
Murat Sözer-Asım Gültekin
Allah’ın sâni sıfatının tecellisi olan ve bizlere ayrı ayrı serpiştirdiği bir özellikle, sanat anlayışı ya da duygusu yani sanatsal kabiliyetle övünmek, kibirlenmek bana göre hedefi ıskalamak ve ihanettir.
Öncelikle ben ney denilen enstrümanı diğerlerinden ayrı tutup tutmadığınızı sormak istiyorum? Yani özellik olarak... Sizin enstrümanınız olması dışında…
Bana göre ney uddan ya da piyanodan vs daha ulvi değil. Yani kutsal olan ney değil, müziktir. Tabii ki şunu es geçmemek lazım, klasik tasavvuf müziğinin başlıca sazıdır ney. Ama benim müziğe bakış açım farklı. Müziğin içerisindeki formlar, normlar var tabii, ama tamamen bu kavramlardan ibaret değildir müzik. Bu açıdan ney kocaman müzik denizinin içinde bir noktadır.
15 yaşında neyle tanışıyorsunuz ve bu tanışma sizi okuldan koparıyor. O zamanlar nasıl şeyler düşünüp hissedip de bıraktınız okulu?
O dönem okulum çok başarılıydı teşekkür takdir alan bir öğrenciydim. Ama âşıktım…
Kime?
Birine (gülüyor). Ney yeni başlamıştı. Okuldan bir hocayla da tatsız şeyler yaşamıştık, babamın vefatı derken… Neyden başka bir şey düşünemez oldum bütün her şeyimi neyime anlattım, ağır bir depresyonun eşiğinden neyle döndüm, musikiyle döndüm.
Bütün her şeyini neye anlatarak, neyin sayesinde depresyonun eşiğinden dönmek… Hani derler ya, ben bu sanat için okulu terk ettim filan. Resmen bir ihtiyaç gibi bahsediyorsunuz siz neyden…
Şu var; sanat için yapmadım, kendim için yaptım, iç huzurum okulda kaybolmuştu. Artık benim başka bir şeye bağlanmam gerekiyordu. Belki de bütün bunları şimdi söylüyorum. Yani o zaman çok da farkında değildim belki de, hayatımda bunun yan etkilerini de gördüm tabii, ama hiç pişman değilim, yani inanmak böyle bir şey… Bir şeye inanırsınız ve ona kendinizi adarsınız. Kalpten bağlanırsınız ve gözünüz başka bir şey görmez. Kaldı ki ben mesleğimle ilgili formel eğitim de aldım bu sürede. Mehmet Güntekin, Ender Doğan, Cinuçen Tanrıkorur gibi üstatların talebesi oldum.
Kaç yaşlarında aldınız bu eğitimi?
On dört yaşından itibaren, yirmi iki yaşına kadar, düzenli bir şekilde, bir de Musa Kazım Giritli var tabii, o da hocam oldu senelerce meşk ettik diz dize.
Neyden kaç yaşında para kazanmaya başladınız ve o zaman neler hissettiniz? Çünkü sanatçı için farklı bir durumdur bu...
Şimdi bu enteresan... Neye başladıktan bir sene sonra para kazanmaya başladım Ender Doğan vesilesiyle. O dönem itibariyle benim için başka bir kapı açılmış oldu. Kabiliyetliydim ve azimliydim, Ender Doğan’ın evinden ayrılmıyordum.
Gayet erken bir süre mi bu? Yani başladıktan bir yıl sonra kazanmak…
Evet, aynen. Allah’ın lütfu işte... Bu da tercih edilebilirliğini arttırdı müziğin, neyin.
E tabiî ki, hayatınızın her alanını kaplamış oldu. Para kazanmak için başka bir işle uğraşıp, sonra ney çalmak başka bir şey olur değil mi?
Aynen… Müzik öyle bir şey ki ikinci planda olmaya uygun değil. Yani çok fazla zaman ve emek istiyor.
