
İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Genel Koordinatörü Cihangir İşbilir, TİKA, Anadolu Ajansı, THY, Yunus Emre Enstitüleri, TRT Arapça gibi kurumların yeni dış politika vizyonuna katkı sağladığını ve yeryüzünün farklı coğrafyalarında yaşayan Müslümanlarla aramızdaki yabancılaşmanın ortadan kalktığını söyledi. Kendisiyle bu konuları konuştuk.
tar Gazetesi’nin Açık Görüş ekinde “Hariciyenin Yeni Aktörleri” başlıklı bir yazı yazdınız. Neydi sizi bu yazıyı yazmaya iten neden?
Hariciye yani dış politika veya uluslararası ilişkiler küreselleşmenin, kitle iletişim araçlarının tesiriyle tüm dünyada çok aktörlü ve çok faktörlü bir hale geldi. Etki sahası geniş, köklü bir tarihe sahip ülkeler için bu durum büyük bir fırsat. Türkiye de siyasi ve ekonomik istikrar kazandıkça ve kendini keşfettikçe ülke dışındaki etki sahasının farkına varmaya başladı. Yazıda bahsettiğim aktörler bugün kürenin neredeyse her yerinde Türkiye’nin geçmişine uygun bir iddiasının olduğunu gösteriyorlar ve çok olumlu tepki alıyorlar. Ben de bu yazıda derli toplu bu yeni aktörleri ve fonksiyonlarını anlatayım dedim. Bir tür akıncıların aile fotoğrafını çekmeye çalıştım. Yazıda bahsettiğim kurumlardan başkaları da var elbette ama yer sıkıntısından bir kısmı görünüyor.
Yazınızda, TİKA’dan, Anadolu Ajansı’ndan, THY’den söz ediyorsunuz. Nasıl bir imaj sağlıyor bu kurumlar Türkiye’ye?
Biraz önce değindiğim gibi başkaları da var; Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü (KDK), TRT Et-Türkiye (Arapça), Yunus Emre Enstitüleri gibi. Bu kurumlar Türkiye’nin son seksen yılda üzeri küllenen köklü geçmişinin ve cihanşümul vizyonunun ipuçlarını veriyor. Türkiye’nin gücünü gösteriyor. Dostlar sevinirken düşmanlar korkuyor, tedirgin oluyor. Siyasal olarak değil ama kültürel olarak Osmanlı ruhu yeniden canlanıyor bir nevi. Sınırlar artık önemli değil, bu kurumlar sınır tanımayarak, zihinlerdeki sınırları yerle bir ediyor. En önemlisi de bu. Yabancılaşma sona eriyor. Türkiye’den öte bir Türkiye olduğunu tüm dünya bu kurumlarla görüyor.
Türkiye bölgesinde ve dünyada etkin bir dış politika yürütüyor. Söz ettiğiniz aktörler olmasaydı, bu etkinlik yine de sağlanır mıydı?
Tüm dünyada etkinliği ve nüfuzu yüksek devletlere baktığımızda benzer araçları on yıllardır çok yoğun bir şekilde kullandıklarını görüyoruz. Söz konusu resmi-sivil aktörlerin bizde devreye girmesi henüz çok yeni. Bir kısmının kuruluş tarihi birkaç yıllık. “İhtiyaç medeniyetin üstadıdır” diye çok güzel bir söz var. Dış politika vizyonu geliştikçe ve iddialı hale geldikçe zaten bu kurumlara ihtiyaç duyuyor, bazen de bu kurumlar özellikle sivil aktörler güçlerinin yettiği yere kadar gidiyorlar, sonra oraya resmi hariciyeciler gitmek zorunda kalıyor. Yani denilebilir ki, bu aktörler olmadan hariciyenizin nüfuz etmek istediği devlet veya toplumların kılcal damarlarına nüfuz etmeniz imkânsız. Hariciye artık sefaretlerden, rezidanslardan icra edilecek bir iş olmaktan çıktı. Araziye inmeniz gerekiyor. Hâsılı, bu kurumlar, etkin dış politika için olmazsa olmaz niteliğinde. Ancak bugün bu aktörlerin en önemli meselesi yetişmiş insan ihtiyacıdır. Bu itibarla kalifiye eleman yetiştirecek çalışmalara yoğunlaşmak gerekiyor. İdealist genç kardeşlerime de bu minvalde tavsiyelerde bulunuyorum. “Zamanın zihni geveze edici, bedeni köle, aklı iptal edici, kalbi susturucu prangalarından kurutulup kendinizi yetiştirin, bir hizmete talip olun!” diyorum. Başka türlü adam yetişmez çünkü.
Dış politikayı monşerlerin güdümünden alarak geniş bir yelpazeye yayan irade sizce neyi amaçlıyor?
Aslında Türkiye’nin vicdanını terennüm edecek monşerler de var. Bu bahsettiğiniz irade bazen resmi bazen sivil oluyor ama ikisinde de aynı saik veya motivasyon var, o da şu: Dünya artık çok değişti. Her an her şey her şeyi etkileyebiliyor. Hele de Türkiye gibi tarihi bağları onlarca ülke ile çok güçlü ülkelerin etki etme ve etkilenme kapasiteleri çok fazla. Alıcılar da vericiler de hassas. Dış politikayı geniş yelpazeye yaymazsanız zaten bu işi iyi yapan ülkeler yeterince yayıyor. Siz de aynısını yapmazsanız tarihte pasif bir nesne olmaya mahkûm olursunuz. Aktif bir özne veya fail hiçbir zaman olamazsınız. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, asırları aşan tarihi ve küreye yayılan akrabaları, vatandaşları ve Müslüman kardeşleri hep bir ağızdan “Haydi ne duruyorsun, bizimle ilgilen!” diye zorluyor. Türkiye uzun süre sağına soluna bakıp bu sesleri duymazdan geldi, “Ben mi?” deyip oralı olmadı, “Ben eski ben değilim!” diyerek aslını inkâr bile etmeye çalıştı. Ama artık bu psikoloji aşılıyor. Mesele bu. Başka çaremiz yok.
Son sözü sivil toplum kuruluşlarına ayıralım. STK’ların yurtdışında yürüttüğü faaliyetler ne durumda?
STK’larımız Anadolu kokusunu tüm dünyaya samimi ve hesapsız taşıyorlar aslında. Hariciyenin diğer aktörlerinin önlerini açıyorlar, aşılmaz duvarları aşıyorlar, gerçekten sınır tanımıyorlar. Akıncılar gibi, uç beyleri gibi. Ciddi faaliyetler icra ediyorlar. Ancak bugüne kadar yapılanlar bir tür fragman gibi aslında. Film henüz gösterime girmedi, çekiliyor. STK’larımız da ‘vakıf ruhu’ ile teknik anlamda profesyonel sivil toplum yapısını mezcetme sentezleme derdinde veya imtihanındalar. Eğitimden insani yardıma, tebliğ davetten sağlık yardımlarına, ekonomik faaliyetlerden kültürel etkinliklere ve ağ/şemsiye tesis etmeye kadar pek çok sahada faaliyet gösteren STK’larımız var. Bu çalışmaların standart oluşturucu bir seviyeye çıkması için alınacak çok yol var. İktisadi olarak güçlü, hedef ve gayelerini iyi tespit ve hazmetmiş müstakim sivil toplum kuruluşlarının bugünün dünyasında ulaşamayacağı yer, kaldıramayacağı yük, aşamayacağı engel yok kanaatindeyim.