![](resimler/makale/buyuk/353_081020121738_271608924.jpg)
Şair "Ben oyumu felakete veriyorum şeyda" derken haklı mıydı yoksa? Lübnan`da 12 Temmuz`da başlayan sürecin sonunda halkta gözlenen yüksek morale bakıldığında insan ister istemez bu soruyu soruyor. Özellikle güney kesimini harabeye döndüren, onlarca köyün haritadan silinmesine sebep olan 33 günlük İsrail saldırısı maddi tahribat verdi belki ama moralleri yeniden inşa etti. Çok halklı ve çok parçalı Lübnan ortak düşmana karşı kazanılmış bir zaferin sevinciyle kenetlendi ve tek vücut oldu.
Lübnan`da drama yol açan olaylar 9 Haziran günü İsrail`in, Gazze`deki bir plajı vurması ve aynı ailenin 9 üyesini katletmesi ile başladı. Yürekleri dağlayan ve tüm dünyada infiale neden olan bu hadisenin akabinde Hamas 16 aylık ateşkese son verdi. Ardından da İsrailli onbaşı Gilat Şalit`in kaçırılması hadisesi geldi. İsrail bu eyleme Hamas kabinesinin üçte birini tutukladığı gibi Gazze`de kelimenin tam anlamıyla terör estirerek cevap verdi. Elektrik trafolarından su istasyonlarına varıncaya kadar her yeri bombalayarak bütün Gazze halkı cezalandırıldı. Hemen akabinde Hizbullah gerillaları Lübnan sınırında 8 İsrail askerini öldürüp ikisini kaçırdı. İsrail yönetiminin bu eyleme cevabı Gazze`dekinden çok daha sert ve acımasız oldu. Tüm Lübnan`ı cezalandırmaya yönelik vahşet örneğiyle bölgeyi topyekün savaşın eşiğine getirecek süreç de başlamış oldu.
Askerlerinin kaçırıldığı gün İsrail savaş uçakları, Beyrut`taki Refik Hariri Uluslararası Havaalanını bombaladı. Lübnan limanlarını ablukaya aldı. Saldırı sonrası açıklama yapan Hizbullah lideri Nasrallah, rehin alınan 2 İsrail askerini hiçbir şekilde bırakmayacaklarını ve İsrail ne kadar tehdit ederse etsin tek yolun doğrudan müzakere olduğunu söyledi. İsrail`in buna cevabı tam tıynetine uygundu. Lübnan`ı yakıp yıkmaya başladı ve dış dünya ile ilişkilerini kesti. İsrail`in kara ve deniz ablukası altında kalan Lübnan acil BM destekli ateşkes çağrısında bulundu.
Tüm bunlar olurken dünya ülkeleri tam anlamıyla üç maymunu oynadı. G- 8 liderleri, St. Petersburg zirvesinde İsrail`in kendini savunma hakkını kabul ettiklerini, ancak aşırılıktan kaçınması gerektiğini belirttiler. İngiltere Başbakanı Tony Blair ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Lübnan ve Gazze`de insanlık dışı saldırıları görmezden gelerek İsrail`i korumak için çağrı yaptılar. Arap Birliği, "barış süreci öldü" açıklamasında bulundu. Lübnan`ın talebi üzerine BM Güvenlik Konseyi toplandı, ancak ateşkes isteyen bir metin üzerinde anlaşma bile sağlayamadı.
Aralıksız devam eden bombardıman sonucu yerinden yurdundan olan ve sayıları tam 500 bini bulan yerli Lübnanlıları ise o an için düşünen yoktu. Kimi Suriye`ye kaçtı, kimi sokaklarda kaldı, şanslı olanlar da okullara sığındı.
İsrail`in Lübnan`a düzenlediği saldırılarda Lübnan ordusu ortada gözükmezken Hizbullah tüm Lübnan halkını hayran bırakan bir savunmaya imza attı. Tahrip edilmez İsrail tanklarını tahrip eden, yenilmez denen İsrail ordusunu durduran Hizbullah tüm Lübnan halkı tarafından sahiplenildi. İsrail`in terk ettiği köylerde halk Hizbullah`ı! gül yaprakları ve bereketi ifade eden pirinç taneleri serperek karşıladı.
