Çağla Evsen
Mutluluğun formülü çok basit. Sevdiğiniz işin içinde sevdiğiniz insanlarla birlikte ruhunuzun ve bedeninizin rahat edeceği yolu seçmeniz gerekiyor. İnsan sevmediği kişilerin içinde bulunarak, sevmediği işi yaparak yaşlanıyor. Bundan kaçınmalarını tavsiye ediyorum. Bir işe maddi kaygılarla değil ruhunuzla girin, çok sürmez maddi kazanç da başlar merak etmeyin… Ve inandıklarınızdan vazgeçmeyin.
Konserin başlamasına 2 saat var. Salon kapıları henüz açılmadığı için Uğur Arslan’a telefon açıp içeriye öyle girebiliyorum. Konser salonunun kapısından giriyorum salon boş; Uğur Arslan ve ekibi sahnede son provaları yapıyorlar. Beni görünce prova kesiliyor. Sahneye çıkıyorum, tanışıyoruz. Provayı yarıda kesmek istemiyorum o yüzden röportajı konser sonrasına erteleyebileceğimizi söylüyorum, kabul ediyor. Saat 20.30 ve konser başlıyor. Salon 7’den 77’ye her yaştan insanla dolu ve çoğunluğu anneler oluşturuyor. İlerleyen dakikalarda da Uğur Arslan bunu kendisi esprili bir şekilde dile getiriyor zaten: ‘Beni en çok anneler seviyor; gençler tanımıyor’ diyor. ‘Er Mektubu’ şiiri ile ağlatıp ‘Karagümrük’ ile coşturarak hiç ara vermeden 2,5 saatlik, eşine az rastlanır bir performans sergiliyor. Saat 23.00 ve konser bitiyor. Kuliste buluşuyoruz. Yorgun olduğu gözlerinden belli ama aynı gözlerde başarmış olmanın mutluluğunu da görüyorsunuz. İçimden; ‘Bu yorgunlukla soracağım sorulara kısa cevaplar verip, bir an önce bitirmek ister’ diye geçirdiğim sırada sandalyesini yanıma yaklaştırıp ses kayıt cihazımı da eline alıyor ve ‘Hazırım’ diyor samimi bir gülümseyişle. Sorduğum tüm sorulara uzun uzadıya, tüm içtenliğinle cevap veriyor. Az önceki düşüncemden ötürü kızıyorum kendime. Yorucu bir gecenin ardından beni kırmayıp vakit ayırdığı ve tüm samimiyetiyle sorularımı cevapladığı için kendisine huzurlarınızda tekrar teşekkür ediyorum. İşte Uğur Arslan’la yaptığımız keyifli sohbet:
Gençler bizi tanımıyor dediniz tanışmaya geldik.
Hoş geldiniz. (Gülüyor)
11 yıldır sizi ekranlardan tanıyoruz.Bize biraz geçmişinizden bahseder misiniz.?
1972 yılında İstanbul’da doğdum. İlkokulu Karagümrük’te, ortaokul ve liseyi İstanbul’un çeşitli yerlerinde bitirdim. Gecekondu mahallelerinde de, özel okullarda da okudum ve bu sayede Anadolu’daki birçok kesimi tanıma fırsatım oldu. Üniversite hayatım Adapazarı’nda başladı. Ailemden ilk ayrılışım da bu döneme tekabül ediyor. Teknik okul ailemin tercihiydi, bana kalsa konservatuar gibi sosyal bir okul seçerdim. Teknik okul okumam sosyal faaliyetlere katılmama engel değildi ama. O dönem tiyatro ve radyo çalışmalarına başladım ve okul bittikten sonra da radyoculuğa devam ettim.
Deniz Feneri Derneğinin doğuş hikâyesi nedir?
11 yıl önce benden bir ramazan programı yapmam istendi. Ramazan ayında yapılabilecek en güzel şey insanların iftar sofrasına yiyecek bir şeyler koymaktı. Bakkallardan aldığımız birkaç poşet malzemeyi ihtiyacı olanlara ulaştırıyorduk. Programa gösterilen ilgi tahminimizden büyük olunca Ramazan bittikten sonra da devam ettirme kararı aldık. 1998 yılında da dernekleşme yolundaki ilk adımları attık.
Kalıcı yardımlar yapıyor, insanlara balık tutmayı öğretiyorsunuz. Peki ya sonrasında takipleri yapılıyor mu?
