Bir gösteri dünyasında yaşıyoruz. Bu dünyanın reyting kaygıları ile biçimlenen kabiliyet tarifi, özdeki cevherleri geliştiren, doğru ve sahih bir istikamete götüren bir gayeden hareket etmiyor; tam tersine körleştiren, iğdiş eden ya da çarpıtan bir sürece mahkûm ediyor. Bu sakatlığı gidermenin yolu yüksek sesle ve cesaretle “ne için yetenek?” sorusunu sormakla mümkündür. “Ne için yetenek” sorusunu dünü, bugünü, yarını, verimi, faydası ve hakikâtle ilişkisi açısından cevaplayabilenler gerçek kabiliyetlerin inkişafına vesile olurlar. Diğer türlü boş yeteneklere yol açan çürütücü bir iklim, geriden gelenlerin de önünü tıkar, ortalık insan israfının hazin örnekleri ile dolar taşar.
Birkaç sezondur devam eden ve oldukça rağbet gören bir yetenek programı var. Bu programın geçtiğimiz senelerde birinciliğini muhafazakâr bir kolejde okuyan iki genç almıştı. O iki gencin sergilediği yetenek bir dans gösterisiydi. Onları izleyen herkes gençlerin bu işi iyi kıvırdığına şahitlik etmişti. Hem modern hem de maharetliydiler. Sessizlikleri, mahcup duruşları ve nasiyelerindeki saflık yaptıklarına ayrı bir çeşni katmıştı. Reyting canavarı ve gösteri dünyasının tam aradığı tipler olarak o gençler popüler oldukları üç beş ayın tadını hala çıkarıyorlar mı, bilinmez ama sonrası herkesin bildiği bir hikâyeden öteye gitmedi. Birkaç yerde daha sahne aldılar, yılbaşı gecesi özel bir programa çıktılar ve sonuçta herkesin birkaç dakikalığına meşhur olduğu bu dünyada onlar da meşhur sıradanlar olarak tribündeki yerlerine geri döndüler.
Şu an gençlerin ismini Google’dan başka hatırlayan olmasa da gösteri öyle ya da böyle sürmek zorunda… Yetenek avcısı program o gençler gibi “yetenekleri” bulup çıkartmaya devam ediyor nitekim. Yüzbinlerce genç, hünerlerini sergilemek için saatlerce kuyrukta bekliyor, Anadolu’nun dört bir tarafında yapılan ön elemelere katılıyor, jüri önünde ter döküyor, turlar geçiyor. En son TV gösterimlerinde boy ölçüşenler arasından sonucu SMS’lerle yapılan oylamalar, yani halkın beğenisi belirliyor. İşin göz açtıran, dudak uçuklatan ekonomisi bir yana, milletin evladının yetenekleri ve yeteneklilerine yönelik göz ardı edilemeyecek bir gündem oluşuyor. En önemlisi de ne biliyor musunuz? Program vesilesi ile yetenek yeniden tarif ediliyor, neyin yetenek olup olmadığı popüler algılar ve reyting kaygıları üzerinden bir kez daha inşa ediliyor. Bu nokta durup üzerinde düşünmemizi gerektiren bir noktadır, çünkü yeteneği birileri yeniden tarif ediyor ve bunu da tamamen popüler algı ve kaygılar üzerinden yapıyorsa orada kapasitemizi ve geleceğimizi ipotek altına almak gibi tehlike mevzubahistir.