Ateşkese karar verilip de toz duman kalktığında ortadaki manzarada üç görüntü öne çıktı. Bir tarafta enkaza dönmüş güney Lübnan kesimi, diğer tarafta ise hiç ummadığı bir direniş karşısında tüm moralini kaybeden ve yenilmez unvanını terk ederek geri çekilmek zorunda kalan İsrail vardı. Ama en önemlisi sivil açıdan yaşanan insanlık dramı, kundakta katledilen bebeler ve daha acısı tüm dünya kamuoyunun terörist bir devletin yaptırımları karşısında sus-pus kalmasıydı. İnsanlık tükendi mi sorusunu sordurtan bu hadise, dünya kamuoyunun güçlünün düzenine nasıl boyun eğdiğinin bir kez daha tescili anlamına geldi. Ama tescil edilen bir şey daha vardı: Lübnan halkı saldırı sonrasında kendisini savunan Hizbullah`ın arkasında tek vücut oldu ve tüm dünyaya şunu haykırdı: Biz yıkılmadık, burada dimdik ayaktayız, eskisinden daha güçlüyüz.
Şimdi Lübnan halkı, Ramazan`a sadece enkaz görüntüleri ile girmiyor. Elde, ABD ve İsrail hariç herkesin kabul ettiği bir zafer var. Ve en önemlisi de geleceğe yönelik ümitleri... Bunu harabelerin önünde, neredeyse yıkılmaya yüz tutmuş evlerinin pencerelerinde objektiflere gülerek poz veren, zafer işaretleri yapan çocukların, gençlerin gözlerinden okumak mümkün. Bunu vurgulamak için bu şekilde görüntülediğimiz çocukların bir resmini özellikle kapağa çıkarttık. Çünkü onların gözleri yalan söylemeyecek kadar masum ve içten.
"Osmanlı`dan Sonra İlk Gelenler Sizlersiniz" ![](/resimler/veriresimleri/ihh.jpg)
Recep Tuncer | İHH Dış İlişkiler
HH olarak ilk dağıtım yaptığımız yer Ketermaya ilçesi ve çevresindeki sığınmacıların kaldıkları meskenlerdi. Sayda şehrine yakın olan bölge diğer yerlere göre daha az vurulduğundan sığınmacıların en rağbet ettiği yerlerdendi. Burada okul ve kamu binalarına yerleştirilen sığınmacılara gıda paketleri dağıttık. Bir sonraki gün dağıtım yerimiz yine Sayda şehrindeki Aynel Helva isimli Filistinli mültecilerin kaldığı kamp idi. Kampta zaten zor şartlar altında yaşayan insanlara ek olarak savaş sebebiyle gelen sığınmacılar okullara yerleştirilmiş, zor şartlar daha da ağırlaşmıştı. Burada da 150 aileye erzak yardımı yapıldı. Ancak işin acı yanı biz kamptan ayrıldıktan bir saat sonra kamp bombalanmış ve iki kişi hayatını kaybetmiş, birçok insan da yaralanmıştı. Savaşla hiç alakası olmayan bu mülteci kampının neden bombalandığını anlamakta zorluk çektik ancak bu durum İsrail için ilk değildi. BM kontrolünde bölgeden çekilen silahsız Lübnan askerlerini de vurmuş, 7 askeri öldürmüş ve bölgeye gelen kurtarma ekiplerini de sokmamış, yaralılar saatlerce oldukları yerde kalmış, uzun süre kurtarılamamışlardı.
