Başörtülü yazarların pek çoğu bir “abla” kontenjanını tek başına doldurmaya kâdirler. Garip bir şekilde onlar ile mesajlaşırken ilk hitabınız falanca hanım iken ikinci hitabınız abla oluverir. Ve bunu onlar garipsemezler, siz de garipsemezsiniz.
Ramazan’da iftar programlarından birini izliyorum. Programa bir yazar konuk olmuş. Kur’ân’ı Kerim okunuyor ve yazar gözyaşlarını tutamıyor. O ağlayınca ben de ağlıyorum. Konumuz işte bu. Basit, net, pürüzsüz…
Aslında olayların anlatımı bu kadar basittir. Ama zemini, durduğunuz yeri tırtıklı hale getiren olaylar değildir. Durumlardır. Sizi o olayın üzerinde durmaya, düşünmeye çözümlemeye, başlangıcından sonucuna kadar bir yelpaze açıp her yönü ile ele almaya iten “hâl”dir. Hallerdir. Hallerimizdir. Bu yüzden basit bir olayın içimizde bin bir köşeye dokunan katmanlı hallerini aktarmak için yazarız.
Buna cahilin noktayı büyütmesi mi diyorlar? Öyleyse noktayı büyütmeye, olayı “hal”letmeye, konuyu dağıtmaya başlayabilirim.
İnsanlara gün içinde milyonlarca soru gelebilir. Güneş ışığından, karıncaya kadar her ne varsa insan için soru kılığına girebilir. Bu ayrı bir konu. Diğer yandan sosyal medyada “zihni semelik doktorası” yapıyorsanız herkes bir tuş bir tık ile bahtsız posta kutunuzu soru cümleleri ile doldurabilir. Şimdiye kadar pek çok ilginç soru aldım. Onları size aktararak sırlarımı ifşa edecek değilim. Ama bana en çok sorulan soruyu yazabilirim: “Hangi yazarı takip ediyorsunuz?”
Dikkat edin soru “hangi yazarı seviyorsunuz” şeklinde değildir. Çünkü takip etmek günümüz bakış açısını ve yeni okur geleneğini en iyi yansıtan ifadedir... İnsanlar yazarları takip ederler. Çünkü toplumda milliyetçi, solcu, über liberal kim varsa kendilerini onlardan gayrı görmek istemezler. Çünkü takıldıkları platformlar, sosyal ortamlar onları her görüş ve konu hakkında fikir beyan etmeye zorlamaktadır. Takip edilen takip edilir. Ama sevmek bambaşka bir şeydir. Herkesi takip edebilirsiniz ama ancak birkaç kişiyi sevebilirsiniz. Bu soru bana her sorulduğunda ben de içten içe kendimi şu soruya cevap ararken bulurum: “İnsan bir yazarı neden çok sever?”
İnsan bir yazarı kendi içinde yankılanan düşüncelerine tercüman olduğu için sevebilir ya da kendisine bir şeyler öğrettiği için. Misal sevmediğiniz insanların ipliğini pazara çıkaran yazarları sevebilirsiniz. Ya da birilerine ağzının payını vermeyi iyi bilen yazarları. Yaşayış şekli yaşayış şeklinize uymasa da bazılarını iyi edebiyat yaptığı için de sevebilirsiniz. Ya da tam tersi bazılarını sadece başörtülü oldukları için de sevebilirsiniz. Bunların hepsi olabilir. Misal ben Cihan Aktaş’ı, Yıldız Ramazanoğlu’nu buna benzer sebepler yüzünden sevebilirim. Ama hiçbiri sevgimin tam olarak açıklaması olamaz. İçimde sağa sola çarparak ilerleyen kelimeler onlara dokunduğum an yatağını bulup sakinleşiyor, bu da bir sebep olabilir. Hayatın getirdiği yükü onurlu bir şekilde sırtlarında taşımalarına da özeniyor olabilirim. Ama tüm bunlar onlara olan sevgimi açıklamaya yetmez.
Son günlerde onları neden sevdiğimi buldum diyebilirim. Belki komik bulacaksınız ama onları en çok abla diye hitap edebildiğim için seviyorum.
