Ağustos ayının sonlarına doğru önemli bir olay gerçekleşti. Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un meali yayınlandı. Bu kimilerine göre meal tarihinde bir milat. Mealin önsözünü Hayrettin Karaman ve Ertuğrul Düzdağ yazdı. Hazırlık sürecine Dücane Cündioğlu ve Raşit Küçük Hoca katıldı. Hazırlayanlar ve yayınevi, satış gelirlerinden hiçbir ücret almayacaklarını açıkladılar. Biz de meali titizlikle yayına hazırlayan Recep Şentürk Hoca ile konuştuk.
Öncelikle, böylesine değerli bir eseri bizim istifademize sunduğunuz için size, Genç Dergi camiası adına teşekkür etmek istiyorum. Emeklerinizden dolayı Allah razı olsun… En baştan alalım, Akif meali yazdıktan sonra neler oldu?
Mealin romanları aratmayacak trajik ve esrarengiz bir tarihi var. Aslında mealin tarihi üzerinden Türkiye’nin tarihini, özellikle din-devlet ilişkilerini okumak mümkün. Meal 1925’te yazılmaya başlandı; 1932’de tamamlandı. Ancak o dönemde başta izhar edilen niyetin aksine Kur’an’ın Türkçe tercümesinden okunması politikası tartışılmaya başlandı. İlk defa 1932’de ezan Türkçe okutuldu. Namazda Kur’an’ın Türkçe okunmasının denemeleri yapıldı. Bu tartışmalar, Merhum Akif’i çok ciddi endişeye sevk etti ve 1932 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı ile yaptığı anlaşmayı feshederek hazırladığı meali basmak üzere Diyanet’e vermeyeceğini açıkladı. Daha sonra Akif 1936 yılında Mısır’da hastalandı ve İstanbul’a geri döndü. Türkiye’ye gelirken meali içeren defterleri yanında getirmedi. Onları güvendiği dostu Yozgatlı İhsan Efendiye emanet etti ve şöyle vasiyet etti: “Eğer dönersem eksiklerini tamamlar yayımlarız; dönmezsem bunları yakarsın.”
Akif gibi büyük bir sanatkarın ömrünün ustalık döneminde, gurbette ve maddi sıkıntılar içinde yedi yılını vererek hazırladığı bir eserinin yakılmasını vasiyet etmesi ne kadar trajik bir durumdur! Bu durum, Mimar Sinan’ın yedi yılda yaptığı Süleymaniye’nin yıkılmasını vasiyet etmesiyle mukayese edilebilecek ibretlik bir hadisedir.
1936’da Akif Mısır’a geri dönemedi, çünkü o sene vefat etti. Vefatından önce resmi makamlar ondan meali tekrar tekrar istediler ve üzerinde baskı kurdular. Tehdit ettiler; para teklif ettiler. Hatta çaldırmayı bile denediler. Ama Akif baskılara direndi ve meali -henüz tamamlanmadığını bahane ederek- vermek istemediğini söyledi. Kendisine mealin emanet edildiği Yozgatlı İhsan Efendi, meali yakmayarak ölünceye kadar muhafaza etti. Hatta kendisi için de bir nüsha çıkardı. İhsan Efendi, 1961 yılında Mısır’da vefat etti. 1960 yılında Türkiye’de Demokrat Parti hükümetine karşı askeri darbe oldu ve darbeciler ezanı yeniden Türkçeye çevireceklerini ve namazda Kur’an’ı Türkçe tercümesinden okutacaklarını etrafa ilan etmeye başladılar. Bu tür haberler daha sonradan yalanlansa bile, Mısır’daki Türkleri yeniden büyük bir endişeye sevk etti. Bu atmosferde son Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri’nin oğlu İbrahim Sabri’nin ısrarıyla bir grup tarafından meal Mısır’da yakıldı.
Mealin yakıldığına şahit olan beş kişiden birisi olan İsmail Hakkı Şengüler bu olayı yazılı olarak kamuoyu ile 1992 yılında paylaştı ve herkes büyük bir ümit kırıklığı ve şaşkınlık yaşadı. Mealin günün birinde su yüzüne çıkacağına dair ümitler tamamen kaybolmuştu ancak meal yakılmadan önce mealden bazı kısımların istinsah edildiği daha sonra anlaşılacaktı. İşte bizim yayınımıza esas teşkil eden nüsha bu nüshadır.