Dağıtımlarımızı ülkenin en güney noktalarına ulaştırmak maksadıyla sınır köylerine ulaştık. Bu köylerden Habbariye de gördüğümüz Osmanlı kitabesi hemen dikkatimizi çekti ve hikayesini sorduk. Osmanlı bu dağ köyünde senelerce evvel bir medrese inşa etmiş. Bu medrese burada yıllarca hizmet vermiş. Orada konuştuğumuz insanlar bize şunu söylediler: Osmanlıdan sonra yardım amacıyla buraya ilk gelen sizlersiniz. Bu sözler bize gurur vermekle beraber kalbimizi burktu. Çünkü ecdadımızın mirasına ne kadar layık olabildiğimiz şüpheliydi.
Daha sonra yolumuz en yoğun savaşın yaşandığı Khiam köyünün önündeki ovaya düşüyor. Bu ovada en az 18 İsrail tankı imha edilmiş. Ovadaki ve çevre köylerdeki tüm evler delik deşik edilmiş. Tüm ovanın her yerinde kurşun delikleri, uçak bombalarının açtığı dev çukurlar, helikopter füzelerinin vurduğu evler ve işyerleri, patlamamış top mermileri, tankların paletlerinin ezdiği tarlalar bize savaşın dehşetini gösteriyor. Bu ova savaşın tanıklığını yapıyor ve biz de buraya giren ilk insanlardan oluyoruz. Burası hâlâ çok tehlikeli, her yerde mayın olma ihtimali var. İsrail askerleri çekilirken birçok yeri mayınlamışlar. Ateşkesin ilk günü evlerine dönen insanlardan en az 10 kişi bu mayınların kurbanı olmuş. Bunu bildiğimizden orada çok fazla kalamıyoruz.
Dağıtımlarımız on beş gün kadar devam ediyor. Hem biz, hem ortak faaliyette bulunduğumuz kuruluşumuz vasıtasıyla Lübnan`ın kuzeyinden güneyine her noktasına ulaştık. Trablus`tan, Bekaa vadisindeki Baalbek`e, Beyrut`tan, Sur`a, Sayda`ya tüm büyük şehirler ve bunlara bağlı ilçe ve köylerde sürekli yardımlar dağıtıyoruz. Türk halkı her problemli yerde olduğu gibi Lübnanlı kardeşlerine de cömertçe yardım elini uzatıyor.
Halkımız Lübnan`da Büyüklüğünü Gösterdi ![](/resimler/veriresimleri/mustafatutkun.jpg)
Deniz Feneri Derneği Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Mustafa Tutkun ile...
ürk halkı Lübnan`da bir kez daha büyük millet olmanın temel kurallarından biri olan mazlumun yanında olmanın gereklerini yerine getirdi. Bir de Arap dünyası ile hiçbir probleminin olmadığını gösterdi. Lübnan`a giden yardim hem rakam olarak, hem de fiilen orada bulunmak anlamında diğer ülkelerinkinden daha çok ses getirdi.
Deniz Feneri Derneği adına Lübnan`a gittiniz. Lübnan`ı nasıl umdunuz, nasıl buldunuz?
Lübnan bombardıman altındaydı ve fakat her yeri değil. Özellikle Beyrut şehrinin bir hat ile ayrılmış gibi bir kısmı bombalanırken diğer kısmına hiç dokunulmamıştı. Bu bizi şaşırttı tabiî ki. Daha önce de savaş ortamlarında görev yaptığım için insanların yılmış ve umutsuzluk içinde olacaklarını düşünüyordum ama aksine çok kararlı ve ümitvar olduklarını ve mevcut durumdan hiç etkilenmediklerini gördüm. Sürekli zafer bizim olacak diyorlardı.
Sizin aracılığınızla Lübnan`da neler yapıldı, hangi hizmetler verildi?
Lübnan`a bugüne kadar 4 tır ve bir gemi dolusu yardım malzemesi ulaştırıldı ve bunlar yardıma muhtaç insanlara dağıtıldı. Bu malzemelerin toplam değeri ise 3,5 milyon dolar tutarında. Hali hazırda her gün bin kişiye sıcak yemek dağıtan bir aşevimiz güney Lübnan`da hizmete başlamıştır. Bu hizmet ramazan ayı boyunca devam edecek. Deniz Feneri prensip olarak yardım için gittiği bölgelerde kalıcı projeler yapmayı önemseyen bir kurum; o yüzden bölgede savaş sırasında tamamen yıkılmış olan bir spastik özürlüler okulunun yeniden inşası ile yine bir ilkokulun inşası gerçekleştirilecek.