Müşterisiz Meta Zayidir
Her kelimenin bir kimliği, serüveni ve kaderi var. Sözlükler kelimelerin sürgit yolculuklarının park yerleri. Yetenek kelimesinin popüler kültürle alacalanmış tarifinin berraklaşması için sözlüğe müracaat etmekte fayda var. Türk Dil Kurumu, “yetenek” kelimesini “bir kimsenin bir şeyi anlama ve yapabilme niteliği, kabiliyet, istidat” şeklinde tarif ediyor. Kelimenin ikinci anlamı daha teknik: “Bir duruma uyma konusunda organizmada bulunan ve doğuştan gelen güç, kapasite.” Üçüncü ve dördüncü anlamlar ise eğitim bilimi çerçevesinde yapılmış tarifler: “Kişinin kalıtıma dayanan ve öğrenmesini çerçeleveyen sınır” ve “dışarıdan gelen etkiyi alabilme gücü…”
Tariflerin söylediklerinden bir tanesi biz ve dışarısı diye iki ayrı dünya varsa yetenek ya da kabiliyetin bu iki dünya arasında bir köprü olduğu. Yetenek, ben dediğimiz varlığın kendi dışındaki dünyaya anlama, yapma, öğrenme, uyum sağlama şeklindeki katılımı ile ortaya çıkıyor. Bu anlamda yetenek doğuştan gelen bir güç ya da kapasitemiz. Dış dünyaya kapasitemiz ve onu nasıl kullandığımıza dair bir çaba ile katılıyoruz. Kapasitemizi aktif hale getirecek olan ise niyetimiz, yönelimimiz ve dış dünyanın taleplerini nasıl algıladığımız. Kimse yalıtılmış ve dışlanmış bir hayat yaşamak istemez. Takdir edilmek, benimsenmek ve sosyal kabul görmek herkesin ihtiyacı. Bu ise yeteneklerimizin ya da kapasitemizin dış dünyanın talepleri, beklentileri ile uyumlaştırılması şeklinde bir süreci gerektiriyor. Talep edilene yöneliyor, ilgi görmeyeni bırakıyoruz. Bunu eskiler “marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir” diyerek arifane bir şekilde ifade etmişler.
Mevcut İklim Kabiliyetleri Çürütüyor
Eğer yetenek bir tür müşteri-meta ilişkisi ise reyting kaygıları ve gösteri dünyasının öncelikleri ile öne çıkan yetenekler topluma bir yetenek algısı dayatıyor demektir. Burada soru dayatılan algının yetenek dediğimiz kapasitemizi, sınırlarımızı ya da çeperimizi sahih, doğru ve iyi anlamda genişletip genişletmediğidir. Öte dünya kaygısı olmayan, çok satmak, çok tüketmek ve çok yaygın olmak gibi amaçları kendi içinde gaye olarak gören, bu anlamda niçin sorusunu sözlüğünden atmış popüler kültürün yetenek kavramını da kendi gayesiz gayeleri için kullanacağından emin olabiliriz. Nitekim vakıa da bundan başka bir şey değildir. Gösteri dünyasının reyting kaygıları ile biçimlenen yetenek tarifi, yetenekleri ya da kabiliyetleri geliştiren, doğru ve sahih bir istikamete götüren bir gayeden hareket etmiyor; tam tersine körleştiren, iğdiş eden ya da çarpıtan bir sürece mahkûm ediyor. Bu süreçte ortaya çıkan hakiki yeteneklerin yeşermesini engelleyen bereketsiz ve verimsiz bir yetenek iklimidir.
Yeteneği birileri yeniden tarif ediyor ve bunu da tamamen popüler algı ve kaygılar üzerinden yapıyorsa orada kapasitemizi ve geleceğimizi ipotek altına almak gibi tehlike mevzubahistir.
Bol alkış, bol kahkaha ya da hayranlık görüntüleri ile topluma takdim edilen kabiliyetler aslında farklı kapasiteleri ve çeperleri yeşerten ya da güdük bırakan bir vasat oluşturuyor. Mevcut kabiliyet iklimi, her iklime has bitki örtüsü gibi kendine has bir yetenek seçkisinin öne çıkmasını sağlıyor. İnsanların doğuştan sahip oldukları, gelişmeye müsait bir takım ayırt edici özellikler, medya yolu ile oluşturulan övgü, iltifat ve pohpohlama ile iyi, güzel ya da faydalı yönde değil de gel-geç heveslere dayalı, içi boş, kof ve faydasız etkinliklere yöneltiliyor. İşte sahih, faydalı ve güzel örnekleri güdükleştiren, boş, faydasız ve seviyesiz örnekleri gürleştiren bu iklim popüler kültürün çürütücülüğünü en göz açıcı tezahürünü oluşturuyor.
Tehlikenin Farkında mısınız?
