İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu olan eğitimci yazar Ayşenur Vural 2004 yılından bu yana Mesnevi ve Hafız-ı Şirazi üzerine aldığı eğitim ve yaptığı çalışmaları çeşitli kültür ve eğitim merkezlerinde isteklilerine arz ediyor. Yayın kurulunda bulunduğu Şebnem dergisinde 2002 yılından beri yazıları ile yer alıyor. Burada çıkan yazılarını Nil ü fer / Durgun Suya Güneşin Himmeti (2007) Kuğu / Suyun Huzuru (2012) isimleriyle kitap haline getirdi. Ayşenur Vural ile tesettür konusunu; tasavvuf ve Mesnevi eksenli konuştuk.
Tesettür konusu genelde eleştiri ile gündeme gelen bir konu. Tesettürün hikmetlerine yönelik neler demek istersin Ayşenur?
Şuradan başlasak: Tanrı ya da ilahi kudret bunu bize neden yapıyor? Allah kainatı zahir ve batın şeklinde mütenâzır yani simetrik yaratmış; zahiri batınla batını zahirle harmanlıyor, tazeliyor, geliştiriyor. Mesnevi der ki: “Dünya mamur olsun diye Allah gaflet ve hırs verir, denge bozulmasın diye bazen de maneviyatı sızdırır...” Bu hem dünya gezegeni için hem de kendi yaşantımız anlamında dünyamız için geçerli. Biraz “kelliminî ya Hümeyra” (konuş benimle ya Ayşe) olacak ki dünya mamur olsun, o mamuriyet şükre ve tefekküre götürecektir. Sonra biraz “erihnî ya Bilal” (ferahlat bizi ya Bilal) olacak ki ukbamız mamur olsun. Bu da şefkate ve rikkate götürecektir... Yükseldin ya daha net görünecek her şey... Vazifeni, üzerine düşeni yapacaksın hiç içine batmadan. Kalp muhabbet fezasında, yakınlığın kehkeşanlarını seyre dalmışken dünya ve mündemiç olduğu, içerdiği her şey daha bir sevimli ve ancak şefkate lâyık görünecek...
Erkek ve kadın, işte bu dengenin iki ucu gibi. Erkeğe sen imarı yüklen buyuruyor, kadına sen de fezayı; sen yer ol, sen gök; sen zahir ol, sen batın; sen dosdoğru ol, sen karizmatik; sen gündüz ol, sen gece... Tesettür bu görev paylaşımının çok mühim bir vechesidir. Kadın onunla korur fezasını, onunla parlatır yıldızlarını, böylece daha güçlü tesir edebilir içinin bütün olaylarına. Hazreti Mevlana namaz için “sürü çobanı” tabirini kullanır, bütün manevi ve maddi hassaları bir arada tutan ve koruyan gözeten kuvvet ve kudrettir; tesettür de o maddi ve manevi hassalara güç kuvvet zerk eden kavaldaki musikidir.
Son zamanlarda kalbin tesettürünü ön plana çıkarmak adına bedenin tesettürlü olmasını yok saymaya başladı bazı insanlar. Özellikle ‘modern sufiler’ yapıyor bunu. Sen ne dersin biz tesettürden mi başlıyoruz işe.
Benim bahsettiğim kalbin tesettürü değil, zahirin örtülmesi kalbî ve bedenî, fizikî ve metafizik özelliklerimizi korur ve geliştirir diyorum. Kalbin tesettürü diye bir şey var ama o çok yüksek sırlar içindir… Ayrıca Şeriatsiz tarikat zaaftır demek isterim, nâkıslık yani... Ama sert olur mu, sen söyle... Sahtekarlık değil nâkıslık, noksan, kusur...
“Tesettür şekli” konusunda ise Hâfız’ın dediği gibi düşünüyorum, “herkesin gayreti himmeti kadar.” Aidiyetimiz, içten hissettiğimiz yakınlığımız bizi şekillendiriyor... Dindarlık ve takva değil ölçü burda, aidiyet hissi... Kendini kimin hissediyorsan onun gibi giyiniyorsun; kiminsin, toplumun, kendinin, bir cemaatin, mezhebin, milletin?..