Başörtülü yazarların pek çoğu bir “abla” kontenjanını tek başına doldurmaya kâdirler. Garip bir şekilde onlar ile mesajlaşırken ilk hitabınız falanca hanım iken ikinci hitabınız abla oluverir. Ve bunu onlar garipsemezler, siz de garipsemezsiniz. Entelektüel bakışın, bilginin azametinin, yorum gücünün o insanı yücelttiği anlarda bile garip bir şekilde sizin seviyenizde durur bu yazarlar. Dolmuşta önde otursalar para uzatma talebinizi geri çevirmeyeceklermiş gibi. Ablamızın annemizin yüzünü kazıyıp o örtünün içine bu hanım yazarların yüzlerini oturtmakta bir beis görmeyiz. Değil midir ki annelerimiz ve ablalarımız başörtüsüne bürünmüş bir güven abidesidir, işte varlıkları ile içimizde yekinen bu yazarlar da o derece güven telkin ederler. Vicdanlarıyla elimizden tutup bizi düzlüğe çıkarırlar çoğu zaman… Hem Müslüman olmanın hem de insan olmanın gereklerini yerine getirmek adına çabalar dururlar. Seni istatistik, sayı, miktar olarak nitelendirmezler. Senin varlığın onların varlığını disipline eder çünkü.
Ayrıca sizi önemserler. Misal Fatma Barbarosoğlu sırf okuyucuları istedi diye resmini yayınlamıştı. Başörtüsü yasakları ile mağdur olan okuyucuları “yalnız kalmak istemiyoruz, sizin örtülü resminizi görmek bize güç verir” deyince prensiplerini rafa kaldırmıştı. Pek çoğumuzun öz annesi ablası desteğini çektiğinde yaşlı gözlerle eteklerine tutunup ilerlediğimiz hanımlardır bu yazarlar. Verdikleri eserlerde acılarımızı sevinçlerimizi gördüğümüzde, abladan da ötedirler. Chuck Palahniuk yazmak üzerine 12 kuralını açıklarken diyor ki “gerçekten sizi derinden etkileyen konular hakkında yazın.” İşte bu yazar ablalarla derinden etkilendiğimiz konular paydasında buluşuyoruz daima. Bir ara “başörtülü yazar kontenjanı” diye bir durum ortaya atılmış ve sadece şekilleri yüzünden bu hanımlara yazı yazdırıldığı iddia edilmişti. Oysa onlar sadece derinden etkileyenler kontenjanında olabilirler.
Diğer yandan çok satanlar listesinde yukarılara tırmanan başka yazarlar da var. Malumunuz. Evimin yan tarafındaki ilköğretim okulunun çıkardığı bir dergi elime geçmişti. Okulun en çok okuduğu romanı söylesem inanamazsınız. Dizi toplumu olmamıza kızanlar, zevk ve estetik kategorilerimizin seviyesine kafayı takanlar sebeplerini uzakta aramasınlar derim. Üstelik Canan Tan’a Nermin Bezmen’e hatta Elif Şafak’a içimden bir kere bile abla demek geçmemiştir. Hanımdır onlar. Temkinli, ulaşılmaz. Yazdıkları ile değil tavırları ile ulaşılmazdırlar. Dolmuşta para uzatmalarını isteseniz: Uzatmazlar. Dolmuşa binmezler çünkü. Biniyorlarsa da ben görmedim hiç. Sorun binip binmemelerinde de değil. Sorun bıraktıkları izlenimde.
Her neyse o iftar programında gözyaşı döken yazar Sibel Eraslan’dı. Normaldi. İftar vakti, süper bir Kur’ân tilaveti, müthiş bir ses düzeni, manevi bir mekan insanın göz yaşlarını çözebilirdi. Ama çözemediğim benim neden ağladığımdı? Eğer okunan ayetlerden etkilendiysem neden o gözyaşlarını görene kadar tek damla akmamıştı. Eğer ağlamak bulaşıcıysa aşağıdaki yaşlı komşum her gözyaşı döktüğünde benim de bi kere ağlamış olmam lazım değil miydi? O da değil. Demek ki sevdiğiniz değer verdiğiniz bir insanı etkileyen ne varsa sizi de etkiliyor. Kendinizi onda gördüğünüz için hareketlerine eşlik etmeye çabalıyorsunuz. Müminler müminlerin aynasıdır hadis-i şerifinde olduğu gibi. Ayna sırra kendinden bir suret daha işleyiveriyor. Hani bazı ressamlar portre yaptıkları zaman ona bir ayna tutarak portrenin ters duruşunda kusurları görebilirlermiş ya ancak. Tıpkı onun gibi. Portremize tutulmuş aynalardır bu ablaların her biri.
Velhasıl ufaktan kalem oynatan acemi bir yazar olarak kararımı vermiş bulunuyorum. Yükselişi engellenemez ulaşılamaz bir yazar olmaktansa ağladığımda ağlayacağını bildiğim üç beş okurum olsun yeter.
Ve son olarak diyorum ki: Ey üç beş metrekarelik alanda, havasız ve tozlu bir ortamda sıkışık bir şekilde ilerlerken dolmuş ücretini şoföre ulaştırmaya çalışan okuyucum: Koy onu cebine burada senin paran geçmez!
:)