Tabiî ki. Bu nedenle İzmir, İstanbul; Ankara gibi Anadolu’nun birçok yerinde şubeler açtık.1 yıllık periyotlarla şubelerde ve şube dışındaki illerde bulunan gönüllülerimiz takibini yapıyor.
Yardıma muhtaçları neye göre belirliyorsunuz?
Kaymakamlıklarla ortak çalışarak ihtiyaç sahiplerin ve neye ihtiyacı olduklarını belirliyoruz. Kaymakamlık ve muhtarlıkların belgelerine dayanarak yardım kararı alıyoruz. Yardım yapıldıktan bir sene sonra tekrar inceleniyor ve ihtiyaç devam ediyorsa yardım devam ediyor.
Bir bağışçı bağışının akıbeti hakkında bilgi alabiliyor mu?
Biz bu çalışmaya yıllar önce başladık. Bağışlar depoya girerken barkot sistemiyle bilgisayar ortamına kaydediliyor. Giriş kaydını yapanın adı, paketi paketleyenin adı, kimin ulaştırdığı ve şoförün adı, ulaştığı yer vb. yani girdiği andan sahibine ulaştığı ana kadar her aşama kaydediliyor. Örneğin siz iki sene önce dernek merkezine kayıtlı bir şekilde çorap bağışladınız. Bugün geldiğinizde o çorabın kimin ayağında olduğunu bulabiliyoruz.
17 Ağustos, 12 Kasım, Pakistan depremi ve daha birçok drama yakından şahit oldunuz. Çok zor bir iş ve güçlü bir karakter gerektiriyor. Bu, sizin günlük yaşamınızı ve psikolojinizi etkilemiyor mu?
İlk anda çok etkiliyor ve psikolojik olarak yoruluyorsunuz, ruh haliniz bozuluyor. Küçük çaplı bir hastalık yaşıyorsunuz ama güçlü olmak zorundasınız. Yardıma başlandığı andan itibaren bizim de tedavi sürecimiz başlıyor. Bir insanın duasını kaç liraya satın alabilirsiniz? Yardım sonrası yapılan duaları duyunca hastalığımız kalmıyor.
İnsanlarla karşılaştığınızda nasıl tepkiler alıyorsunuz?
11 yıldır artık insanların ailelerinden birisi olduk. Yaptığımız hatalarda kendi evlatlarına kızdıkları kadar kızıyorlar, başarılarımızda da kendi oğlunun başarısına sevineceği kadar seviniyor. Yolda karşılaştığımızda yardım isteyenler de oluyor bağış yapmak isteyenler de oluyor. Bu durumda dernek merkezimize yönlendiriyoruz.
Bunca yıl içinde sizi derinden sarsan, iz bırakan bir olay var mı?
Ülkemizde en çok ölümün olduğu Marmara depremi bizi derinden sarstı. Çünkü orada yardıma ihtiyacı olan fakir, fukara, sokağa atılmış insanlar değil; sizler bizler gibi memuru, işçisi, fakiri, zengini binalar altında kalmıştı. Kimi annesini, kimi babasını, kimi evlatlarını kaybetmişti. Yaralar çok derindi ve sadece maddi değildi. Biz Marmara depreminde kendimizi gördük. İnsan kendini bulduğu hadiselerde daha çok üzülüyor ve yıpranıyor. O kadar çok ölümü aynı anda görmek kolay değil. Dernek olarak Marmara depremi bizim en çok güç sarf ettiğimiz, en yoğun çalıştığımız ve bir nevi aslında Deniz Feneri’nin çıkış noktası olan bir dönemdi.
Son günlerde Deniz Feneri Derneği hakkında birçok olumsuz haber çıktı. Dernek olarak internet sitesinden açıklama yapıldı fakat siz neden sessiz kalmayı seçtiniz?
Aslında olayı fazla uzatmak istemediğim için sessiz kaldım fakat olay büyüyünce bir gazeteye ve haber bültenine gerekli açıklamayı yaptım. Sokakta yüzüme şüpheyle bakan insanlar oldu ve bu beni çok üzdü. Almanya’daki ‘Deniz Feneri E.V’ ile Türkiye’deki ‘Deniz Feneri’ birbirine karıştırıldı.
