
Ocak 2013 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Anladığım kadarıyla ödev olarak hazırlamış olduğun bir yazı göndermişsin. Daha makale üslubunda ilerliyor olmasını, kendi kendime, böyle açıkladım. Makale değil de, deneme kalıbında yazıyor olsan, belki daha sıcak bir yazı olabilirdi. Buna karşılık, yazını içerdiği yaklaşım ve dayandığı bilgi-düşünce örgüsü itibarıyla çok beğendim. Çocuk istismarının da ‘şiddet’in bir türü olduğuna dair belli bir vurgu vardır da, çocuğun üzerinde oluşturulan sınav baskısının da bir tür ‘şiddet’ içerdiği ve artık toplumumuzda neredeyse ‘çocuk istismarı’ düzeyine yükseldiği pek konuşulmaz. Bu bakımdan, sarsıcı bir yazı olmuş. İçerdiği konunun önemine binaen, belki senin yazın olacaktır ‘Ayın Yazısı.’ Ama uzun yazıların hepsini dergimizde değerlendiremiyoruz. Sitemiz ne güne duruyor?
Nagihan Şahin
Evlilik ilk çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte aileye dönüşen ve toplumsal sistemlerde daha fazla yer eden bir kurum halini alır. Evliliğin aile kurumu için yeterli olmadığını söyleyen tüm kaynaklar ancak çocukla birlikte bir sosyal yapıya dönüştüğünü kabul etmiş sayılırlar. Çocuk aile kurumunun temel taşı, aileyse çocuğun gelişim sürecinde ki en önemli dayanağıdır. Her çocuk ancak ailesi sayesinde henüz hayata atılmadan karşılaşabileceği zorluklardan korunmuş olur. Bu koruma yalnızca ailenin değil aynı zamanda devletin de sorumluluğundadır.
Çocuk istismarı en genel manada çocuğun madden ve ya manen bir yetişkin tarafından kötü muameleye maruz kalmasıdır. Konuyu ele alan pedagog ve ya gelişim bilimciler bu istismarın direk fiziksel ya da ağır söz, hakaret gibi duygusal olarak kendisini göstermesi üzerinde dururlar. Ancak bir sosyal bilimci olarak meselenin görünmeyen yüzünün çok daha vahim olduğu kanaatindeyim.
Günümüz Türkiye’sinin en büyük sorunlarından biri de çocuğa uygulanan gizil şiddettir ve bu şiddeti tam da çocuğu korumak ve huzurunu temin etmekle yükümlü iki kurum olan aile ve devletin bizzat kendisinin yapıyor olması durumu daha da içinden çıkılmaz bir boyuta taşımaktadır. Bu istismar sürecinde çocuğu koruyabilecek bir güç yoktur, zira istismarı zaten onu korumakla yükümlü kurumlar yapmaktadır. Çocuğun bu süreçte itiraz hakkı da yoktur. Çünkü bu istismar çocuğun “mutluluğu” için yapılıyordur. Yani ona rağmen onun için…
Aileler çocuk sahibi olurken ve onu yetiştirirken her şeyden önce kendi imajını ve statüsünü taşıyacağına inandığı bireyi oluşturmaya çalışırlar. Her çocuk ailesi tarafından kendisine önceden biçilmiş hayatı yaşamak, tercihlerini önceden ve ya süreç içinde aile tarafından belirlenen yönde yapmak durumunda bırakılır. Beklentiler çoğu zaman söylendiği gibi çocuğun geleceği ve mutluluğu için değil, ailenin çevresine sergileyeceği ve ya sergilemek istediği statü üzerinden belirlenir, çocuk vitrin olarak kullanılırken meşru zemin böylece hazırlanmış olur. Bu şiddetin en büyük dayanağıysa her çocuğun tabi olmak zorunda kaldığı sınav sistemidir.
Sınav sistemi artık ilkokul seviyesindeki öğrencileri dahi kapsamakta ve okula ilk adımını atan her öğrenciyi içine çeken bir kör kuyuya dönüşmektedir. Sistem neredeyse hayatın yarısından fazlasını kapsamakta, sınavların sonu her nedense bir türlü gelmemekte ve ne yazıktır ki bu sürecin tamamında hayatın merkezi işte bu sınavlar haline gelmekte, çoğunlukla aileler tarafından getirilmektedir. Her çocuk hayatın tek amacının bir sonraki sınav olduğu konusunda ikna edilmektedir. Sınavı kaybetmek hayatın sonuymuşçasına yarışa itilmekte, netice de normal olarak bunalıma girmiş çocuklar tablosu olmaktadır. Üstelik ailelerin sınavı hayatın merkezi haline getirme konusunda ki başarısı yadsınamayacak kadar büyük. Zira 2012 YGS sınavının ertesi günü sadece Konya’da sınav sebebiyle intihar eden üç ayrı çocuğun haberini aldım. Üstelik bir tanesi daha sınava bile girmeden, bir gün önce kendisini dokuzuncu kattan aşağı atıyor. Gazetede okuduğum bir haberdeyse 17 yaşında bir kız sınav sabahı kalp krizi geçiriyor. Sadece bu haberler bile çocukların yaşama amacını yalnızca sınavlarda başarılı olmak olarak gördüklerini kanıtlar niteliktedir ve ne yazık ki ailelerin bu şiddeti uygulama sebebi sıklıkla zikrettikleri masumane beklentiler değildir. Zira çocuğun mutluluğu için yapılan hiçbir şey onun hayatına son vermesine yol açacak derecede baskı ve psikolojik şiddet yoluyla sunulamaz, sunulmamalıdır. Hangi açıdan bakarsanız bakın durumu masum bir beklenti ya da doğal bir ebeveyn refleksi olarak okumak mümkün gözükmemektedir.
Çözüm yollarının da çoğu kapalıdır. Çünkü bu şiddeti daha çok eğitim seviyesi yüksek, yani gelişim psikolojisi konusunda nispeten bilinçli sınıf uygulamaktadır. Ebeveynlerin toplumsal statüsü ne derece yüksekse çocuktan beklentileri de o derece yükselmektedir. Üniversite eğitimi almadan ve hatta belki iyi bir maaşla karşılık bulmayan birçok meslekten birine sahip olarak da mutluluk ve huzuru yakalamanın mümkün olduğundan habersiz bu ebeveynlerin uyguladıkları zımni baskıyı eğitim tecrübelerine ve bilinçlerine dayandırarak yapıyor olmaları onları bu konuda bilinçlendirme girişimlerini başarısız kılmaya yetecektir.
Türkiye’nin en güncel meselelerinden biri olduğunu düşündüğüm bu vahamet şiddet türlerinin belki de en tehlikeli olanlarından biridir. Şiddeti gören de uygulayan da izleyenler de durumun farkında değiller. Üstelik bu şiddetin, öğrencilerine ne yazık ki hiçte nitelikli bir eğitim ve meslek garantisi vermeyen üniversite eğitimi için uygulanıyor olması daha da acı. Sorunun tek çözümü sınav sistemimin değiştirilmesinde gözükmektedir. Gençlik daha fazla kurban vermeden devletin kolları sıvaması ve bu postmodern dönemlerin şiddetine son vermesi, gelecek neslin yetişkinlerinin sağlıklı bir psikoloji ve sosyal sorumluluk duygusuna sahip bireyler olması açısından bir zorunluluk haline gelmiştir.