
Erol Göka Kimdir?
1959 da Denizli’de doğdu. 1983’de tıp doktoru oldu. 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi olarak göreve başladı. Psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaştığı için ve popüler konularda çok fazla kafa yorduğu için kitapları çok satmakta ve ismi medya kuruluşlarında sürekli geçmektedir. 150’nin üzerinde bilimsel makalesi vardır. Psikoloji, Aşk, Geçimsizlik, Varoluş Psikiyatrisi, Ölüm ve Türklerin Psikolojisi üzerine yayımlanmış kitapları vardır.
"Türklerin Psikolojisi" isimli kitabınızda ne şovenizm kokusu aldım ne de kendi kabuğunu beğenmeme tavrını gördüm. Uçlarda değil yani, olması gereken yerde. Bu çok güzel bir şey fakat sorulması gereken şey sanırım şu, bizler uçlarda olmamayı başardık, itidali seçtik diyelim peki diğer insanlar, onları uçlarda olmaktan nasıl alıkoyacağız?
Teşekkür ederim çalışmamla ilgili güzel sözleriniz için. Sizin “itidal” dediğiniz pozisyona ben olabildiğince objektif bilimsel bir tavır alma diyorum. Bilim insanı olarak bu objektif konumu terk ettiğimizde bilim de bizi terk eder, sıradan bir ideolog oluruz. Sizin “uçlarda” dediğiniz pozisyona da “fanatizm” adını verebiliriz. Fanatizmin kişinin kendi hayatından, yaşadığı toplumdan ve o toplumun tarihinden kaynaklanan birçok nedeni var. Bu nedenleri “Türklerde Liderlik ve Fanatizm” kitabımda uzun uzun anlattım ve bu çalışmayı yaparken ben de gördüm ki, bir toplumdaki fanatizmle baş edebilmek, hele hele fanatizmi önleyebilmek pek öyle her babayiğidin harcı değil. Baksanıza yıllardır iktidarlar değişiyor ama toplumumuzdaki fanatik özelliklerde zerre miskal değişiklik olmuyor. Toplumdaki uçlara savrulmayı, fanatizmi ve ondan köken alan şiddet davranışlarını önleyebilmek için hükümetleri aşan, çok uzun vadeye yayılan bir rehabilitasyon programı uygulamak lazım ama fanatizmden nemalanan bunca insan ve hatta devlet varken, bunun hayata geçirilmesini çok zor görüyorum.
Türk kimliğini, özelde Türk gençliğinin kimliğini nasıl tanımlıyorsunuz? En belirgin özelliklerimiz neler?
Biz, tarih boyunca Türklerin gösterdikleri değişime, çok dirençli davranış kalıplarına “Türk Grup Davranışı” adını verdik ve aynı adı taşıyan kitabımızda ve daha sonra “Türklerin Psikolojisi” kitabında uzun uzadıya bunları açıklamaya çalıştık. Bu kitapları nasıl bir toplumun içine doğduklarını ve isteseler de istemeseler de hangi özelliklere sahip olacaklarını görmek isteyen tüm gençlere ısrarla öneririm. Kısaca söyleyecek olursak: Hâlâ büyük ölçüde göçebe-çoban-savaşçı bir toplum olmanın temel özelliklerini korumamız; kültürümüzün gösterişe, şatafata, itaate, yazıya değil söze dayalı olması; kadın-erkek ilişkilerinde dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen kendine özgü tutumlar sergilememiz; mafiyöz oluşumlara çanak tutan segmenter toplumsal yapımız; uygarlıklara kolay uyum sağlama yeteneklerimiz; tarihin en yüksek dinsel hoşgörüye sahip toplumu olmamız, hiçbir zaman dinsel fanatik ve ırkçı davranış kalıplarıyla hareket etmememiz; İslamlaşma süreci de dahil olmak üzere her zaman Eski Türk Dini’ne bağlılık göstermemiz hep kendine özgü bir nitelik taşıyan bu ortak davranış kalıplarından bazıları.
