“Bir ülke düşünün ki, adını herkes başka türlü söylüyor. İngilizce kullanımda Burma, Fransızca kullanımda Birmanya, resmi kullanımda da Birleşik Myanmar Cumhuriyeti olan ülkeden söz ediyoruz. 1974’de adı Birmanya Sosyalist Cumhuriyeti, 1988’de Birmanya Birliği olmuş, son adını 1989’da kazanmış. Bangladeş, Çin, Hindistan, Laos ve Tayland arasından Bengal Körfezi’ne uzanan 58 milyonluk Burma…”
Beril Dedeoğlu, bu sözlerle tanıtıyordu mesafesi uzak acısı büyük bu ülkeyi. Biz de acının merkezini baz alarak yazımızda Arakan diyeceğiz, isimlerin, cisimlerin, milletlerin, sınırların hiçbir anlam ifade etmediği şu kanlı günlerde…
Abartısız dünyanın her bölgesinde Müslüman kanı akıyor şu günlerde. Elinizi haritada gezdirin ve “şurada Müslümanlar hayatlarından memnun” deyin bakalım. Yok böyle bir köy, kasaba, ilçe, il, yok yok yok…. Kudüs’te, Halep’te, Tahrir’de, Paris’te, Türkistan’da... Ya başkası zulmediyor ya da kendi kendilerine zulmediyorlar.
Arakan da bu zulmün zirveye ulaştığı, genç yaşlı demeden, kadın erkek ayırmadan insanların hunharca katledildiği, tecavüze uğradığı, boğazlandığı bir diyar. Akan kan artık o derin vadilere, bataklıklara sığmadı ve dışarıya sızdı. Allah (c.c) dışarıya sızdırttı. Bizler görelim, duyalım, duymakla kalmayalım harekete geçelim, aktifleşelim ve ümmetin sınırlarının olmadığını tüm dünyaya gösterelim diye O, kanı dışarıya, dizlerimizin dibine kadar sızdırttı…
İnsanlığın ayakları Arakan’dan sızan bu kana battığı halde, yine görmek isteyen cesaretle başını eğip bakıyor, görmekten korkan zavallılar da o gururlu acziyetleriyle başlarını tavana doğru kaldırmaya devam ediyorlar. Biz Hak’tan Hak için korkanlar, Filistin’de, Bosna’da, Bağdat’da, sesimizi yükselttiğimiz gibi, Arakan’da da var gücümüzle haykıracağız. Bu çığlığımızın meyveleri hükmünde olan yazılar ile toplumu uyandırmaya çalışacağız. A Haber Editörü Fatih ER ile yaptığımız bu söyleşiyi de çığlığın bir dalgası olarak sizlerle paylaşıyoruz….
Arakan’a gitmeden önce kafanızda orayla ilgili tahmin ettiğiniz bazı manzaralar vardı. Orayı gördüğünüzde hayal ettiğinizden daha mı kötü bir manzarayla karşılaştınız yoksa, “abartıldığı kadar değilmiş” mi dediniz?
Arakan aslında ülke gündeminde çok yeni... Sosyal medyada çok sık konuşulmaya başlayınca görsel ve yazılı medyanın da dikkatini çekti. Ben Arakan’ın varlığından haberdardım. Geçtiğimiz yıllarda bölgedeki Budistler ve Müslümanlar arasında çatışmaların yaşandığını biliyordum, ancak durumun vehameti hakkında çok fazla bilgiye sahip değildim. Arakan bölgesine geçmenin kolay olmayacağını biliyordum onun için Burma, yani yeni adı ile Myanmar üzerinden ulaşılamayacağını tahmin ediyordum bu yüzden de Bangladeş’e gittim.
Ülkenin güney ucunda Arakan il sınırının olduğu kente ulaştığımızda, Naf nehrinin kenarına kurulmuş mülteci kampı, hayalimizde canlandırdığımız kamplardan çok farklıydı. Ben, 15 yıllık meslek hayatımda onlarca mülteci kampında haber yaptım, ancak böylesini görmedim. Kamp, gelişi güzel barakalarla istiflenmiş durumdaydı. Kamptaki insanlar genel insani ihtiyaçlarını dahi karşılayacak imkanlara sahip değiller.
