
Mehmet Ali Aydın
8’i tarih 1’i de matematik üzerine 9 kitap sahibi Irvin Cemil Schick tam bir tasavvuf aşığı. Hat sanatı ile profesyonel olarak ilgilenen Irvin Cemil Hocayla İstanbul Şehir Üniversitesi’nde ki odasında buluştuk.
İrvin Cemil Schick kimdir?
1955’te İstanbul’da doğdu. İlkokulu, ortaokulu, liseyi İstanbul’da okudu. Çok uluslu, çok kültürlü bir ailede büyüdü. Liseden sonra yurtdışına gitti. Üniversiteyi, lisansüstünü ve doktorayı Amerika’da okudu. Orada 37 sene kaldı. 3 sene önce döndü. Bir sene Sabancı Üniversitesi’nde misafir olarak bulundu. Şimdi İstanbul Şehir Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor.
Eğitimde sanatın önemi nedir? Sizce bu okullarda ders olarak verilmeli midir?
Bence okullarda sanat eğitimine mümkün olduğu kadar geniş bir yer verilmesi lâzım. Çünkü günümüz toplumu gittikçe daha fazla ihtisas gerektiriyor. Dolayısıyla öğrenciler üniversitede, üniversiteden sonraki yıllarda, mecburen gittikçe uzmanlaşacak. Ama bundan önceki yıllarda mümkün olduğu kadar geniş bir eğitimden geçmeleri, iyi vatandaş iyi insan olmaları için çok gerekli bir şey. Tabii ki sanat da bunun bir parçası. Sanat eğitimi vermek, herkes ille de sanatçı olacak anlamına gelmiyor. Ama bir sanat eseri yaratmak, bir sanat eserine bakmak, sanat tarihi hakkında biraz bilgi sahibi olmak her insanı zenginleştirir. Bu bakımdan ben çok taraftarım. Madem hat sanatından bahsediyorduk, akla şöyle bir soru gelebilir: Ne biçim sanat öğretilsin okullarda? Bence Türkiye’deki sorunlardan bir tanesi geleneksel sanatlarla çağdaş sanatlar arasındaki, yahut batı ve doğu sanatları arasındaki farkın fazla katı olması. Bence bunların hepsi öğretilmeli. Çocuklar hangi alana meylediyorsa onları öğrensinler. Hem resim sanatı, hem hat sanatı, hem tezhip, hem ebru, hatta heykel, neden olmasın?
Bedeni, Toplumu, Kâinatı Yazmak kitabınızda dünyanın bir metin olduğunu, insanın da ona anlamlar yükleyerek okuyup yazdığını belirtiyorsunuz. Sizce okumak ve yazmak nedir?
Benim kitapta kullandığım anlamıyla okumak ve yazmak, bizim bu kelimelere verdiğimiz gündelik anlamdan farklı. Örneğin yazmak anlamlandırmak olabilir, yazmak bir şeyin insanlar için ifade ettiği anlamı dönüştürmek olabilir. Mesela, bir bina yaparsınız, bu şekilde çevreye bir şey yazmış olursunuz. Yahut belirli bir şekilde giyinirsiniz, bedeninize bir şekilde bir şeyler yazmış olursunuz. Yani ben yazmayı ve okumayı o anlamda kullandım. Kitapta ilk bölümden itibaren kâinatın aslında bir yazılı metin olduğunu, hiç olmazsa benim yorumuma göre İslâmî anlayışın, Kur’an-ı Kerîm’in bu metnin okunması için bir yardımcı metin olduğu ve kâinatı okuyup Kur’an’ı daha iyi anlamanın, Kur’an’ı okuyup kâinatı daha iyi anlamanın mümkün olduğu. Yani ben okumayı ve yazmayı o anlamda kullandım kitapta. Örneğin kâinatın yazılması. Sonra, mesela kıyafet üzerine bir bölüm var. Kıyafet tabii dediğim gibi bedene yazılan bir yazı. Toplumsal cinsiyet var. Toplumsal cinsiyet de bedene, topluma yazılan bir yazı. Terbiye kuralları bedene yazılan bir yazı. Çeşitli anlamlarıyla daha geniş bir şekilde yaklaşmaya çalıştım okuma yazmaya. Ama bu arada tabii hat merakım nedeniyle doğrudan, yani lügat anlamıyla yazmaya ve okumaya da girdim iki bölümde.
İnsanın eğitiminde özgün düşüncenin önemi nedir?
Bence çok önemlidir, çünkü daha önce dediğim gibi toplum zaten yerinde durmuyor. Dünya yerinde durmuyor. Değişen dünyaya intibak sağlamak için sürekli çare aramamız sürekli yeni şeyler düşünmemiz lâzım. Bir o var. Bir de tabii sanat çok güzel bir şey, edebiyat güzel bir şey. Bunlarda özgün olabilmek önemli. O bakımdan öğrencilere, çocuklara özgünlük aşılanması bence çok çok önemli. Ama bu nasıl yapılacak diye tabii akla bir soru geliyor. Çünkü hadi özgün ol, otur şiir yaz derseniz bir şey çıkmaz. Bir şekilde bunun nasıl yapılacağını görmek lâzım. Ben pedagog değilim, bu konuda çok fazla fikir yürütemem, ama hiç olmazsa şunu söyleyebilirim: Bence düşünce özgürlüğü ve eleştirel düşünce kabiliyeti, özgünlüğe götüren iki kapıdır ve çok önemli kapılardır. Bizim toplumda ve benzer toplumlarda eleştirel, özgür düşünce çok revaçta değildir. Yani aslında bizde genellikle otoriteye çok fazla karşı gelmemek, büyüklerin söylediklerine itiraz etmemek, öğretilene inanmak, bağımsız düşünememek telkin edilir daha çok. Bu da özgünlüğü kısıtlar aslında. Ben şuna kesinlikle inanıyorum ki geçmiş devirlere, geleneğin gerçekten yaşadığı Osmanlı dönemine bakarsanız, bugünkü kadar tutuculuk görmezsiniz. Osmanlılar çok daha özgür düşünüyorlardı. Bir arkadaş geçenlerde şöyle bir cümle sarf etti, çok beğendim: Artık gelenek yok gelenekçilik var. Gelenekçilik de ne demek, bir takım fikirleri derin dondurucuya sokup aynen muhafaza etmek, hiç bir şekilde değişmemesine özen göstermek. Bu çok yanlış, eğer gerçekten gelenek yaşasa böyle bir şeye ihtiyaç olmaz. O yüzden bence değişiklikten korkmayıp insanlara hem ahlâklı olmayı hem özgür düşünmeyi öğretirseniz mutlaka iyi bir neticeye varırsınız.