Bu grup davranışlarımız nedeniyle hâlâ tam kentli olamadık, büyük kentlerimizde bile oradan oraya göçüp duruyoruz. Dilimizi “mal canın yongasıdır” gibi hayvancı özelliklerimizden kaynaklanan deyimler dolduruyor. Savaşçıyız, toplumsal sorunların çözümünde savaşçı bir zihinle hareket ediyoruz. Gösteriş ve şatafata düşkünlüğümüz nedeniyle her alanda inanılmaz israf manzaraları sergiliyoruz. Hâlâ kişiye bağlıyız, parti-içi demokrasiyi bile hayata geçiremiyoruz. Soy-sop davası almış yürümüş, sevmediğimiz insanlara “soysuz” diye küfrediyoruz. Kadınlarımıza, analarımıza davranışlarımız, onların toplum içindeki saygın yerleri yüzlerce yıldır övülecek durumda ama bir yandan da abartılı erkeklikten, maçoluktan vazgeçemiyoruz. Batının teknolojisini neredeyse onlardan da hızlı benimsiyoruz ama bir türlü modern, hukuk ilkelerine göre hareket eden bir yaşama tarzı kuramıyoruz; her yerden mafya fışkırıyor, hemşericilik, iltimas, adam kayırma almış yürümüş. Düşünceye, düşünce adamına önem vermiyoruz. Dinle biraz daha yakından ve fazlaca ilgilenenlerimize sanki onlar birer şamanmış gibi davranıyoruz. Dini tutumlarımızın çoğunu İslam değil Eski Türk Dini belirliyor, yatırlara bez bağlamaktan tutun da piknik merakımıza kadar her yerde eski dinden emareler var. Daha devam edeyim mi, bıraksanız bu konuda sabaha kadar konuşabilirim, siz en iyisi kitaplarıma bakın.
Başarısız ve sağlıksız olan gençlerimiz değil, eğitim sistemimiz. Hâlâ ÖSS derdimizi halledemedik. Bana göre dünyanın en büyük gençlik cezaevi ülkemizde bu ÖSS yüzünden. Zira en azından iki yıl liseli gençlerimiz başka hiçbir işle ilgilenmeksizin yalnızca soru çözmeye çalışıyorlar, dershane-ev-okul üçgeninde yaşayıp gidiyorlar.
:) Biraz daha devam edebilirsiniz.
Unutuyordum. Bu saydığım özellikler, temel olarak Türklerde, kadınlarda da erkeklerde de fark etmiyor, hepsinde şu veya bu ölçüde var; aynı şekilde çocuklarımız, gençlerimizi de bu kalıplara uygun olarak yetiştiriyoruz, yarın yetişkin olduklarında onlar da bu özelliklere sahip oluyorlar. Değişen tek şey, zamanın koşulları… Mesela bugün 50 yıl önceki teknolojide olamayan ileri teknoloji ürünü aygıtlara sahibiz, gelişmiş otomobillerimiz, bilgisayarlarımız var ama gösteriş ve şatafat kültürümüz aynı…
Bir de siz gençlerin kimliği diye soruyorsunuz, ben sorunuza kendi çalıştığım alan olan “tarihsel psikoloji” açısından cevaplar veriyorum. Bu arada elbette tüm dünya gençleri gibi bizim gençlerimiz de kendi bireysel kimlik arayışlarını sürdürüyorlar ve buna göre hem dünyadaki tüm moda akımlardan hem de ülkemizdeki toplumsal ve siyasal alt-üst oluşlardan şöyle ya da böyle etkileniyorlar.
GENÇLER BİZE GÖRE ÇOK BAŞARILI VE ÇOK SAĞLIKLILAR
Bu çalışmanız sonucunda Türk gençlik kimliği ile alakalı olumsuz birçok şey ile karşılaştınız şüphesiz. Günlük hayattaki gözlemleriniz de cabası. Genel anlamda ülke gençliği hakkında ümitvar mısınız?
Umutsuzluğun büyük günah olduğunu, gençlerden umutsuz olmanın çok çok daha büyük günah olduğunu düşünürüm. Gençler, tarihin her döneminde en sahipsiz ve en çok eleştirilen, günah keçisi yapılan toplum kesimi olmuştur. Şimdi de öyle. Büyüklerimiz biz gençken tüm suçları, belaları bizim getirdiğimizi, yoldan çıktığımızı söylüyorlardı. Biz de büyüyünce aynı şeyi gençlerimize yapıyoruz.
