Abdul Nasır Deen 34 yaşında bir Ganalı. Ankara Üniversitesi’nde Eczacılık eğitimi almış ve ülkemizde bulunduğu yıllarda boş durmayıp tabiri caizse ‘bizi bizden daha iyi tanımış’. Örfümüzü, âdetimizi ve kendi deyimiyle ‘yardımseverliğimizi’ çok iyi öğrenmiş. Kendisiyle Afrika ve Gana’da yürüttüğü yardım faaliyetleri ve 34 Genç Gönüllünün Gana ziyaretleri üzerine bir röportaj yaptık…
Arika ve Gana’dan Türkiye nasıl görülüyor?
Bütün Afrika ve Gana’da, kısa ve hızlı şekilde gelişen bir ülke olarak görülüyor. Kısa zamanda nasıl gelişmiş ülke olduğunuza bakıyorlar. “Nasıl yaptı da kısa zamanda böyle gelişmiş? Biz de böyle yapabilir miyiz?” diyorlar. Ama şu da bir gerçek ki Türkiye’ye eskiden hep bir Arap ve Ortadoğu ülkesi olarak bakılıyordu. Daha yeni yeni Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olduğunu, gelişmişlik olarak Avrupa’nın gerisinde kalmadığını fark ediyorlar. Bu da sizin iş adamlarınız, öğretmenleriniz, vakıflarınız ve araştırmacılarınızın Afrika’ya gelmeleri, orada insanlarla etkileşime girmeleriyle gerçekleşiyor.
Peki, Türkiye’deki Afrika algısı nasıl?
Afrika’nın tek bir ülke olduğunu düşünenler var. Bir kıta gibi bakamıyorlar. Çeşitli ve birbirinden farklı ülkeler olduğunu bilmiyorlar. Yani sen yeter ki Afrikalı de, hangi ülkeden, hangi milletten olduğu önemli değil. Oysaki Arapların da bir kısmı Afrika’da yaşıyor. Diğer yandan Afrika denince akla yoksulluk geliyor. Bu batılıların büyük bir başarısıdır. Yani Afrika çok kötü, tehlikeli, yamyamlarla dolu olan bir yer zannediliyor. Orada ticaret yapılmaz, hiçbir şey yok, yoksulluk var diyerek özellikle sizin insanlarınız Afrika’dan sürekli uzaklaştırılmışlar. Bazı şeyler doğru, Afrika’da bunlar yok değil. Ama diyelim Irak’ta savaş varken nasıl Türkiye’de savaş olmuyorsa, Afrika’da da durum aynı işte. Bölgesel farklılıklar var. Afrika 54 ülkeden oluşan bir kıta. Yani bir kısmının yaşamı kötü diye bütün Afrika’nın yaşamı kötü olamaz. Sonuç olarak Afrika denince akla fakirlik, savaş, açlık ve susuzluk geliyor. Bunların yanında sosyal ve kültürel değerler de akla gelmeli.
Bu yıl yapılan ve daha önce de yapılmış olan ‘gönüllü faaliyetleri’ Gana’da ne gibi etkiler bıraktı?
Gana’ya ya da Afrika’ya gelen beyaz insanlar, genellikle misyonerlik faaliyetleri yapıyorlar. Siz daha yeni yeni gelmeye başladınız. Afrika’da batılı veya Hristiyan dediğimiz zaman akla zenginlik geliyor. Ama İslam: Fakirlerin dini, cahillerin dini, geri kalmışların dini olarak algılanıyor. Siz gelene kadar da bir beyazın Müslüman olabileceği asla kimsenin aklından geçmezdi. Sizin öğrencilerinizin oraya gelmeleriyle, “haa beyaz da Müslüman olabiliyor, elit insanlar da Müslüman olabiliyor, teknolojik açıdan iyi olanlar da Müslüman olabiliyor” algısı oluştu. Yani Ganalıların ve Afrika’nın kafasındaki Müslüman ve beyaz algısında çok büyük değişimler oldu. Sizin gençleriniz bizlere tuğla yapımını, Kur’an’ı Kerim öğretimini, okul yapımını ve en önemlisi kimseden bir şey beklemeden bir şey yapılabileceği gerçeğini öğretti. Yani gittiğiniz yerlerdeki insanların İslam’a olan bakış açıları tamamen değiştirdiniz. Bir Müslüman tembel değil, bir Müslüman temiz olmalı, Müslümanın temiz bir hayatı, modern bir hayatı olmalı ve bilgi dolu bir hayat geçirmeli gerçeğini öğrettiniz. Sizin oraya gelmenizle oradaki insanların kafasındaki İslam resmi tamamen parlak oldu.