Lübnan`da sizi en çok ne etkiledi?
Yukarıda da dediğim gibi, dünyanın yenilmez diye kabul ettiği bir orduyla savaşırken bile insanların bu derece kararlı ve azimli olmaları, Allah`a sonsuz teslimiyetleri beni gerçekten etkiledi. Sonuçta bu azmin ve inancın neticesiydi. Onların tabiriyle "hem deveyi bağlamışlar hem de tevekkül etmişler."
Halkın moral durumunun yüksek oluşunu nasıl açıklıyorsunuz?
Halkın çok büyük bir ekseriyeti Hizbullah`ı destekliyordu ve zaferi kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu. Buna Hıristiyan halk da dahil. İnancın inanılmaz bir güç olduğunu ve sebeplere de sarılınca başarılamayacak hiçbir şey olmadığını göstermiş oldular.
Lübnan halkının Hizbullah`a bakışı nasıl?
Her şeyden önce Türkiye`de algılandığı gibi Hizbullah bir terör örgütü veya yasadışı bir örgüt değil. İsrail ve ABD dışında bu örgütü terörist olarak gören ülke de yok. Hizbullah, 1982`de İsrail işgaline karşı kurulmuş bir örgüt. Lübnan halkının %35`e yakını Hıristiyan olmakla beraber Hizbullah`ın halk desteği %8(Tin üzerindeydi. Bunun iki temel sebebi var: Birincisi Lübnan`da yaşanan iç savaş döneminde herkesin birbiriyle çatıştığı bir dönemde bile Hizbullah kimseye zarar vermemiş ve savaş süresince halk ile çok iyi kenetlenmiş. Bugünkü modern savaş tekniklerini ve medyayı çok iyi kullanıyorlar.
Son olaylarda Hizbullah etkin şekilde İsrail`e karşı mücadele ederken, Lübnan ordusunun ortalarda olmayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Savaşın başından beri Lübnan hükümeti savaşı Hizbullah ile İsrail arasında bir savaş olarak kabul etti. Onun için de hiçbir direniş göstermedi, ama Hizbullah`ı da hukuken tanıdığı için ona da bir şey diyemedi. Dolayısıyla Lübnan ordusu bu savaş boyunca ortalarda fazla görünmemeyi tercih etti. Biz bunu çok net bir şekilde gördük. Savaş boyunca hiç görmediğimiz Lübnan askerleri savaştan sonra her yerde karşımıza çıkmaya başladılar.
Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye`den gelen yardımların ve yardım kuruluşlarının durumu nedir? Hangi noktadayız?
Türk halkı Lübnan`da bir kez daha büyük millet olmanın temel kurallarından biri olan mazlumun yanında olmanın gereklerini yerine getirdi. Bir de Arap dünyası ile hiçbir probleminin olmadığını gösterdi. Lübnan`a giden yardım hem rakam olarak, hem de fiilen orada bulunmak anlamında diğer ülkelerinkinden daha çok ses getirdi. Bölgeye giden gemimize IBS ve Yeryüzü Doktorları da destek oldu. İslam Konferansı Örgütü İnsani Yardım Forumu Üyesi olan bu kuruluşlar aynı zamanda bu forumu da temsil ettiler.
Lübnan`da Türkiye ve Türklere bakış nasıl? Özellikle bu yardımlardan sonra ne gibi değişmeler olduğunu düşünüyorsunuz?