Benim Deniz Feneri’ndeki konumum şu anda çok farklı. Deniz Feneri’nin kurucu başkanıyım ama şu an yönetimde değilim; yaklaşım 5 yıldır sadece program sunuculuğunu yürütüyorum. Ben şu an Deniz Feneri’nin ekrandaki yüzüyüm. Son çıkan haberlerle ilgili olarak da daha iyi izah edilebilmesi adına dernek yönetimine tavsiyelerim oldu. Nitekim gazetelerde de duyurular yayınlanmaya başladı. Benim sunucusu olarak söyleyebileceğim; yüzyılın iyilik hareketinde 11 yıldır program ve program ekibi adına çok güzel işler yapıldı ve hiçbir yanlışın olmadığının teminatını verdim kamuoyuna.
İnsanlara yardım etmekten başka amacı olmayan böyle bir derneğe neden zarar vermek istiyorlar? Amaçları ne peki?
Düşünsel ve siyasal olarak Deniz Feneri’nin ve benim bir siyasi kesimin önünde olduğunu düşünüyorlar. Benim ve Deniz Feneri’ni yaralamak o kesimi yaralamak olacağı için tam seçim arifesinde planlı olarak yapılan bir karalama kampanyasıydı. Deniz Feneri’nin hiçbir siyasi partiyle organik bir bağlantısı yok. Bugün Deniz Feneri’ne sadece belli bir kesimden değil Türkiye’nin her kesiminden yardım geliyor ve her kesime yardım yapılıyor. Bu şekilde düşünmek kısır bir düşünce tarzı. Seçim sürecinde daha da karalamaya çalışanlar olacaktır.
Yine de etki altında kalanlar olmuştur.
Bizimle ilgili soru işareti olanlar bizi tanımayanlardır. Deniz Feneri’nin işleyişini bilen insanlarda soru işareti olmaz. 11 yıldır neler yaptığımız ortada.
Duygusal bir iş yapıyorsunuz ve duygusal bir insansınız. Şiirle ne zaman tanıştınız?
Lise sıralarında şiir yazmaya başladığımı hatırlıyorum. İlk zamanlar bunun özel bir şey olduğunu düşünmüyordum fakat daha sonra baktım ki kimi güzel futbol oynuyor, kimi güzel resim yapıyor ben de şiir yazabiliyorum demek ki bu bir fark diye düşündüm ve şiirlerimi biriktirmeye başladım. İlk kasetime de lise 2 de yazdığım bir şiirimi koymuştum.
10 yıl Deniz Feneri’ni sundunuz birçok şiir kaseti ve kitap çıkardınız fakat ‘Karagümrük’ şiiriyle patlama yaptınız. Karagümrük şiirinin diğerlerinden farkı neydi?
Biz alaturka bir ruh taşıyoruz. Aslında farkında olmadan şiir diye alaturka bir rap dinlediler ve sevdiler. Salt şiir sıkıcı gelebiliyor. İçinde şarkı bulunması da büyük bir etken. Giderek batıya yaklaşan bir müziğimiz var. Modern bir altyapı ve müzikle alaturka bir hikâyenin birleşmesiydi Karagümrük. Sevdiğimiz müzikle içimizdeki bizi anlattığım için sevildi.
Ve ‘Karagümrük’ dizisine başladınız.
Dizi olmaya çok müsait bir hikâyesi vardı ve 5 yapımcı firmadan teklif geldi.
Son dönemde bir dizi furyası esiyor. Neden bu projeye girdiniz?
1 yıl bir programı sürdürmek başarıdır, 2 yıl sürdürmek başarıdır, 3 yıl da başarıdır fakat 11 yıl bir programı sürdürmek başarı değil kendini tekrarlamaya başlamaktır. Benim farklı bir şeyler yapmaya ihtiyacım vardı, farklı yönlerimi göstermek istedim. Bir dönem yönetmenlik eğitimi almıştım bu da boşa gitsin istemedim. Bu kez oyunculuğu denedim. Kasıtlı ve bilinçli olarak girdiğim bir projeydi.
Niçin bitti? Reytig kaygısı mıydı neden?
Dizi piyasasının vefasızlığı. Çabuk tükeniyor her şey. Reytinginiz iyiyse para kazanır ve kazandırırsınız, reklâm alırsınız. Karagümrük gibi bir yerde sıcak mahalle dizisi buna 15 bölüm dayanabildi. Sıcak mahalle dizisi mafya dizisine dönüşecekti. Beni seven genç insanlara kötü örnek olmamak adına noktalamayı tercih ettim.
Magazine dönüştüğü an saman alevi gibi parlıyorsunuz ve aynı zamanda sizi tüketen bir süreç başlıyor. Maddi kaygılar mıydı buna neden olan?