Diğer yandan başkasının günaha girmesine vesile olan her uzuv masumiyetini kaybediyor... Mahremiyet duygusunu kaybedenler masumiyetten uzaklaşıyorlar. Kalpler de bu yüzden bozulmaya başlıyor.
Ne için örtünüyorduk, hatırlıyor musunuz diyorsun yani.
İşin bir yönü başörtülülerin kendini yetiştirmesi ise bunun mütenâzırı da vardır ve orada zengini, aydını ve erkeği ile İslam toplumu vardır. Kimlik temsili beklediğimiz insanların o kimliğin toplum tarafından etiketlenmiş kısmından kaçması da yadsınacak, yadırganacak kadar basit bir tercih değildir. Başörtülü haliyle ulaşamadığı imkanları ve saygıyı elde edebileceği daha spesifik ve daha elzem ihtiyaçları niçin sunmuyoruz onlara; çok iyi eğitim alması, İslam geleneğine uygun çalışma alanları, ekonomik özgürlüğü, sosyal hayat ve çocuk bakımı ve eğitiminde elini rahatlatacak imkanlar...
Başörtüsü bizim Şems’imizdir. Mevlana “yar neredeyse baş köşe orasıdır” deyip mihrabı bırakıp ayakkabılığın önüne, Şems’in yanına oturmuştu. Hiç bir kınamadan çekinmemişti. Çünkü Şems ona kimsenin vermediği bir şey vermişti: aynı dilden konuşmak lezzeti... Gerek aynı seviyede gerek yüksek perdeden... Biz de halkın pirim verdiği nice imkânı terk edip başörtüsünü tercih ediyoruz. Çünkü bu bizi Allah’a ait hissettiriyor elimizde olmadan... Tıpkı Şems’in maruz kaldığı gibi başörtüsü de kınama ve düşmanlıklara maruz kaldı. Şems’in gidişi gibi başörtüsü de halen ve mealen terk etmiştir bizi. Sevgisi ise bakidir...
Bir de Hz. Mevlana’nın “Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir.” (Fihi Ma Fih) Bu sözlere atıf yaparak başörtüsüne gerek yoktur diyorlar. Bu sözleri nasıl anlamalıyız?
Mesnevi’yi vahdet dükkanı diye sunar hazreti Mevlana önsözde, dükkan tabiri umuma açık olmayı ifade etse de bu, umumun ondan alışverişe gücünün yeteceği anlamına gelmiyor. Tevhid bahisleridir Mesnevi’nin ana teması. Tevhid halindeyken kamışlıkta nasıl ayrılıp bu kesret alemine, dünya gurbetine düştüğünü... Mesnevi tekrar tevhide ermenin harekat planını ortaya koyuyor, böyle sırlı, derin, geniş ve şeriat boyutundaki kişi için lüks tabir edebileceğimiz bir tarz ve muhtevaya sahip. Düşün ki tarih boyunca şerhsiz okunmamış mesnevi, şerh ne demek, zamana ve mekana indirgemek değil mi? Biz Mesnevi’den ne anlıyoruz sorusuna verilen cevaplar ise “tahlil”dir geleneksel usulde. Yani bu kendinden menkul başörtüsü yorumları tahlilden öte bir değer ifade etmez. Kişi bildiği kadar anlayacaktır. Belli bir kararla okunan metin yoruma da açıksa böyle tuhaf durumlar ortaya çıkıyor. İslam alimi, hem de Peygamber’in has talebesi bir zattan Kur’an ve sünnet usullerine aykırı bir yorum umuluyor...
Dolayısıyla Mevlana ve tesettür diye bir başlık atıyorsak zahire yönelen bakışları perdeleyen örtülerden değil bâtına bakışı perdeleyen örtülerden söz edeceğiz demektir. Ve ilkinde bize yönelen bakışlar ve bizim perdelerimiz söz konusu iken ikincisinde bizim bakışlarımız ve bize karşı perdeler söz konusudur. İlki zahirin perdelenmesi iken ikincisi kalbin perdelenmesidir...
