Gerçek Yetenek Dik Durabilmektir! 
İsmail Kılıçarslan / Şair
Bence hayattaki en hakiki yetenek; etrafımız dört bir yandan hakikate temas etmeyen bir sürü mavalla kaplanmışken “dik” durabilme yeteneğidir. İnsanın elinin emeğiyle geçinebilmesidir en büyük yetenek. Nişanlısını kredi ya da borç batağına saplanmamak için “mütevazı” bir düğüne ikna edebilen adam kazanacaktır tüm yetenek yarışmalarını. 3 yaşındaki arabasını “eskidi” diyerek değiştirmeye ikna edilemeyen adamdır yetenekli.
Ne demek istiyorum? Yetenek, yerinden edilmiş bir kavram. Şapkadan tavşan, tavşandan şapka çıkarabiliyorsanız yetenekli sayılıyorsunuz. Oysa gerçek yetenek; dünyanın önümüze koyduğudur.
En Büyük Yetenek Derin Düşünmektir
Agâh Gönül İLISU (Radyo Yapımcısı ve Metin Yazarı)
Sahi, neydi yetenek? Elimize bütün gücümüzü toplayıp, kalın kiremitler kırmak mı? Bisiklet üzerinde, yürekleri ağızlara getiren hareketler yapmak mı? Üç tane şişeyi havaya atıp dakikalarca çevirmek mi, yoksa çeşitli ritüellerle zıplayıp dans etmek mi? Toplumumuzda yetenek deyince ilk akla gelenler, bunlar maalesef. Hele yetenek yarışmalarında itibar gören ve ‘işte gerçek yetenek’ dedirten bir şey var ki, o da insanları güldürmek… Geliniz, biz bunların hepsini ardımızda bırakalım ve yetenek kavramına bambaşka bir pencereden bakalım… Bir bilge diyor ki; “insanoğlunun sahip olduğu en özel yetenek düşünmektir.” Kur’an’ı Kerim’de Cenâb-ı Allah; “Bakmazlar mı, görmezler mi, hiç ibret almazlar mı?” diye sormakta ve değişik misâllerle insanları düşünmeye çağırmaktadır. Aslında hayatın ve yaratılışın tılsımı da, işte bu en özel yetenekte yatmaktadır.
Yunus Emre Hazretleri, “Benim bir karıncaya, ulu nazarım vardır.” derken, bir batılı düşünür de “Rabbimin eserleri niçin bu kadar mükemmeldir; çünkü her eser bir bütündür.” sözüyle, Yaratıcı’nın haşmetine işaret etmektedir.
İngiltere’nin en önde gelen gazetelerinden The Independent, Müslüman mûcitlerin Avrupa’yı ve dünyayı nasıl değiştirdiğini anlatan bir haber yayınlamıştı geçen yıllarda. Bu haberde, Müslümanların dünyayı değiştiren icatlarına yer verilmiş, haberde İslam dünyasında yaşanan; “kahvenin bulunması, ilk uçma deneyi, cerrahi aletlerin tasarımı, dolma kalemin icadı” gibi gelişmelerin, insanlığın yaşamını nasıl değiştirdiği anlatılmıştı.
Evet, onların hiçbiri yetenekli olmanın ölçütünü; insanları güldürmek, çivilerin üzerine yatmak ve bir kutunun içerisine girip, dehşetle bakan gözler arasında kaybolmak olarak görmediler. Sadece kendilerine verilen en üstün yeteneğin, düşünce kabiliyeti olduğunu fark ettiler. Kâinata, ilk kez görüyormuş gibi gözlerini çevirdiler ve derin derin düşündüler. Bunca güzelliğin hizmetine verildiği insanoğluna, istifade edecekleri eserler bırakmak için gayret sarf ettiler.
Geliniz bugünden itibaren, çoktandır unuttuğumuz düşünce ummanına karışıp, artık özümüzle barışalım. Sahte yeteneklerden sıyrılıp, kendimizi düşünce yeteneğiyle donatalım. Ve mübarek Kur’an’ın bu zarif emrine, hep beraber sarılalım.
Hangi Suyun Sakasısın?