Mealin sizin elinize ulaşma ve yayınlanma serüveninden bahseder misiniz?
Meal benim elime 1988 yılında geçti. O zaman genç bir üniversite öğrencisiydim. 1988 yılında Mustafa Runyun hoca vefat etti. Kendisi benim liseden arkadaşım Ali Yahya Runyun’un babasıydı. Bu yüzden onu Erenköy’deki evlerinde taziye ziyaretine gittim. O ziyarette mealin, yakılmadan önce, daktilo edilmiş üçte birlik kısmını gördüm ve Ali Yahya beyden bir fotokopisini almak için müsaade isteyerek aldım. Mustafa Runyun, Akif’in meali kendisine emanet ettiği İhsan Efendi’nin Mısır’da talebesi olmuş kıymetli bir alimdir. Bu kıymetli hazineyi hiç kimseye haber vermeden -sadece eşimin bildiği- bir sır olarak sakladım. Ancak daha sonra öğrendiğim kadarıyla Mustafa Runyun hoca mealin kendisinde olduğunu çok açık olmasa bile bazı talebeleriyle paylaşmış. Meal yayımlandıktan sonra bu talebelerden bazıları benimle irtibat kurarak mealin Runyun hocada olduğunu bildiklerini ve yayımlanmasına şaşırmadıklarını ifade etmişlerdir.
İlk defa, bu konularda çok meraklı olan Asım Cüneyt Köksal’a mealin bende olan kısmını gösterdim. Onun için çok şaşırtıcı bir olaydı ve mealin yayımlanmamasının büyük bir vebal olduğunu belirterek ısrarla yayımlanmasını istedi. Peşinden gene onun ısrar ve teşvikiyle yayımlama zamanın gelip gelmediği konusunda İSAR (İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı) binasında çok sevdiğimiz ve saydığımız hocalarımız Hayrettin Karaman ve Raşit Küçük ile istişare yaptık. Onlar mealin Akif’e ait olduğunu teyit ettikten sonra yayımlanmasının uygun olacağını belirttiler. Bunun üzerine Akif ve eserleri konusunda uzmanlığı ile öne çıkan Ertuğrul Düzdağ ve Dücane Cündioğlu beylerle istişare toplantıları yaptık. Elimizdeki mealin Akif’e ait olduğunu onlar da teyit ettiler. Böylece mealin yayımlanması önünde hiç bir şüphe kalmayınca, Asım Cüneyt Köksal ile birlikte, meali İSAR’da yoğun bir çalışma ile yayına hazırladık.
Mealin romanları aratmayacak trajik ve esrarengiz bir tarihi var. Aslında mealin tarihi üzerinden Türkiye’nin tarihini, özellikle din-devlet ilişkilerini okumak mümkün.
Ve Mahya Yayıncılık bastı..
Evet, Mahya Yayıncılık ile, ne bizim ne onların mealden hiç bir gelir elde etmemesi şartıyla bir anlaşma yaptık ve meali itina ile bastırdık. Mealden elde edilen gelir tamamen Akif namına hayra harcanacaktır. Meal, bir genel okuyucu için bir de prestij baskısı olmak üzere iki çeşit basıldı. İki baskı da çok güzel. Ancak, prestij baskısının sonunda yayına esas teşkil eden daktilo metnin tamamı bulunmaktadır. Genel okuyucu için olan baskıda ise, yayına esas teşkil eden daktilo nüshadan sadece bir kaç sayfa örnek bulunmaktadır.
Yayınlama konusunda yaşadığınız tereddütleri aşmanızda en önemli etken neydi?
Türkiye’de artık şartlar değişmiştir. Akif merhumun endişe ettiği durum ortadan kalkmıştır. Artık bu ülkede insanları Türkçe ibadete zorlayacak kimse çıkmayacağı için meali yayınlamaya karar verdim. Mecelle’deki “Mani zail olunca memnu avdet eder” kaidesine göre hareket etmiş olduk. Ayrıca bu mealin benim elimde sadece üçte birinin olması da yayınlamayı tehir etmemin sebepleri arasındadır. Çünkü ben birilerinin mealin tamamını yayınlayacağını ümit ediyordum ve bendeki kısmı yayınlamanın faydasız olacağını düşünüyordum. Fakat aradan geçen 24 yıl zarfında kimse yayınlamayınca ben yayınlamaya karar verdim. Hiç olmazsa üçte birlik kısmı kamuoyunun eline geçmiş olsun istedim. Tamamı ya bulunur ya bulunmaz diyerek en azından mevcut kısmı saklamanın doğru olmayacağını düşündüm.
