Atasoy Müftüoğlu’nu tam manasıyla son kitabı Zamanın Sınavından Geçmek ile tanıdım. Kitap, tıkanmış bilinç yollarımızı açıyor, ferahlatıyor ve bir sonuca varıyor. Sorunlarımızı somut olarak ortaya koyuyor, çözümleri daha çok bizim kabiliyetimize bırakıyor. Kitabı bitirince ve Müftüoğlu’nu iyice tanıyınca onunla röportaj yapma fikri doğdu. Kütahya Genç şöleninden dönüşte Eskişehir’e uğradım ve kendisini ziyaret ettim. Atasoy Müftüoğlu, zihinsel dirilişimizi gerçekleştirmede ciddi bir yardımcı. Bu mütevazi ‘aksakallı delikanlı’dan öğrenecek çok şeyimiz var.
Efendim sizce zamanın, yaşadığımız çağın en büyük sorunu nedir?
Günümüzün, küresel çağın en büyük sorunu; manevi, ahlaki, insani ve vicdani kayıtsızlıklar sorunudur. Yani aşırı bireyciliğin yaygın hâle gelmesi, neoliberal kayıtsızlıkların yaygın hâle gelmesi, medya aracılığıyla, televizyon aracılığıyla bütün sapkınlıkların küresel ölçekte her toplumu bir şekilde tüm geleneksel değerlerden kopartmış olması. Bu neoliberal; bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler anlayışının modernitenin himayesi altında varlığını sürdürüyor olması. Ahlaki kayıtsızlıklar, dini kayıtsızlıklar, insani kayıtsızlıkların artık sıradan hâle gelmiş olması. Yani aşırı bireycilik, manevi, ahlâkî, vicdani, insani kayıtsızlık, her şeyi meşrulaştıran ‘ bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ anlayışı, kötülüklere de özgürlüğü içine alan bir yanlış özgürlük anlayışı, sapkın bir özgürlük anlayışı, özgürlüğün ahlâki kayıtlardan bağımsız olması, kayıtsız olması, ilahiahlâki sınırlardan bağımsız olması bugünün en büyük sorunudur.
Çağımızın saydığınız sorunlarıyla ilgili ne gibi çözümler üretmeliyiz? Neler yapmalıyız?
Müslümanlar tarafından önce yapılması gereken şey şu; Müslüman, Özellikle Müslüman gençliğin yani düşünsel kaygıları olan, entelektüel kaygıları olan, insani kaygıları olan Müslüman gençliğin son beş yüz yılın tarihini çok iyi çözümlemeleri ve okumaları gerekiyor. Bunu şunun için yapmaları gerekiyor; Müslümanların 1492’de Endülüs’ten çekilmeleri bizim için sonun başlangıcı oldu. O dönemden beri belli bir sürekli geri çekilme yaşıyoruz. O dönemden beri de Batı, 1492’den beri sürekli bir yükseliş içinde. Tabi bu yükselişi oluşturan pek çok faktör var. Bu faktörlerin hiç birisine kayıtsız kalamayız. Yani bireyin ortaya çıkışı gibi, kitabın ortaya çıkışı gibi, kentsel kültürün ortaya çıkışı gibi, sanayileşme gibi, endüstrileşme gibi, teknolojileşme gibi süreçler bunlar ve bu süreçler birbirine bağlı olarak bir Avrupa şeyini oluşturdu.
Biz şu anda Avrupa merkezci kavramlarla daha doğrusu Avrupa merkezci kavramların evrenselleştirilebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu şu anlama geliyor; İslamî kavramlar tarihin, hayatın, toplumun, siyasetin belirleyicisi değil. Bunlar hayatın, tarihin ve toplumun dışında. Bunlar soyut kavramlar hâlinde var. Somut hiçbir geçerlilikleri yok. Bütün aydınlanma değerleri ve kavramları şu anda baskıyla, şiddetle, savaş yoluyla, ideolojik savaşlarla mutlaklaştırılıyor. Bu kavramlar Avrupa bağlamına özgü kavramlar olduğu halde, bu baskı yoluyla evrenselleştirilmeye çalışıyor.
“GENÇLER ZİHNİ DEVRİM İÇİN KOLLARI SIVAMALI”
Burada biz gençlere düşen görev nedir efendim?