Peki, Afrika’ya gelen Türkler diğer Müslümanlara göre ne gibi farklılıklar gösterdi?
Sizin öğrencilerinizden bir tanesi Gana’daki Hz. İsa resmine çok benziyordu. O da diyor ki, “Evet ben Hz. İsa’ya benziyorum ama Müslüman oldum, siz de gelin Müslüman olun”. Yani içtenlik, samimiyet farkını gösteriyorsunuz. Yeni bir İslam tanımı oldu bu. Kafalardaki İslam=Terör algısı kırıldı.
Afrika’nın bedensel ihtiyaçlar dışında nelere ihtiyacı var?
Sizin de bildiğiniz gibi insan, sadece bedenden oluşmuyor. Hem ruhu hem de aklı olan bir varlık. Afrika’da bulunan çoğu vakıf bizim bedensel ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Mesela açlığa, susuzluğa karşı yardımlar yapılıyor. Ama eğitime de çok ihtiyacımız var. Sizin gelip oralarda eğitim alanında yardımda bulunmanız bize çok yarar sağlıyor. “Bakın biz beyaz Müslümanlarız ama geliştik. Eğitimle geliştik” demeniz bizlere örnek oluyor. Fakat bunun yanında gelişmiş ülkelere baktığımızda eğitimleri ve teknolojileri yüksek olmalarına rağmen, huzursuzluk ve psikolojik sorunları var. Psikolojik ilaçları en çok kullanan ülkeler ABD ve diğer Avrupa ülkeleri. Demek ki eğitim de tek başına yeterli değil. İnanç; yani ruhun gıdası da olmalı. İnsanda ruh açlığı, manevi açlık da var. Dolayısıyla Afrika’da sadece bedensel açlık yok; ruhi açlık, manevi açlık ve akıl açlığı da var. Sizin gençleriniz bu üç açlığa da derman olma gayretinde… Gıda dağıttılar, kitap dağıttılar, Kur’an öğrettiler. İslam’ı öğrettiler.
Afrika’ya gelip gitmeler, sizce bizlere ne katıyor?
İlk olarak Afrika’nın size kattığı şey, şükür şuurunuzu arttırmaktır. Birçok imkânlara sahip olmanıza rağmen Allah’a teşekkür etmeniz çok az oluyor. Fakat Afrika’ya geldiğinizde elinizdeki imkânların büyüklüğünü görüp şükrünüzü arttırıyorsunuz. İkinci olarak da bir insan yardım ettiği zaman manen de gelişme gösterir. Yani sen çok zengin olsan ama Afrika gibi açlık ve susuzluk çeken bir yere yardımda bulunmasan, zenginliğinin aslında hiçbir faydası yok. Dolayısıyla yardımda bulunarak mutluluğunuz, huzurunuz ve imanınız artacak. Ayrıca her şeyin çıkışı olduğu gibi inişi de vardır. İleride inşallah Afrika da büyüyüp, dünyaya yardım edecek. Allah bunun için mücadele eden, yardımlarda bulunan insanlardan razı olsun…
Siz gelene kadar da bir beyazın Müslüman olabileceği asla kimsenin aklından geçmezdi. Sizin öğrencilerinizin oraya gelmeleriyle, “haa beyaz da Müslüman olabiliyor, elit insanlar da Müslüman olabiliyor, teknolojik açıdan iyi olanlar da Müslüman olabiliyor” algısı oluştu.
Gana’da Paragon adında bir kültür merkeziniz var. Paragon’da neler yapıyorsunuz?
Paragon’da bir insanın, bir Müslümanın tüm alanlarda yetişmiş olmasını istiyoruz. Mesela bir üniversite öğrencisi eğitim alıyor ama hizmet noktasında, fedakârlık noktasında yetersiz. Biz alıyoruz o öğrenciyi köylerimize götürüyoruz. Oralardaki yaşamı, hayat şartlarını gösteriyoruz. Onlara yardımlaşmanın önemini aşılıyoruz. Üniversitelerde de bazen aldıkları bilgi tam yeterli olmuyor. Biz o öğrenciye zayıf olan derslerinde yardımcı oluyoruz.