Tüketmek amaçlı ve öte dünya kaygısı olmayan her kültür ürününü popüler kültür olarak isimlendirebiliriz. Köksüz, ruhsuz ve tamamen piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillenmiş popüler kültür ürünleri tokluk veren ama beslemeyen fast-food’lara benzer. Zihnin ve kalbin fast-food’u bir muhteva ile beslenenler bir popüler kültür tipi olan zombiden başka bir şey olmazlar. Zombi yaşayan ölü demektir. Popüler kültür, kendisi ile beslenenleri kendisini üreten ve yönetenler gibi kalbi ölülere dönüştürmektedir. Yeteneği kendi istediği gibi tarif eden, topluma kendi tarifini içi boş, kof ve faydasız bir muhteva ile dayatan popüler kültür aslında kapasitemizi gerçekleştirmemizi engelleyen, dolayısıyla geleceğimize ipotek koyan, bizi bizden çalan bir düşmandır. Ortada herkesin hayranlıkla seyrettiği yetenekler aslında yeteneksizliği teşvik eden sahte görüntülerdir. Bunların insanlık kapasitesinin gelişimi ve şu dünyada varoluş maceramızın mahiyeti ile bir ilişkisi yoktur. Sahneye çıkmış yeteneklere puan veren avcılar aslında yetenek katilleri olarak nitelendirilse yeridir. Kötü paranın iyi parayı kovması gibi kötü, kof, boş ve faydasız sözde yetenekler iyi, doğru, güzel ve sahih olanları kovmaktadır.
“Yetenek sizsiniz” demek, yeteneği bizatihi kendi içinde bir kıymete sahip addeden sakat bir bakış açısıdır. Bu sakatlığı gidermenin yolu yüksek sesle ve cesaretle “ne için yetenek?” sorusunu sormakla mümkündür.
Ne İçin Yetenek?
Meşhur hikâyedir: Adamın birisi on adım öteden attığı ipliği, iğnenin deliğinden geçiriyormuş. Herkesin çok ilgisini çeken bu yeteneğini bir gün gelmiş dönemin padişahının huzurunda da sergilemiş. Herkes gibi hayret içinde kalan padişah adama merakla bu işe kaç senesini harcadığını sormuş. Adam “kırk yıl” cevabını verince yanındakilere emretmiş: “Bu adama kırk altın verin, yaptığın işteki yeteneğinden ötürü, sonra da kırk sopa vurun, kırk senesini böyle boş bir işe harcadığı için…”
Neyin yetenek olduğu sadece piyasanın arz ve talebi ile belirlenecek bir şey olmamalı. Yetenek; hakikat, fayda ve verim üçgeninde tarifi yapılan ve insanı sadece maddi anlamda değil her boyutu ile zenginleştiren bir mahiyette ele alınmalı. Bu mahiyetin formülü çok zor değil aslında. Şöyle bir şey:
VK = (P+Ç)G^N
Formülde VK: Verimli kabiliyet, P: Potansiyel kabiliyet, Ç: Çevre, G: Gayret ve N: Niyet anlamına geliyor. Verimli kabiliyet elde etmek için, potansiyel kabiliyetin iyi bir çevrede, sürekli gayret göstermesi gerekiyor. Gayretin ebedi kazançla buluşması için niyetin derecesi çok önemli ama... Niyeti sonsuz olanın gayreti de sonsuzu bulacaktır.
Popüler kültür ile beslenen bir toplumun magazin dünyası ve o dünyanın rol modelleri ile yatıp kalkması niyeti sonsuzluk olan kabiliyetlerin ortaya çıkmasını engelleyen bir iklim oluşturuyorsa, bu iklimde kendi ihtiyacımızı temin edebileceğimiz alternatif ortamlar, mekânlar ve cazibe merkezleri oluşturmalıyız. Bu merkezler; rağbeti, itibarı ve alakayı kendi üzerine çeken adresler olmalı, merhamet temelli bir eğitim modeli çerçevesinde kabiliyet ve istidatların keşfini kendine gaye edinmelidir. Çocuklarımız ve gençlerimiz, üzerlerine tohumların saçıldığı münbit araziler gibidir. Bu arazilerden hangi yeteneklerin ortaya çıkacağı sadece atılacak tohumlara değil, oralarda ister istemez bitecek ayrık otları ile hakiki yetenekleri ayırt etmeyi başaracak bir rehberlik ve bahçevanlığa bağlıdır. “Yetenek sizsiniz” demek, yeteneği bizatihi kendi içinde bir kıymete sahip addeden sakat bir bakış açısıdır. Bu sakatlığı gidermenin yolu yüksek sesle ve cesaretle “ne için yetenek?” sorusunu sormakla mümkündür. “Ne için yetenek” sorusunu dünü, bugünü, yarını, verimi, faydası ve hakikatle ilişkisi açısından cevaplayabilenler gerçek yeteneklerin inkişafına vesile olurlar. Diğer türlü boş yeteneklere yol veren çürütücü bir iklim geriden gelenlerin de önünü tıkar, ortalık insan israfının hazin örnekleri ile dolar taşar.