Maddi kaygılarım vardı tabii ki. Çünkü Deniz Feneri’nde zengin olamazsınız, evler, arabalar alacak paralar kazanamazsınız. Deniz Fener’inden de böyle bir beklentim olmadı hiçbir zaman. Ben kasetler yaptıktan sonra konserlerle para kazanmaya başladım, kendime ev, araba alabilir hale geldim. Deniz Feneri benim için büyük bir manevi kazanç. Hayatımı sürdürmek için de maddi kazanca ihtiyacım var.
Diziyle ilgili çevrenizden tepkiler aldınız mı?
Dizi teklifleri aldım. (Gülüyoruz) Ben hiç oyunculuğumu beğenmedim ama oyunculuğumu beğenenler oldu. Belki de bir sürü dizi izledikleri için başları döndü ve beni de iyi bir oyuncu sandılar. (Tekrar gülüyoruz). Ama benim amacım yönetmenlik.
Yeni projeler ve hedefleriniz var mı?
Deniz Feneri’ne zarar vermeyecek projeler olursa yer almayı düşünüyorum. Oyunculuk, yönetmenlik ya da başka alanda olabilir. Arzularımdan birisi de sinema.
Uğur Arslan bu zamana kadar umduklarıyla bulduklarını karşılaştırırsa kazançlıyım diyebiliyor mu?
Deniz Feneri’nde manevi olarak çok güzel bir kazanç elde ettim. Allah’a bana bu işi nasip ettiği için her zaman şükrediyorum. Ama gelin görün ki kendini bilmezin birisi size bir çamur atıyor. Ailenizin, arkadaşlarınızın gözleri önünde karalanıyorsunuz. Türkiye de 1 günde 11 yıllık emeğiniz, dağları aşmışlığınız, milyonlarca insanın dualarını almışlığınız yok sayılıp karalanabiliyor. Herkes size soru işaretleri ile bakıyor ve bundan korkuyorum.
Yıprandınız ve yoruldunuz mu?
Kesinlikle Deniz Feneri’nde yıpranmadım ve yorulmadım ama Deniz Feneri’ne ve bana zarar vermeye çalışanların yaptıkları yoruyor beni.
Uğur Arslan Deniz Feneri’nde nereye kadar devam edecek?
Deniz Feneri’ne bir vefa borcum var, bana bu kadar duayı kazandırdı. Bırakmayı düşünmüyorum. Bırakırsam zor durumda kalabileceğini hissediyorum. Benim ekranında olmadığım bir Deniz Feneri’nin daha az kişiye ulaşacağı endişesi ve korkusu var bende. Her türlü karalama çalışmalarına rağmen Deniz Feneri’nin yüzü olmaya devam edeceğim.
Babalık hakkında ne düşünüyorsunuz?(Bu sorunun orijinali böyle değildi. :D ) Sorduğum soru karşısında önce şaşırdı, sonra esprili bir cevap verip beni şaşırttı. Ben gülmeye dalmışken ustalığını konuşturdu ve kıvrak bir manevra yaptı. Ben de Uğur Bey’in verdiği cevaba göre soruyu değiştirdim. :D )
Herkesin özlediği. beklediği ve umut ettiği bir şeydir annelik ve babalık. İnsanlar öldükten sonra dünyaya kendilerine ait bir parça bırakmak isterler. Herkes gibi benim de hayalim arkamda hayırlı evlatlar yetiştirmek ve onlara kirlenmemiş, temiz bir isim bırakabilmek. Bu benim her şeyden önce gelen en büyük hayalim. İnsanın dünyada yaşayabileceği cennet; mutlu bir aile,eş ve çocuklarıyla geçireceği günlerdir.
Mutlusunuz yani? (Laf almaya çalışıyorum ama nafile :D ) (Gülüyor)
Çok şükür, Allah bozmasın!
Son olarak ‘GENÇ’ okuyuculara neler tavsiye edersiniz?
Mutluluğun formülü çok basit. Sevdiğiniz işin içinde sevdiğiniz insanlarla birlikte ruhunuzun ve bedeninizin rahat edeceği yolu seçmeniz gerekiyor. İnsan sevmediği kişilerin içinde bulunarak, sevmediği işi yaparak yaşlanıyor. Bundan kaçınmalarını tavsiye ediyorum. Bir işe maddi kaygılarla değil ruhunuzla girin, çok sürmez maddi kazanç da başlar merak etmeyin… Ve inandıklarınızdan vazgeçmeyin.