Mahmut Bıyıklı / Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi Başkanı
Yaratıcı, insana cevizi vermiş ama kırmayı öğretmemiştir. Burada ceviz, doğuştan getirdiğimiz istidatlarımızı; onu kırmak, ezmek, tanesinden, yağından, sütünden istifade etmek için yaptığımız faaliyetler de ‘kabiliyet’imizi belirler. Ceviz, sert kabukludur. Dişinizle kıramazsınız. Onu kırmanız gerektiğini öğrenmek için bir rehbere ve usûlüne uygun kırmak için aletlere ihtiyacınız vardır. Ceviz, fındık, erik, üzüm... olmak istidat gereğidir. Bir ‘şey’ ne amaçla yaratılmışsa ona uygun bir istidata sahip kılınmıştır.
Her insan önce ‘ne olduğunu’ ve ‘ne için, hangi iş için’ yaratıldığını bulmakla mükellef. Eskiler buna ‘kendini tanıma ilmi’ demişler. Kusurlarını ve faziletlerini tanımak, kabul etmek ve bunları iyi yönde geliştirmek ve kullanmak...
‘Kişi, noksanını bilmek gibi irfan olmaz’ denilmiş. Yani eriksen, erik olmanın en üst potansiyelini zorlayacaksın. Üzümsen cevizlik taslamayacaksın. Erik olduğunu bildin, kendini ziyan etmeyeceksin ve bütün insanlığa en faydalı olacak şekilde kendini işleyeceksin. Elbette bu sarp bir yol. Sabır, sebat, gayret, azim, iyi, niyet, ciddiyet ve kanaat gerektirir. Oturduğu yerde kimsenin ağzına armut pişip düşmemiş. Tohumdan ağaç, ağaçtan meyve bitireceksin ve bunları yapma gücünü neye borçlu olduğunu hiç unutmayacaksın. O zaman ben kazanacağım, o kazanacak ve kurallar kazanacak. ‘Yetenek’, bana, ötekine ve evrensel prensiplere aynı anda var olma gücü veren olabilirlikler olursa, ‘yetenek biz olabiliriz’ o zaman diye düşünüyorum…
İsmet Özel’in özel bir şiiri var; belki söylediğimiz onca kelimeden daha güzel ifade edebilir amacımızı:
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
Yetenek mi Şaklabanlık mı?
Yrd. Dç. Dr. Hakan Temiztürk / A.Ü İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Her insanın “beceri”li olduğu bir alandan bahsedebiliriz; ancak, herkesin yetenekli/kabiliyetli olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla ortalamanın üzerinde olmak gerekiyor. Müzik, resim, dans gibi sanat dallarının yanı sıra çok çeşitli alanlarda insanın yetenekli olması mümkündür; yetenekli insan örneklerini sıkça görebiliyoruz. Evet, sıkça görüyoruz; zira yetenekleri sergilemenin ve göstermenin yolları, araçları, ortamları gittikçe artıyor. Medyada yeteneklilerin ya haberlerini ya da “performans”larını görüyoruz. İnsanlık artık bir gösteri toplumu hâlini almaya başladığı için yetenek gösterilerini görmemek mümkün değil artık; yığınla yarışma, yığınla yetenek var. Bu durum aslında birçok şeyde olduğu gibi, yetenek ve yetenekliler alanında da bir sıradanlaşmaya yöneltiyor toplumu. Yetenek nedir, kim yeteneklidir; bunları anlamak da zorlaşıyor. Yarışmalar yoluyla performanslarını sergileyenlerin gerçek anlamda yetenek sahibi mi, yoksa ortamın hakkını vermek için şaklabanlık yapan sıradan insanlar mı olduğu yeterince ayırt edilemiyor. Bu güçlüğe rağmen, özellikle televizyonlardaki yetenek yarışmalarının isimsiz, sahipsiz nice yetenekler bulunduğunu ortaya çıkarıyor olmasını da görmezden gelmemek gerek. Hoş, bu yeteneklerin bir kısmının zamanla ünlerinin altında ezilmek biçimindeki acı sonlara dûçar olduklarını da görüyoruz ama o bahs-i diğer...