Bu bahsettiğim kamp Bangladeş’in sınırları içerisindeydi. Naf nehrinin karşı sınırında, yani Arakan kıyılarında manzara bundan daha beterdi. İnsanlar Arakan kıyılarında bataklığın içindeki barakalarda yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Bu Müslüman halkın katliam, zulüm, ve işkenceden hatta tecavüzden kaçışlarını bizzat gözlerimle görüyordum. Bu kaçış manzarası kafamızdaki bütün ezberlenmiş bilgileri bir anda sildi. Düşünsenize 21. Yüzyılda dünyanın demokrasi ve eşitlik naraları attığı bir dönemde kadınlar tecavüze uğramamak için bataklıklara, ormanların en kuytu köşelerine, pisliğin içine sığınıyorlardı. Bu zulüm karşısında insana sığınmaları gerekirken, pisliğe sığınıyorlarsa bizlerin biraz tefekküre ihtiyacı var demek... Tüm bunları söylememe rağmen, 8 günlük haber gezisi süresince gördüklerim sadece buz dağının tepesinden ibaretti.
Arakan’a giden heyetten bir kişi şunları anlatmıştı “Yaşlı bir teyzeye Türkiye’deki Müslümanlara bir mesajın var mı diye sormuş. Teyzenin cevabı şöyleymiş: ‘‘Dünyada bizden başka Müslüman var mı?’’ İslam alemi bundan ne çıkarmalı?
Bu, 21. yüzyılda İslam ülkelerinin Ümmet bilincinden ne derece uzaklaştıklarının en net göstergesi… Yaşlı kadının söylediğinden onun cehaleti değil, bizim vurdumduymaz ve umursamazlığımız anlaşılmalı. Ancak Türkiye, son dönemde İslam dünyası ile ilgili ortaya koyduğu tavır ve performansla inşallah Müslümanlar arasındaki bu kopukluğu uzun vadede sonlandıracaktır. Türk heyetinin bölgeye ziyaret gerçekleştirmesi, yardım kuruluşlarının yaşanan drama hemen el atması bu değişimin başlangıcı olarak gösterilebilir. Umuyorum ki Türkiye önümüzdeki süreçte çok daha farklı pozisyonlarda İslam dünyasına sahip çıkacaktır.
Medyanın bu olayların dünyaya duyurulmasındaki etkisi nedir? Acılar medyanın tekelinde midir?
Görsel, yazılı ve sosyal medya dünyayı tam anlamı ile büyük bir köy’e çevirdi. Dünyanın en küçük noktasından servis edilen bir haber saatler içerisinde milyonlarca insana ulaşmaya başladı. Arakan’da yaşananların bir anda ülke gündemine oturması, yardımların bölgeye hızla gönderilmeye başlaması ve hükümet düzeyinde temasların organize edilmesinde medyanın gücü yadsınamaz. Ancak oradaki dramı şimdilik İslam ülkelerinin medyası gündeme getiriyor. Batı her zaman olduğu gibi konuya önyargı ile yaklaşarak, olaya dini ve etnik açıdan bakıyor ve bu dramı gündemine almamakta ısrar ediyor.
Ben de bir basın mensubuyum. Uzun yıllardan beri yaptığım her işte duygularımdan arınarak tarafsız bir şekilde habercilik yapmaya çalıştım. Duygusal biri de değilim ancak o gece Arakan’dan kayıkla kaçarak gelenlerin haberini yaparken ağladım. Bu insanlar daha iyi şartlarda yaşamak için kaçmıyorlardı, sadece zulümden kaçıyorlardı... Ölüm o insanlar için kurtuluş olmuş durumda... Dünya bu manzara karşısında dilini yutuyorsa varlığını sorgulamalıdır…