Sanat öyle bir şey…
Aynen öyle. Düşünsenize, bir ressam aynı tabloyu ömrü boyunca yirmi kez yapsa -ama aynı tabloyu- yirmisinde de ne farklar olur, gelişmeler olur… Ha tabii, bunu gören göz lazım. Bu çok önemli. Yani, Allah bize sanatı, ahengi vermeseydi, müzikten sanattan anlamazdık, böyle bir zevk yaratılmasaydı ne kadar eksik kalırdık. Gerçi herkese ayrı ayrı vermiş. Kimi hiç nasiplenemiyor. Yani ne çalarsanız nasıl çalarsanız çalın adamda karşılık bulmuyor. İşte bu müziği özel kılan şey, yani Allah’ın insanlara farklı oranlarda verdiği bir sır. Biri diğerine göre daha yoğun hissediyor, duyuyor.
Mercan Dede bir boşluğu doldurdu. Ama ne clubberlara hidayet geldi, ne de sufiler elektronik müziği sevdi, ama o inandığını, yapabildiğini yaptı ve başarılı oldu.
Evet. Kimisi Mercan Dede dinliyor kimisi Başar Dikici değil mi?
(Gülüyor) Öyle tabii. O konu çok farklı, Mercan Dede’nin dinlenilebilirliği. Yani öyle bir boşluğu doldurdu ki projeyle… Elektronik müzikle sufi müziği, ama tabii ne clubberlara hidayet geldi, ne de sufiler elektronik müziği sevdi, ama o inandığını, yapabildiğini yaptı ve başarılı oldu.
Kendisine geldi mi?
O konuda hiç bir şey bilmiyorum, ilgilenmiyorum da. Ama şunu söylemeliyim; her şeyin bir alıcısı var.
Evet. Peki, neyin çok popüler olmamasından, pop şarkılarında pek duyulmamasından memnun musunuz?
Tabii ki. Müzik hiç bir şeye, hiç bir kuruma, hiç bir kişiye ait değildir. Dolayısıyla müzik yönetmeni ya da aranjör, bir insan ve hayali var. O hayalini satarak para kazanıyor, o hayaldeki tabloda ney olabilir gitar olabilir… Her şey olabilir.
Seçkin bir dinleyicisi mi var neyin?
Seçkin dinleyicisi olduğu şüphesiz.
Mevlana da mesneviye "dinle" diyerek başlıyor. Seçkin olsa gerek?
(Gülüyor) Bu noktada Hz. Mevlana’nın öğretisinin büyük etkisi var. Fazla söze hacet yok. Hz. Mevlana etkilenmiş dinlemiş neyi. Ama şunu görmek lazım; o dönem klavye ya da ne biliyim elektrik gitar olsaydı belki de Hz. Mevlana onu övecekti. Yani olay şu: Hz. Mevlana müziğin, yani dinlediği müziğin, ahengin gerçek sahibinin Allah olduğunu bildi. Yani keramet kavukta değil. Bana Hz. Mevlana’yı soranlara ben şöyle diyorum: “ben Mevlana değilim bana adam olun öyle gelin” Bizim müzikten zevk alma yetimizi yaratan Allah, bize müziğin her çeşidini duyma özelliği vermiş, ney ilkel bir enstrümandır. İnsan eliyle doğal maddelerden yapılır.
İlkellik ulvilik demek değildir diyorsunuz, piyano örneğindeki gibi, değil mi?
Ulvilik değil farklılıktır ve önemli bir farklılık. İşte burada teknik birçok hadise söz konusu. Ama kısaca piyano sesi ya da keman sesi daha mı az etkileyicidir? Ya da şöyle diyelim, insan enstrümanını nasıl çalar? Beyni, kalbi, ruhu, sırrı, psikolojisi, her şeyi yani… Bütün bunların toplamı neyse insanın çaldığı da odur, bilgisi tecrübesi de eklenir ve artık bütünleşmiş biçimde çalarsın, ne çaldığın önemli değildir. Ömer Karaoğlu’nun bir sözü var çok hoş: neyin mümini basgitarın kâfiri olmaz.
Ama neyin kafiri veya bas gitarın mümini olabilir de...
Aynen. (Gülüyor)
Yeni bir albüm çalışması var sanırım?
Evet, şu an onun hazırlığı içindeyiz, world müzik. İçinde Türk müziğinin, Arap müziğinin, Azeri müziğinin vb. etkileri olan akustik bir albüm. Yani sahneye uyarlanabilecek. Bir de savaşı anlatan bir şey koymak istiyoruz ama savaş görmediğimiz için yapamıyoruz. Yani yanı başımızda olanları hissetmek başka yaşamak başka, ikilemdeyiz. Koysak etik olur mu diye. Ama bir yandan kalbimizde duygular var, hüzün var. Tüm dünyadaki çocuk kanları için bizde bir şey yapmak istiyoruz. Ama iç hesaplaşmamız demek ki bitmedi.
Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu nasıl buluyorsunuz? Makro veya Mikro siyasi ya da sosyal açıdan?
Doğrusu ben siyasetten gerçekten anlamam. Ülkenin durumu malum çok iyi değil. Ama soysal açıdan insanımızı değiştirecek, kendine getirecek bir devrim gerektiğini düşünüyorum. Bu da kolay değil. İnsanımızın kalite anlayışı maalesef çok düştü. İnsanlar önüne ne konsa onu yer duruma geldi, nasıl geldiğiyle ilgili birçok ilim adamı konuşuyor zaten. Ben biraz şöyle bakıyorum; benim iyi olmam lazım, bildiğim şeyi en iyi yapmam lazım, topluma ancak böyle faydam dokunabilir. Düşünsenize; ben şimdi desem; birçok konuyla ilgili sıkıntı var, ideallerim var vs… Bunlar sahte olur, hayatı öyle ya da böyle hepimiz kabulleniyoruz. Ama kabullenmek demek hiç bir şeyi değiştiremeyiz demek değil. Birey olmayı unuttuk! Sürü psikolojisi bizi mahvetti!
Sanatçı ve kibir, modern sanatçılarda ayrılmaz bir şekilde duruyor. Klasikçilerde de abartılı bir tevazu şeklinde ortaya çıkan bir kibir görüyoruz. Nereye varacak bu kibrin sonu?
Allah’ın sâni sıfatının tecellisi olan ve bizlere ayrı ayrı serpiştirdiği bir özellikle, sanat anlayışı ya da duygusu yani sanatsal kabiliyetle övünmek, kibirlenmek bana göre hedefi ıskalamak ve ihanettir. Bir de tabii tevazuu abartanlar var. O da “benliği de öldürdüm; artık mükemmelim!” gibi bir şey herhalde. Oysa sanatın tek sahibi onu yaratandır. Yaratan bize ahengi vermeseydi -ki herkese aynı şekilde vermiyor bu da sanatı özel kılan şey- ne kadar eksik kalırdık. Bence sanatçının böyle bakıp mutedil dengeyi kurması lazım.
Derginin kıymetli ve çok özel okuyucularına şunu sormak isterim, “ne zaman müzik bizim camiamızda bir kültür olarak oturacak?” Benim en önemli sıkıntılarımdan biri bu.
Birisi “ney çalmak” deyimi kullanınca birileri hemen “ney çalınmaz, üflenir’” diyorlar. Siz ne diyorsunuz?
Ney üflenerek çalınan nefesli bir enstrümandır. Ben genelde çalıyorum diyorum. O konuda neye fazla yükleniyor bazı üstatlar. Ney kutsal değildir, müzik kutsaldır.
Çalınmaz diyorlar ama hiç neyinizi/ neylerinizi çaldırdığınız veya kaybettiğiniz oldu mu?
Bir kez tüm neylerimi takside unuttum, günlerce ağladım. 52 gün sonra eksiksiz geri geldiler elhamdülillah!
Neyzen olarak dünyadan ve Türkiye’den kimleri beğenirsiniz?
Türkiye’den klasik tavır çalan önemli üstadlar var. Her zaman dinleyip feyz aldığım Sadreddin Özçimi, Ender Doğan, Ömer Erdoğdular, Ahmet Şahin. Bir de tabii bu üstadlara ilham veren Niyazi Sayın var. Daha genç jenerasyonu ele alırsak Volkan Yılmaz, Süleyman Yardım’ı söyleyebilirim. Ali Tüfekçi de ayrı bir adam. Amaaaa bir de Ercan Irmak var ki, Allah selamet versin; dünyada en beğendiğim neyzen. Allah başımızdan eksik etmesin. Aziz Şenol Filiz de çok önemli kapılar açtı neyzenlere. Bunların dışında İranlı neyzenlere bayılırım. Hasan Kassai, Behzat Faruki vs.
On yıl sonrasına ve yirmi yıl sonrasına neler yapmış olmayı ümit ediyorsunuz?
Allah ömür verirse müziğimi tüm dünyada duyurmak, konserler vermek istiyorum. Albüm kapı aralamaktır konser ise birebir paylaşmaktır.