Neymiş efendim, gençler öz-benliğimize ihanet içindelermiş, uyuşturucu batağına düşmüşler, artık bizi biz yapan değerlere önem vermiyorlarmış, batı kültürüne boyun eğmişler… Bunların hiçbirine inanmıyorum. Gençlerimizi yetişkinlere göre her bakımdan çok daha masum buluyorum. Gençlerimizden çok memnunum, özellikle bizim lise zamanlarımızla karşılaştırdığımda, onları her bakımdan daha olumlu bir eğitim ortamında görüyorum. Onlar da bunun hakkını veriyorlar zaten, bize göre çok başarılılar ve çok sağlıklılar. Başarısız ve sağlıksız olan gençlerimiz değil, eğitim sistemimiz. Hâlâ ÖSS derdimizi halledemedik.
Bana göre dünyanın en büyük gençlik cezaevi ülkemizde bu ÖSS yüzünden. Zira en azından iki yıl liseli gençlerimiz başka hiçbir işle ilgilenmeksizin yalnızca soru çözmeye çalışıyorlar, dershane-ev-okul üçgende yaşayıp gidiyorlar. Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketlerden birisi bu; gençlerini sanattan, spordan, insan ilişkilerinden mahrum etmek… Gençlerimizin geleceğiyle ilgili yine de kaygılı değilim zira eğitim yöneticilerimizin önemli bir kısmı, bu gidişin felakete doğru olduğunu gördüler ve önlemler düşünmeye başladılar. Önemli olan, düşünmeye başlamaktı, bunu yapan yöneticilerimiz var, mutlaka şimdikinden çok daha iyi olacak çözümler bulacaklardır.
İmkanlar müsaitken hâlâ dâhi insanlar çıkaramamamızın nedeni nedir sizce? Neden büyük buluşlar yapamıyor ve yepyeni bir şey ortaya atamıyoruz?
Elbette bizim ülkemizin insanları arasında birçok üstün zekalı, “deha” düzeyinde olanları var ama biz hem modernleşme trenine çok geç bindiğimiz hem de sözlü kültürden yazılı kültüre geçemediğimiz hem skandal düzeyinde hatalı eğitim politikalarımız nedeniyle bilimin, sanatın ve sporun önemine uygun olarak çocuklarımızı, gençlerimizi yetiştiremediğimiz için dünya bilim ve teknolojisine yeterince katkıda bulunamıyoruz.
MODERNLİK BİR İNSANLIK HÂLİ
Bir konuşmanızda “nasıl kendimize özgü İslamlaşmışsak yine kendimize özgü bir modernleşme gerçekleştireceğiz” diyorsunuz. Bu gerçekleşti mi sizce yoksa bir umut cümlesi miydi? Kendimize özgü modernleşmenin sınırları nelerdir?
Her toplum yeni bir dini benimsediğinde onu bu dini benimsemeden önceki inançlarına ve kültürüne göre benimser, onları bir anda silip atamaz. Kendimize göre İslamlaşmak derken bunu anlatmaya çalışıyorum. Biz Türklerin kendimize özgü bir dilimiz, kültürümüz, gelenek ve göreneklerimiz ve İslam-öncesine ait Eski Türk Dini dediğimiz inançlarımız vardı, İslamlaşmamız boyunca İslam bu inançlarımızı, bu inançlarımız da İslam algımızı etkiledi. Kendine özgü modernleşme hem bununla ilgili hem de apayrı bir konu. Müslümanlar olarak 18. Yüzyıldan itibaren batıdan gelen modernleşme dalgasıyla karşılaştık ve modernliğin meydan okumasına karşı başarılı bir biçimde direnemedik, biz de tüm dünyayla birlikte modernleşmeye başladık. Bugün daha iyi anlıyoruz ki, modernlik her ne kadar batıdan başlasa da bir insanlık hâli. İnsanlar ve toplumlar modernliğin bireycilik, akılcılık ve bilime-teknolojiye eğilim gibi düsturlarını kendilerine göre hayata geçiriyorlar. Biz de hem kendi tarihsel kültürümüzden hem de karşılaştığımız uygarlıklardan ve özellikle bin yıl bayraktarlığını yaptığımız İslam uygarlığından etkilerle modernleşiyoruz, bu hem sıkıntılar hem de bambaşka imkanlar ortaya çıkarıyor. Bana öyle geliyor ki, milletimizin sahip olduğu imkanlar, kendine özgü modernleşmeyi sağlıklı biçimde sürdürmemiz halinde, batılı modernliğin sıkıntılarından da insanlığı kurtarabilecek potansiyeller taşıyor. Ama daha yolumuz çok uzun…