Sivil toplum kuruluşları ile birlikte hükümetimizin de konuyla yakından ilgilenmesi Arap dünyasında çok takdir topladı. Türkiye İslam dünyasının gözünde iyi bir noktada olmakla beraber çok daha hızlı ve etkin bir şekilde varlığını hissettirmeli ve sürdürülebilir politikalar üretmelidir. Lübnan halkı (oradaki Ermeni nüfusu saymazsak) Türkleri ve Türkiye`yi seven bir halk ama bu dostluk ve kardeşlik bu dönemde daha da pekişti. Bu yardımların Lübnan halkının gözünde maddi boyutundan çok manevi boyutu daha önemliydi. Elbette maddi boyut da dikkate alındı ama bizim onların yanında olduğumuzu görmeleri onlara güç verdi.
Bundan sonrası için bölge ile ilgili öngörüleriniz nelerdir? Bu bağlamda Deniz Feneri`nin Lübnan`daki çalışmaları nasıl bir seyir izleyecek?
Bölgede kalıcı bir barıştan söz etmek mümkün görünmüyor. Çünkü hiçbir otorite tanımayan İsrail ile ona teslim olmamak konusunda son derece azimli ve hazırlıklı bir Hizbullah bölgede var olmaya devam edecektir. Ben öncelikle Lübnan`da bir hükümet değişikliği olacağını düşünüyorum. Barış gücünün bölgeye gitmesiyle başka problemler de ortaya çıkabilir. Yani Lübnan`da her şeyi beklemek lazım; 25 yıl süren bir iç savaştan sonra ülkeyi tekrar iç savaşa götürmek isteyenler de olacaktır, özellikle Hizbullah`ın siyasi gücü ele geçirmesi durumunda bu ihtimal daha yükselecek.
Deniz Feneri olarak şu anda yapılması düşünülen projeler tamamlandıktan sonra bölgeden çekileceğiz ama mazlum halkın yanında olmaya devam edeceğiz. Bildiğiniz gibi Deniz Feneri`nin sloganı "yardıma muhtaç son kişiye ulaşana kadar"dır. Dolayısıyla bölgede yardıma muhtaç tek bir kişi bile olsa Deniz Feneri`nin ilgi alanına girecektir.
Komşumuz Açken Tok Uyuyamazdık, Ya O Ölürken? ![](/resimler/veriresimleri/yy.jpg)
Yeryüzü Doktorları Derneği Genel Başkanı Doç. Dr. İhsan Karaman ile...
eryüzü Doktorları nedir?
eryüzü Doktorları orijinal adı olan "Doctors World Wide" ismiyle, aralarında ülkemizden de doktor arkadaşların bulunduğu, bir grup uluslararası yardım gönüllüsü tıp mensubu tarafından kuruldu. Resmi kuruluşunu 2000 yılının nisan ayında İngiltere`de yaptık. Bugün için "Doctors World Wide" İngiltere`de resmen kayıtlı olan bir sivil toplum kuruluşudur. Ayrıca Birleşmiş Milletler ve İslam Konferansı Örgütü nezdinde tanınmaktadır. Biz bu merkezi teşkilatın 2004 yılında, resmi olarak Dernekler Masası`na kayıtlı bir dernek olarak Türkiye şubesini açtık. Resmi adı "Yeryüzü Doktorları Derneği Türkiye Şubesi" olan bu kuruluşun yönetim kurulu başkanıyım. Merkezde; İngiltere Manchester’da bulunan genel merkezimizin de başında, direktör sıfatıyla yine bir Türk doktor, ülkemizden arkadaşımız olan Doktor Kani Torun bulunmaktadır.
Yeryüzü Doktorları, dünyanın neresinde temel tıbbi bakımdan ve sağlık ihtiyaçlarından mahrum olan bir insan, bir hasta, bir sakat, bir felaketzede bir mazlum, bir mağdur varsa; bunun acısını yüreğinde hisseden ve bunun sorumluluğunu idrak eden bir grup gönül adamıdır.
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü veya benzerlerinden sizi ayıran nedir?