Mealde sizi en çok etkileyen kısımları bizimle paylaşır mısınız?
Mealin tamamı oldukça etkileyicidir. Çok farklı ve çok özel bir meal ile karşı karşıya olduğunuzu her satırda hissedersiniz. Burada iki örnek vermek istiyorum. Sûre-i Bakara (1-5) Akif’in tercümedeki metodu ve harika üslubu hakkında çok güzel bir fikir verebilir:
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif Lâm Mîm. 2. Şu kitabı görüyor musun? İşte bir kere onun hak olduğunda şüphe yok. Sonra, Allah’ın o saygılı kullarına yol gösterir ki (3) gayba iman getirirler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan muhtaç olanlara pay çıkarırlar. (4) O kimselere de yol gösterir ki hem sana indirilenlere, hem senden evvel indirilmişlere inanırlar ve ahiret olacağını yakin ile onlar bilirler. (5) İşte mabudlarının gösterdiği yolu tutmuşlar bunlardır. İşte felâh bulmuş kimseler yok mu? Onlar da bunlardır.
Ayet el-Kürside (Bakara 255) başka bir güzel örnektir:
Allah öyle bir ilâh ki, O’ndan başka ilâh yok. Bâkî; her an bütün hilkat üzerine hâkim ve kâim. Ne uyuklar, ne uyur. Göklerde, yerde ne varsa hep O’nun. Kim tasavvur edilebilir ki kalksın da izni olmaksızın O’nun yanında şefaat eyleyebilsin?! Mahlûkâtın işlediklerini, işleyeceklerini bilir. Mahlûkâtı ise ilm-i ilâhîsinden ancak O’nun dilediğini kavrayabilir. İlmi bütün gökleri ve yeri kucaklar ve bunların nigehbanlığı (bunları ademden sıyanet) Kendisine ağır gelmez. Yüksek, büyük ancak O (ancak O’nun Zât-ı Kibriyâsı).
Meal bir ayı aşkın zamandır raflarda, beklediğiniz ilgiyi bulabildiniz mi?
Beklediğimizden daha fazla bir ilgi gördü. Akif toplumunun her kesiminin önem verdiği bir insan, düşünür, sanat ve dava adamı. Bu yüzden toplumun her kesiminden çok büyük bir ilgi var. Saatler süren birçok televizyon programına konuk olduk. Birçok röportaj yapıldı. Gazetelerde birçok yazı yazıldı. Bundan sonra, insanların yaz tatilinden dönmesi, üniversite ve okulların açılması ile birlikte ilginin daha da artacağını tahmin ediyorum.
Akif’in mealiyle birlikte ne değişecek sizce?
Bu mealin yayınlanması Türkiye’de bir çok şeyin değiştiğinin ve daha da değişeceğinin alametidir. Her şeyden önce mealin yayınlanması, Akif’in onu ömrünün şah eserinin yakılmasını vasiyet etmeye mecbur bırakan düşmanlarına karşı bir zaferidir. Devir artık değişti; Asım’ın nesli Akif’in emanetine ve davasına sahip çıktı ve onu üzen şartları sabırlı bir mücadeleyle değiştirmeyi başardı. Mealin yayınlanması birçok gözlemciye göre Türk kültür tarihinde son asrın en önemli olayıdır. Bunun etkileri, meal yazımı ve Kur’an tercümeleri üzerinde görülecektir. Hayreddin Karaman hocamızın mealin tanıtım toplantısında basın ve üniversite mensuplarına ifade ettiği gibi “bundan böyle, Akif’in mealinden önce ve Akif’in mealinde sonra” diye konuşulacaktır. Genç neslin merhum Akif beyin mealinin trajik macerasını ibretle öğrenmesi, Türkiye’nin ne şartlardan geçerek bu günlere geldiğini anlamaları ve bu gün üzerlerine düşen sorumluluğun bilincine varmaları için çok önemlidir.