Her kültürün genç ve yaşlı insanına sunduğu imkanlar, yüklediği beklentiler ve sorumluluklar birbirinden farklıdır. Örneğin Çinliler, yeni doğan bir bebeğin anne ve babası tarafından büyükanne ve dedesine verilerek ilk bir yılını onlarla geçirmesini doğru bulurlar.
Oscar Wilde ‘Hikmet, mevsimlerle gelir’ demiş. Yani insanoğlu yaşadıkça öğrenebiliyor. Peki, hangi kültürden olursak olalım, zaman bizi daha olgun ve akıllı yapıyor mu? Kanadalı araştırmacılar bu sorunun cevabına ulaşmak için karşılaştırmalı olarak Amerikan ve Japon kültürünü araştırdılar.
Problemleri çözebilmek için her kültürde aynı yollar izlenmez. Amerikalılar bireyselliğe vurgu yaparak, yüz yüze konuşma ve direkt ikna metodu kullanırlar. Japonlar ise tam aksine sosyal ahenge vurgu yaparak, probleme dolaylı yollardan yaklaşır, yüzleşmeden başka birinin aracılığını tercih ederler.
Kanada’daki Waterloo Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan I. Grossmann ve arkadaşları, kültürel kodları göz önüne alarak sorunlara yaklaşım biçimlerinin insanları ne kadar olgun ve problem çözme yeteneği sahibi yapabildiğini ortaya koydu. Araştırmacılara göre Japon bireylerin, insanların birbiriyle uyumu vesilesiyle sosyalleşmeyi önemsemeleri, hayatın erken yaşlarında sorunların çözümü için önemli olabilirmiş. Diğer taraftan Amerikalılar, zamanla daha çok problemle karşılaşarak ömür boyu süren bir öğrenme tecrübesiyle hayatın ileriki yıllarında daha olgun ve problem çözme yeteneği sahibi olabiliyorlar.
Araştırma için 25 ve 75 yaş arasındaki Japon ve Amerikalı katılımcılardan insanlar arasında (kardeş, eşler, arkadaşlar vs.) geçen anlaşmazlıkları konu alan soruları cevaplamaları istendi.
Cevaplar, 6 madde ile netleştirilen olgun düşünebilme özelliklerine göre değerlendirildi:
1. Başkalarının perspektifinden bakabilmek
2. Değişim ihtimallerini kabul edebilmek
3. Çift yönlü ihtimalleri görebilmek
4. Sahip olunan bilginin sınırlarını görmek
5. Anlaşmaya teşebbüs edebilmek
6. Soruna çözüm öngörebilmek
Buna göre genç ve orta yaşlı Japonlar sorunların çözümü için yaşıtları olan Amerikalılardan çok daha akıllı bir yaklaşım izlediler. Fakat ilginç bir şekilde, yaşlı olanlar arasında benzer bir farklılık gözlenemedi.
Grosmann sonucu şöyle değerlendirdi: “Kültürlerarası araştırmacılar, sonuçları söz konusu kültürün kendi konteksi içine yerleştirmekte oldukça başarılılar fakat yaşam boyu süren gelişmelerin kültürel farklılıkları ne ölçüde etkilediğini pek dikkate almazlar. Bu araştırma, farklı yaş ve sosyo ekonomik grubun insanlarını içine alan nadir birkaç psikolojik araştırmadan biridir. Umarız veriler, farklı yaş gurupları hakkında Batı ve Doğu Asya ülkeleri arasındaki bazı basmakalıp değerlendirmelere panzehir etkisi gösterebilir.”
Elbette her kültürün genç ve yaşlı insanına sunduğu imkanlar, yüklediği beklentiler ve sorumluluklar birbirinden farklıdır. Örneğin Çinliler, yeni doğan bir bebeğin anne ve babası tarafından büyükanne ve dedesine verilerek ilk bir yılını onlarla geçirmesini doğru bulurlar. Belki de bu uygulama, kültürün yeni nesle aktarılması için izlenen bir gelenektir. Bireyselliğin tavan yaptığı günümüz şartlarında evlilikler için, İslam’ın ve kültürümüzün öngördüğü, büyüklerin arabuluculuk müessesesi yaşıyor olsa belki de boşanmalar azalabilir. Yine Efendimiz’in (sav), İnananları bir binanın tuğlalarına ya da bedenin azalarına benzetmesi insanın toplum içindeki yerinin göstergesidir. Bu bağlamda ‘gençler anlayabilse, yaşlılar yapabilse ‘ atasözü ne kadar da manidar.
(30 Ağustos 2012 , Science Daily, Pschyological Science, Waterloo Üniversitesi, Kanada)