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü ve ismini o kadar bilmediğimi bir takım başka örgütler de görünüşte insani amaçlarla, faaliyet gösteriyorlar. Bizden çok daha eski, tecrübeli ve başarılılar. Ancak bu teşkilatların sahada yaptıkları faaliyetlere ve faaliyetlerin arkasındaki ilişkilere dikkat ettiğimizde; gizli -aslında birçok insanın fark ettiği- bir misyonerlik faaliyeti olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bizim o gibi kuruluşlarla kuruluş felsefesi, doktorların kimliği, amacı ve işleyiş tarzı, kısa ve uzun vadeli hedefleri açısından hiçbir benzerliği ve bağlantısı yok. Bir şey daha var: Bu tür teşkilatlar sahaya ulaşıyorlar, bir takım faaliyetler gerçekleştiriyorlar ve kendilerini tanıtıyorlar. Fakat orada kalıcı bir sağlık hizmeti, rehabilitasyon hizmeti, iyileştirme hizmeti vermeden sahadan çekiliyorlar. Biz yardıma muhtaç olan bölgeye acil durumda gitsek bile acil durum geçtikten sonra o bölgede ilişki kurabileceğimiz, partnerlik yapabileceğimiz güvenilir bir kuruluş buluyoruz. Onlarla irtibatı devam ettirerek o bölgenin sağlık sorunlarına kalıcı ve uzun vadeli çözümler getiriyoruz. Mesela Keşmir`de 35 bin dolar harcayarak; depreme dayanıklı, soğuğa dayanıklı, çok sağlıklı bir prefabrik sağlık merkezi kurduk.
Lübnan`da ne yaptınız?
Lübnan`da bu malum felaket ve İsrail zulmü ortaya çıkınca 3 kişilik bir gönüllü doktor grubunu Beyrut`a gönderdik. Arkadaşlarımız döndükten sonra iki ciddi faaliyetimiz oldu. Bunlardan birincisi; İslam Konferansı Örgütü`nün Lübnan ve Filistin için kurduğu İnsani Yardım Forumu`na üye olduk. Oradaki diğer; Deniz Feneri gibi, Uluslararası Kardeşlik Derneği gibi, Malezya`nın "Mercy Malaysia" derneği gibi bir takım kuruluşlarıyla işbirliği halinde Lübnan`a yardım etmeye başladık. İkincisi de kendi çevremizde ilaç ve tıbbi malzeme toplama kampanyası başlattık. Bunlardan ilk toplanan iki tır dolusu ilaç ve tıbbi malzemeyi 24 ağustos tarihinde Deniz Feneri`nin Mersin`den kalkan gemisine yükleyerek gönderdik. İkinci olarak toplanan bir kamyonu aşkın ilaç ve malzemeyi de 14 Eylülde yola çıkardık. Lübnan`la ilgili yaptıklarımız şu aşamada bunlar. Daha sonra gelişmeler oldukça yardım faaliyetlerimiz devam ediyor ve edecek inşallah.
Lübnan`ın bundan sonra neye ihtiyacı var?
Lübnan`ın asıl ihtiyacı; yıkılmış bir ülke olduğu için yeniden yapılanma, imar ve rehabilitasyon. Bunun için de bir Yeryüzü Doktorlarının hatta bir Deniz Feneri`nin, bir Kızılay`ın gücü yetmez. Dolayısıyla Lübnan`da bizim, sağlıkçılar olarak projelerimiz çok uzun boyutlu olmayacak gibi gözüküyor. Acil ihtiyaçlar bittiği zaman orada iş; yeniden yapılanma, imar faaliyetine dönüşecek. Ama biz o zamana kadar ilaçla, tıbbi malzemeyle, insani yardım malzemesiyle yine destekleyeceğiz.
İsrail engellemelerini nasıl aşmayı planlıyorsunuz?
Burada çok ironik bir durum var. Sağlık alanında bile bir yardım yapacaksanız eğer bu yardımı İsrail üzerinden yapmazsanız çok zorlanıyorsunuz. Bir ambulans alıp mesela Gazze Şeridi`nde bir Filistin hastanesine hediye etmek istediniz. Buradan alıp götürmeye kalkarsanız, bin türlü engelle karşılaşırsınız. Teslim edemezsiniz, vize alamazsınız, gümrük sorunu çıkar. Ama eğer siz bu ambulansı Tel Aviv`de alıyorsanız, bir İsrail firmasından; oraya götürüp teslim de ediyorlar, bakımını da üstleniyorlar, garantisini de veriyorlar. İroni burada! Hem öldürüyorlar, yıkıyorlar hem de o yıkıma yapılan yardımdan sebepleniyorlar.
