çok yanlış. Bilgi, satranç oyununun taşlarıdır; ama taşları doğru yerleştirmek bilgiye hakim olmak değildir. Önemli olan o taşlarla hamle yapabilmektir. Bilim ve sanat bu hamleleri yapabilme yoludur. Bizde bilgi eğitim anlayışında gençlerin önüne mayın tarlası olarak sunuldu. Sınavda doğru kutuyu işaretlememiz isteniyor. Aman aralarında mayın var sakın patlatma!!! İnsanlar yüzyıllardır onca şeyi bilgiden mayın tarlası olsun diye keşfetmedi, yüzlerce eser bunun için üretilmedi. Biz bunları gençlerimizin önüne mayın tarlası olarak koyuyoruz ve onların umutlarını sakatlıyoruz, geleceklerini yaralıyoruz.
Tarihi çok farklı yönleriyle sevdiriyorsunuz. Bizim okullarımızda tarih dersleri neden sevilmiyor?
Bu öğretmenlerimizin seçtiği bir tarih değil. Müfredatın tarihi. Eğitim sistemi dediğimiz yol bir ülkede, çocukların, gençlerin içindeki yeteneklerin ortaya çıkarıldığı süreçtir. Bu sürece eğitim denir ve bu da öğretmenin görevidir. Bizde böyle değil. Tarih anlayışımız çok farklı. Biz savaşların, antlaşmaların tarihini anlatıyoruz; aydınlanmanın değil! Oysa bizim tarihimizde de ışık olan ve ışık taşıyan aydınlarımız var. Şiddetin, nefretin tarihini anlatan şiddet ve nefret dolu bir toplum üretir. Bilimin, sanatın tarihini anlatmalıyız. Ben bunu yapıyorum.
Bir Afrika sözü der ki ; “Aslanlar kendi yazarlarına kavuşuncaya kadar tarih avcıları övecektir!” Ben avcının değil aslanların tarihini anlatıyorum.
Sık sık üniversitelere gidiyor, gençlerle iç içe oluyorsunuz. Gençler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben gençlere laf söyletmem, onlar pırıl pırıl. Gençlerin gittiği karanlık bir yol varsa onu biz yarattık. Bunun sorumlusu 40 yaş ve üstüdür. Biz sunduk bu rezilliği önlerine, bu bizim hatamız. Onların ne kabahati olabilir ki? Hem berbat bir dünya kur hem de gençleri beğenme, kötüle. Yok öyle..! Gençlere söylenen kötü sözlere tahammülüm yok. Evet onların büyük sorunları var. Biz olara popüler kültürü sunduk, yok ediyor ve yeteneklerini köreltiyoruz. Bunu yapan biziz. Sen suyu kirlet, balıklar su üstüne vursun, sonra da balıklar öldü de. Aptal balıklar, kulağına kar suyu kaçtı de. Pis suyu akıtan sensin. Temiz su sunduk mu biz onlara!!!
Son olarak GENÇ okuyuculara ne söylemek istersiniz?
Çok eski bir şiir var, şairi bile bilinmiyor. İki dizeden oluşuyor. Bunu beyinlerine kazısınlar ve en umutsuz ve karamsar olduklarında bu şiir gelsin akıllarına;
“Bir taşı delen suyun gücü değil,
Damlaların sürekliliğidir..!”