Bir neyzenin en büyük korkusu ne/ neler olabilir? Var mı sizi korkutan bir şeyler?
Bir neyzenin en büyük korkusu herhalde fiziksel bir nedenden ötürü bir daha ney çalamamaktır.
Ömer Karaoğlu ile kaç yıldır berabersiniz?
Ömer Karaoğlu ile 12 yıldır birlikteyiz. Ben daha çocuktum ona eşlik etmeye başladığımda.
Ömer Karaoğlu ile müzik yapmanın zor yanları var mı?
Var tabii. Mesela sahnede her an üstünüze bir kedi atabilir. Ney taksimi yaparken kulağınızın dibinde balon patlatabilir, bunun gibi zorluklar… Bunların dışında Ömer ağabey gibisi yoktur dünyada elhamdülillah!
Ömer Karaoğlu’nun müziği ve İslamcı müzik tıkandı deniyor, buna katılıyor musunuz?
Ömer Karaoğlu’nun yaptığı şey müzikten ibaret değil ya da sadece müzik değil. Bu adam bir fikir adamı, bir taraf, bir mihmandar! Keşke müziği seven, müzik yapmak isteyenler önce çok ciddi bir eğitim alsalar. Bunu yaptıklarında neleri riske attıklarını görecekler. Ne bedeller ödendiğini de. Ama Ömer Karaoğlu’na ya da falanca müzisyene her özenen ya da birkaç önemli konuda iki söz yazan herkes müzik yapmaya kalkınca İslami müzik olmaz. Abdurrahman Önüller, Sami Yusuflar çıkar ve iş çığırından çıkar. İşte görüyoruz Mahsun Kırmızıgül’den vesaireden bozma zikirli ilahiciler, çalıntı besteler, İslami pop-starlar 4 korumayla Hırka ı Şerif’i ziyaret etmeler falan iğrenç, kaygı verici... Sapla samanı birbirine karıştırmamak lazım. Müzik çok emek isteyen ve herşeyden önemlisi kabiliyet isteyen bir şey. Herkeste yok yani bu. Varsa o zaman geliştireceksin, öğreneceksin, ondan sonra yapmak istediğini yaparsın. Bir de şu var: Ömer Karaoğlu sadece müziğiyle de hizmet etmedi bu topluma. Koştu, coştu, aynı saftaydı, bedeller ödedi ve müzikle bunun karşılığını da en az alanlardan biriydi.
Gençler işin ucundan tutmazsa n’apsın Ömer Karaoğlu. Herkes türkü ve sanat müziğine kayarsa, risksiz alanları seçerse tabii adamlar yalnız kalır.
Şimdi bu konuda farklı düşünüyorum: müzik müziktir. Yani müziğin çok ciddi bir eğitimi var. Bir düşünceyi ya da bir sorunu dile getirmenin yegane yolu değildir müzik. Zaten bence camiadaki önemli çıkmazlardan biri bu konu. Klasik müzik ya da falanca müzik risksiz diye bir şey kabul edilemez.
Acılarımızı, sorunlarımızı dile getirmenin, duruşun olmasının çok tatlı karşılıkları var artık. Sen ümmet diyorsun, Kâbe, Medine diyorsun; karşılığını da çok tatlı bir şekilde alıyorsun ama Ömer abiler müzikte uğraştığı için bir taşlanmadıkları kaldı. Böyle bir süreci uzun yıllar yaşadılar. Velhasıl bedel ödemek, elini taşın altına koymak sözle olacak konsere giderek olacak iş değil. Hayat biçimi tümüyle vesselam.
Popüler kültürle aranız nasıl? Ne olacak bu popüler kültürün hali?
Popüler kültürle aramız maalesef iyi. Yalan söylemeye gerek yok. Allah popüler kültürle aramıza uzun mesafeler koymak nasip etsin. Amiiin!
Bu kertede, sizin bana, bize, okuyuculara, dinleyicilere, dünyaya sormak istediğiniz bir şey var mı?
Hım… Ters köşeye yatırdın hocam, gool!! (gülüşmeler) Aslında imkan olsa da hepinize ayrı ayrı sorsam keşke. Ama derginin kıymetli ve çok özel okuyucularına şunu sormak isterim, “ne zaman müzik bizim camiamızda bir kültür olarak oturacak?” Benim en önemli sıkıntılarımdan biri bu. Vesselam!