Türk halkından bir beklentiniz var mı?
Halkımız şimdiye kadar çok gani gönüllü davrandı. Elini açtı. Ne varsa verdi. Biz bunun devamını talep ediyoruz. Hepimiz vermeye çalışıyoruz. Çünkü bugün bu felaket onların başında. Yarın bizim başımızda olabilir. Nasıl hani komşumuz açken tok uyumak bile bize yasak ya... Peki ya komşumuz ölürken nasıl olacak? Bunu düşündüğümüzde ürperip, titreyip, uyuyamamamız lazım. Yeryüzü Doktorları hayırseverlerin, gönüllerinden kopararak ulaştıracakları hayırlarını en sağlıklı, en doğru, en güvenilir biçimde ve en iyi adreslere teslim edecek yüz akı kuruluşlarımızdan birisidir. Çünkü biz baştan söylediğim gibi biz temas kurduğumuz ülkenin, temayüz etmiş, güvenilir kuruluşlarıyla çalıştığımız için arada yardımın heba olması, yanlış adrese gitmesi gibi bir risk yok.
Yardımlar Cesaret Mesajı Oldu ![](/resimler/veriresimleri/omerbey.jpg)
IBS İnsani Yardım Şubesi Başkanı Ömer Güzelyazıcı ile...
IBS Lübnan`a yönelik ne yaptı?
Oraya savaş devam ederken gittik ve yapılabilecek şeyleri tespit ettik. Geldiğimizde bir kampanya açtık ve hem nakdi hem de ayni yardım talebinde bulunduk. Deniz Feneri Derneği ile birlikte bir gemi organize ettik. Gemimiz Beyrut`ta bir tören yapılarak karşılandı. Götürülen yardımlar oradaki bazı sivil toplum örgütlen kanalıyla halka dağıtıldı. Yardımların onbir tırlık bir bölümünü Türk bayrakları ile Güney Lübnan`ın en güneyine, tam İsrail hududuna götürdük. İsrail hududunda şu anda çalışmakta olduğumuz El Hıyam kasabasına gittik. Arkadaşlarımız şu anda orada çalışmalarına devam ediyorlar.
Neden El Hıyam?
El Hıyam kasabasını, Türkiye Cumhuriyeti büyükelçiliğinin müsteşarı ve onun aracılığı ile Güney Lübnan`da faaliyet gösteren mahalli sivil toplum kuruluşları ile yaptığımız görüşmeler sonucu seçtik. Bu kasabanın bina itibarıyla %85`i tahrip edilmiş, %15`i ayakta. İnsanlar geriye dönüyorlar; evleri kullanılabilecek olanlar diğerlerini misafir ediyor. On bir tırlık yardımı oraya götürdük ve bu kardeşlerimize ayrım yapmadan verdik. Çok hoş bir manzara oluştu, İsrailliler de bizi uzaktan seyrediyorlardı. Yardımlar Lübnan halkı üzerinde çok müspet bir etki bıraktı. "Türkiye`deki insanlar, en ücra, en uç köşemize, kimsenin gelmeye cesaret edemeyeceği yere geldiler ve bize yardım ediyorlar" demeye başladılar. Birlik ve beraberlik mesajı olmakla birlikte bu bir tür cesaret mesajı da oldu.
Bölgede nasıl bir tablo var?