Yani hem bilim hem de manevi anlamda eğittiğinizi söyleyebilir miyiz?
Evet, aynen öyle. Arapça ve dini bilgiler, kişisel gelişim dersleri, çeşitli kurslar; yani üniversitede verilmeyen eğitimi veriyoruz. Ayrıca onları ilgi alanları ve branşlarına göre halkalara ayırıyoruz. Bu şekilde kendi gruplarını kurup toplantılar yapıyorlar. Mesela bu yazın başında tıp, eczacılık, biyo- kimya, biyoloji gibi bölümlerde okuyan öğrencilerimizi bir köye götürdük ve orada sağlık taraması yaptık. Oradaki insanlara sıtma nedir, nasıl korunulur bunları anlattık. Bir de Paragon’da, insanlığa yardım etmek isteyen, İslam’ı yaymak isteyen vakıflarla toplanıp, ortak bir yol çizmeye çalışıyoruz. Bunun dışında okul hocalarına, imamlara da eğitimler veriyoruz. Bazen de alanında uzman kişileri getirip seminerler düzenliyoruz. Kendi alanında başarılı iş adamlarını da getiriyoruz ve tecrübelerini insanlara aktarıyorlar. Kitap tanıtımları yapıyoruz ve Türkiye’den önemli eserleri bizim yerel dillerimize çevirip dağıtıyoruz. Öğrencilerimizi de eğitim ve staj için Türkiye’ye gönderiyoruz, İLAM ve Genç Derneği bunların arasında.
Gana’ya yapılacak büyük bir cami projeniz var. Bu projeden bahsedebilir miyiz?
Gana’nın müftüsü büyük bir cami yapmak istiyordu. Devlet de ona tam şehrin ortasında 18 dönüm arazi tahsis etti. Fakat 17 senedir camiyi yapamıyorlar, sadece temel atılmış. Biz de dedik ki bu arsayı bize verin, Türk mimarisine göre inşaatı bitirelim. Bir de yanına eğitim enstitüsü kuralım. Projemiz içerisinde eğitim yerleri ve konferans salonları olan bir cami olacak. Bu anlamda Gana’nın da en büyük camisini inşa edeceğiz. Şu an yoğun bir şekilde bu proje üzerine çalışıyoruz. Gelecek ay caminin temelini çıkmaya başlayacağız. Diyanet İşleri Başkanımız çok ülke dolaştı bu proje için. En çok Türkiye’den beklentileri var.
Genel olarak özetlersek Gana’nın Türkiye’den beklentileri nelerdir?
Gana ve genel olarak Afrika ülkelerine, Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinden yardımlar geldi. Fakat Türklerin yardımı çok farklı oldu. Türkiye bizim sorunlarımızı kökten çözmek için proje ve stratejiler üretiyor. Yani kalıcı ve yapıcı yardımlarda bulunuyor. Mesela geldiniz, okullar yaptınız ama bu okulu nasıl yürüteceğimizi ve eğitim vereceğimizi de öğrettiniz. Ekonomik olarak nasıl kendimizi geliştirebiliriz, nasıl daha modern yaşayabiliriz, bunu öğrettiniz. Araplar da gelip yardım ettiler, para verdiler. Ama o parayla ne yapacağımızı öğretmediler. Mesela cami projemiz var şu an. Ama camide namaz kıldıracak hocayı da yetiştirmemiz lazım. Türkiye’den gelen vakıflar sorunları kökten çözme stratejisi izliyorlar. Sorun nasıl çözülür bunu öğretiyorlar. Ve hakikaten bizim sorunumuzun sadece para olmadığını ispatlıyorlar. Yani hiçbir yerden yardım beklemeden kendimizi nasıl geliştirebileceğimizi gösteriyorlar. Bu şekilde biz de, ileride başka ülkelere, başka insanlara yardım etmek istiyoruz.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Biz sizden çok yardım bekliyoruz. Sizlerin Afrika’ya, Gana’ya gelmenizle Müslüman olanlar, İslam’a bakışlarını değiştirenler, Müslüman olmasalar bile İslam’a iyi gözle bakanlar oluyor. Her sene gelmelisiniz. Hatta öğrencileriniz gelip yüksek lisans yapmalılar. Bu şekilde Afrika’yı daha iyi tanımış olursunuz.