Kalbin örtünmesi dedim ya, kilit ifade bu. Mevlana gönlün örtünmesinden bahsediyor dediğimizde bir kısım “benim kalbim temiz”cilere gün doğuyor. Riyadan tut hizmete kadar bin itham ve temize çıkma... Ne olursan ol gel; merak etme, ben sen olurum, sen kendini yorma yani :)
Senin şu harika yorumlarına bakıyorum bir de sanal alemde sürekli basitleştiren ve sığlaştıran tesettür eleştirilerine bakıyorum. Tesettür eleştirilerinin bu kadar ayağa düşmesine ne diyorsun?
Günümüzde örtünme şekillerinin geleneksel çizgiden epeyce uzaklaşmış olmasını, Müslüman Türk kadınının kültürel birikimi olduğunu düşünüyorum. Nedir o birikimin temel vasfı? Saygı görme ihtiyacı... Hakkı...
Bir kesim siyasi diyor, geri kafalı buluyor, eğitimsizlikle etiketliyor; bir kesim de anam, bacım gözüyle bakıyor. Bu bir yönüyle güzel ama kadının kompleks yapısı bununla sınırlı değil ki yetinsin. Sırf örtüsünden dolayı hemcinslerinin gördüğü itibar ve ilgiyi görememek nesiller boyu birikmiş bir iç sızısıdır. Ne beğenmediğimiz bir kısım milletlerin kadınları kadar giyim, kuşam vs konularında rahat olabilmiş ne de tüm bu üstünlüklerine denk hürmet ve muhabbet görmüş. Aksine fedakarlıklar ve faziletler vazifesi kabul edilmiş ve kendi haline terk edilmiş... Bunun en acıklı göstergesi başörtüsü sorunu dönemidir. Gerek ilim ihtiyacı gerek aile bütçesine katkı, ebeveyne ferah bir hayat yaşatma hayalleri olan tüm o genç hanımlar sırf örtüleri nedeniyle değersiz görülmüş; en dehşetlisi, Müslüman erkek camia başta olmak üzere İslam toplumu sahip çıkmamıştır. Bu bence ciddi bir kırılma noktasıdır kadın algısında. İnancımızı yaşamak için dahi gereken özen gösterilmemiştir. Sonrasındaki yalnız ve yardımsız bırakılmışlık ise bambaşka bir trajedi... Nihayet siyasi erk sayesinde o boş bırakılmasın denilen meydan genişleyince kadınlar da kendilerine yeni bir imaj oluşturmaya başladılar. “Beni o bildiğin örtülülerden sanma” diyen bir imaj çalışması bu. Bu yapı yanındaki açık bayana “hanımefendi” deyip kendisine “bacım” denmesini istemiyor. Çünkü ordan açılan kapı “yenge, teyze, abla, kız” hitaplarına çıkıyor. Çok ilginç bir handikap var burda; kadın denince aklına örtülü olan bir tip gelmiyor, anlıyoruz çünkü onlara muamelesi öyle değil. Ama “kadınlarla istişare edilmez” diyen geleneksel İslamî -ki kökü Mesnevi’dedir, nefsi temsil eder aslında- anlayışın işaret ettiği yerde sadece örtülü eşini, kızını, annesini görüyor.
Son olarak ne eklemek istersin Ayşenur?
Şu mesaj net olmalı kendi adıma: “Mevlana ve tesettür” diyeceksek “biz ve Şems” demiş olacağız... Tesettürlü olmak, Şems’le olması Mevlana’nın. Tesettürlü olmanın tüm dezavantajlarını “yar neredeyse başköşe orasıdır” diyerek baş göz üstü bileceğiz; herkesin bir şeye taraf olduğu erkek egemen dünyada Hak tarafında olmanın ifadesini alnımızı kırıştırmadan, yüzümüzü buruşturmadan, allem-kallem etmeden “er”ce varlığımıza yerleştireceğiz. Hem eğilip bükülmeden, yüzsuyu dökmeden, hem trip atmadan, atar yapmadan... Mevla hepimizi istikamet üzere kılsın, son nefese dek...
Amin. Teşekkür ederim bu güzel sohbet için.