Ben bu konuda yapılacak şeyin önce zihni bir devrim olması gerektiğini düşünenlerdenim. Sözcük belki hoşunuza gitmeyebilir. Bunun yerine cihadı koyabiliriz. Çünkü cihad sözcüğünü de aşındırdık. Ve sahiplenemedik. Yani cihad sözcüğünün içini dolduramadık maalesef. Ve onu gereği gibi temsil edemedik. Yani ben sizin kuşaklarınızın zihni bir devrim için kolları sıvaması gerektiğine inanıyorum. Buradan başlamak gerektiğine inanıyorum. Meşruiyetini kaybettiğimiz, yitirdiğimiz kavramlarımızın yeniden dünyaya, hayata, tarihe bir şeyler söylemek üzere seferber olması gerektiğini söylemek istiyorum. Buradan başlamak gerekiyor. Sizin kuşaklar geleceğe doğru düşünmenin yollarını bulmak durumundadırlar.
Efendim, bahsettiğiniz ‘içerik üretmekten’tam olarak anlamamız gereken şey nedir?
İçerik üretmekten kastım; bugünün dünyasının Müslümanlardan beklediği, insanlardan beklediği, insanlıktan beklediği sorunlara kapsayıcı, kuşatıcı, derinlikli, nitelikli, ikna edici yanıtlar vermektir. Örneğin mimaride çok muhteşem bir mirasımız var. Öyle bir noktaya gelmişiz ki sanki böyle bir şey tarihte yaşanmamış gibi ucube, utanç verici camiler yapıyoruz şimdi.
Hâlbuki bir Sultanahmet’e, bir Selimiye’ye, bir Süleymaniye’ye baktığımızda bizim dikkatimizi, hayranlığımızı, merakımızı celbeden nihayetsiz çizgiler yakalıyoruz. Şimdi siz öyle bir eser ortaya koymalısınız ki bugünün insanının aynı şekilde merakını, dikkatini, takdirini celbetsin. Bir roman yazarak da insan bunu yapabilir. Bir şiir yazarak insan bunu yapabilir. Bugün şiirimiz, romanımız, edebiyatımız diyebileceğimiz çok ciddi şeylere sahip değiliz.
Mesela şiir konusunda benim aklıma her zaman Nizar Kabbani gelir. Nizar Kabbani şiiriyle harekete, savaşa, mücadeleye, cihada katılıyor. Ve bu savaşa katılması, tarihe tanıklık etmesi, tarihi sorgulaması, siyaseti sorgulaması, Ortadoğu düzenlerini sorgulaması onun şiirine zarar vermiyor. Biz hâlâ Türkiye’de sanat siyasete müdahil olmalı mıdırı tartışıyor ve buradan da bir türlü bir sonuç istihsal edemiyoruz. Müslüman olarak tabi ki önce tarihe tanıklık edeceğiz. Ama bunu nasıl yapacağız? Kuran-ı Kerim’in ısrarla belirttiği bir şey var; bunu hikmetle yapacağız, bilgelikle yapacağız.
En güzel dille, en güzel şekilde söyleyin buyruluyor. En güzel şekilde söyleyerek yapacağız. İçerik üretmekten kastım bu. Yani bugünün dünyasının da takdirini kazanabilecek, onları ikna etmemize katkıda bulunabilecek nitelikli eserler ortaya koymak. Ve yeni çözümlemeler, yeni başlangıçlar yapabilecek çalışmalar yapmak. Biz bugünün seküler dünyasının öğütlediği disiplinlerle de sınırlı kalamayız. Yeni disiplinler üretmeliyiz. Yeni sanal alanlar geliştirmeliyiz. Sanata yeni bir boyut kazandırmamız, sanata, edebiyata yeni bir içerik kazandırmamız niçin mümkün olmasın?
Edebiyatı, sanatı, felsefeyi, siyaseti, mimariyi, her şeye eleştirel bir dille yaklaşmak gerekiyor. Özellikle modern sanatın ahlaki sınırları yok örneğin. Ve modern sanat ahlâka riayet etmediği ölçüde popülerlik kazanıyor. Ne kadar ahlaksızsanız o kadar büyük sanatçı oluyorsunuz. Bizim bu eleştirilerimizi de çok sahici temeller üzerine oturtmamız gerekiyor. İçerik üretmek tek düze, basmakalıp, geleneksel bir tekrardan ibaret değil. Geleneksel sanatlara da bizim yeni içerikler kazandırmamız gerekiyor. Hatta ve hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
"İslam dünyası kendi “modernitesi”ni kurabilir." Modernite sözcüğünü burada yerine uygun sözcük bulamadığım için söylüyorum. İslam dünyasının modernitesi, Batı’nın modernitesi gibi materyalist, seküler bir modernite olmayacak şüphesiz. Yani kendi yenilemesini kastediyorum burada. Yeni bir başlangıç yapmasını kastediyorum. Yani sizin kuşaklar bizim dilimizi, tarzımızı, yaklaşımımızı sürdürmek zorunda değiller. Sizin üreteceğiniz içeriğin bugünün insanının dikkatini hemen celbedecek bir yoğunlukta olması gerekiyor.