17 Ağustos 1999`da meydana gelen Sakarya Adapazarı depremi ile mukayese edilemeyecek kadar büyük bir yıkım var Lübnan`da. Bazı köylerin tamamen yok edildiğini gördük; tamamen haritadan silinmiş. Onun dışında İsrailliler insanlık suçu işlemişler. Bilerek ve isteyerek altyapıyı tahrip ettiklerini gördük. Hastaneler, köprüler, okullar... Özürlü çocukların barındığı bir yer vardı orada. Okulun müdürü bize, 175 çocuğun olduğu bu binayı, 8 gün içerisinde tam beş defa bombaladıklarını söyledi. İlk önce birkaç yara almış ama en sonunda birlikte bina yıkılmış. Çok zarar vermişler, durum çok acı aslında.
Halkın morali nasıl peki?
Tüm bu olaylara rağmen halkta büyük bir moral var. Bütün yıkıntılara rağmen İsrail`e karşı kazanılmış olan zaferin morali bu. Tabii bu Türk basınında ya da dünya basınında çok fazla görülmüyor. Sanki iki taraf birbiriyle çarpıştı ve ayrıldı gibi telakki ediliyor; genel kanaat bu. Ama aslında bölgede anladık ki İsrail`e karşı çok büyük bir zafer kazanılmış. Bunun İsrail`e etkisi büyük oldu. İsrail tarihinde ilk kez insanlar bir iç göç yaşıyorlar. İsrail`in güneyine doğru bir akış var. Dahası İsrail`in ürettiği, vurulmaz diye düşünülen meşhur tanklardan 14 tanesinin El Hıyam kasabasının önünde imha edildiğini gördük. Yani ciddi bir askeri kayıpları var. İki taraf da 100-150 civarında askeri kayıp verdi diyebiliriz.
Lübnan`da etnik ve dini çeşitliliğin olduğu malum. İsrail`in yaptığı tahribatta bir ayrım söz konusu mu peki?
Müslümanların yaşadığı başkent Beyrut`un güneyi tamamen tahrip edilmiş. Ama şehrin diğer bir kesimi, Hıristiyanların, Ermenilerin yaşadığı bölgelere bir bomba bile düşmemiş. En ufak bir tahribat yok. Kasıtlı olarak Müslüman kesimlere çok ağır kayıplar verdirmişler. Böyle acı durumlar da var.
Olağanüstü olaylar yaşandığı da söyleniyor, bu konuda bir bilginiz var mı?
Bu tip şeyleri orada bulunmuş insanlardan dinledik. Mesela askerlerden birisinin elinde, pimi çekmeden, bir katyuşya rampası kendiliğinden ateş alıyor ve çok sayıda İsrail askerinin ölümüne, tankının tahrip olmasına yol açıyor. Böyle menkıbevi şeyler çok yaygın. Bunların doğruluk derecelerini bilemiyoruz ama halkın moral açısından çok yüksek seviyede olduğunu göstermesi bakımından ilginç.
BM aslında İsrail`i Hizbullah`a karşı korumaya gidiyor diye düşünenler de var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
İsrail Litanya ırmağının güneyinde bir Birleşmiş Milletler bölgesi kurulmasını istedi. Böylece İsrail`in kuzeyinin garanti altına alınmasını sağlayacaktı. Ama şimdi buraya Lübnan ordusu da giriyor. Artı bu bölgeye BM`den kimse başım derde girmesin diye asker göndermek istemedi. Asker gönderen birliklerin en önemli bölümü Müslümanlar ve Türkiye hariç İsrail`i tanımayan ülkeler. Hatta İsrail bu konuda bir açıklama yaptı ve kendisini devlet olarak kabul etmeyen devletlerin buralarda çalışma yapmalarını uygun görmediğini söyledi. Ama öyle olmayacak.
Bundan sonra ne yapacaksınız?
Bir hafta içinde yine Deniz Feneri Derneği ile birlikte yeni bir gemi gönderiyoruz. Tahmin ediyoruz ki üçüncü bir gemi daha olacak. Yine Deniz Feneri Derneği İle birlikte, el-Hıyam kasabasında sıcak yemek vermeye başladık. Ramazan-ı Şerif için hazırlık yapılıyor, dörtbin kişilik bir mutfak kuruldu. Dörtbin kişiye Ramazan ayı süresince iftar ve sahur yemeği ikram edeceğiz inşallah.