Doğrusu “Yeteneksizsiniz” Olacak
Ömer Öztürk / Yazar
Denetimsiz özel televizyonların rastgele yayına başlamalarıyla ekranları bir sürü zevksiz, gayri ahlakî ve özellikle çocuklar ve gençler için zararlı mı zararlı görüntüler kaplayıverdi. Şüphesiz programlar zevksiz ve okuma kültürü zayıf halkı avlamaya yönelik olmalıydı. 2000’lerin hemen başından itibaren yozlaşma faaliyetine daha da hız verildi ve Biri Bizi Gözetliyor, Gelin-Kaynana gibi geleneklerimizle taban tabana zıt ve tamamen teşhirciliğe yönelik programlar milletimizi günler-geceler boyunca ekranlara çiviledi. Bu programlara katılanların bir kısmı bunalıma girdi, emek vermeden, bir şey üretmeden gelen anlık ve muhakkak muvakkat şöhreti kaldıramadı; o programların yapımcılarıysa köşeyi birkaç kere döndüler, servetlerine servet eklediler.
Bu dalga geçince, yapımcılar yeni hileler keşfetmeye yöneldiler. Bu defa gündemde yarışmalar vardı. Pop Star bitti, Dans Edelim mi başladı, biri gitti, öbürü geldi, ve bu süreçte de epey bir kurban daha verildi.
Her seferinde hedef gençler oldu. Gençler bu programlara oltanın ucundaki yeme aldanan balıklar misali, binbir umutla, akın edip durdular. Ama onların bir türlü anlayamadıkları şey şuydu: Bu tür programlar eleme usûlüyle çalışıyordu. Her seferinde yüzlerce kişi elenecek, eh sonunda, aradan bir kişi seçilecek, âdet yerini bulsun kabilinden ona birkaç kuruş verilecek ve böylece bu değirmen her zamankinden daha da süratli dönecekti.
Onlar herkesin yeteneksiz olduklarını çok iyi biliyorlardı. Esasen onların yetenek-metenek düşündükleri de yoktu. Dediğimiz gibi; öyle veya böyle çoğunluk elenecekti. Onun için ibre “yetenek sizsiniz”den çok “yeteneksizsiniz”den yanaydı.
Pop Starlar, Fos Star oldu. Türkiye’nin Yıldızları birer birer söndü. Yeteneksizler dernek kuracak çoğunluğa eriştiler. Ama mantık hiç değişmedi: Ölen öldü, kalan sağlarla devam edildi; edilecektir de…
Bir Şeyi Tutkuyla İsteyenin Önünde Kimse Duramaz! 
Ömer Ekinci / 2009 Yılının Genç Girişimcisi Desnet Bilişim Grubu Kurucusu
Yetenek, yapabileceğine inandığına kendini alıştırma sürecinin sonudur. Sabrın, sebatın sonucudur. Elbette biraz da Allah vergisidir ama bir şeyi yapmayı tutkuyla isteyenin önünde hiçbir güç duramaz. Yeteneği söke söke alır tutkuyla istenen, edinir, bir zırhı giyer gibi giyiniverir. Zoru başarmak değil, zoru başarmayı öğrenmek ve defalarca tekrar etmektir yetenek.
Yetenek Ahde Vefa Göstermektir!
Hasan Hüseyin DENİZ (Gazeteci-Yazar)
Hz Hamza’nın kılıç kullanışı, Sa’d Bin Ebu Vakkas’ın okçuluğu, Halid Bin Velid’in savaş zekâsı gibi birçok sahabenin değişik alanlarda yetenek sahibi olduklarını biliyoruz. Aynı zamanda Efendimiz’in (s.a.v.) sahabeyi farklı durumlarda eğiterek kalifiye yani yetenek sahibi kadrolar oluşturduğu da bir gerçek.
Seyrederken “aaa” dediğimiz bir olay, ekran kapandıktan sonra bir işimize yaramıyorsa aslında boşa vakit geçirmişiz demektir. Zamanı, kendimizde bulunan özelliklerin geliştirilmesine ve ‘Niçin Yaratıldığımızı’ unutmadan harcamamız, sonunda yetenekli birisi olmamızı sağlayacağından, hem bireysel hem de toplumsal hayata katkı sağlayacaktır. Unutmayalım ki ilk ve en önemli yetenek kulun; ahdine vefa göstermesidir.