
Türkiye’de izcilik konusundaki otorite isimlerden birisi olan, dört tahtalı uluslararası izcilik ve gençlik eğitimcisi ve aynı zamanda Uganda`da gönüllü çalışmalar yapan Dr. Mehmet Emin Bey ile izciliğin gençlerin manevi dünyalarına tesirlerini ve ahlak eğitiminde izciliğin imkânlarını konuştuk.
zcilik nedir? Amaçları nelerdir?
İzcilik, başta Allah’a karşı vazifelerinin farkında olan, dünyaya niçin geldiğinin idraki içerisinde yaşayan, sonra vatanına ve tüm insanlığa karşı sorumluluklarının bilincinde olan, kendi kendine yetebilen, asalak olmayan, güçlüklerle baş edebilen, ahlaklı, erdemli, terbiyeli, haysiyet sahibi, karakterli insan yetiştirme sanatıdır. Bir kimsenin izci olabilmesi ve izci fularını takabilmesi için ilk önce uluslararası izci yemini etmesi gerekmektedir. Bu yemini yapmayan bir kimse izci olamaz. Bu yemin de şu şekildedir: “Allah’a ve vatanıma karşı vazifelerimi yerine getireceğime, izcilik töresine uyacağıma, başkalarına karşı yardımda bulunacağıma, kendimi bedence sağlam, fikirce uyanık ve ahlakça dürüst tutmak için elimden geleni yapacağıma şerefim üzerine ant içerim.’’ Bu yeminden de anlaşılacağı üzere izciliğin en önemli kaidesi Yüce Allah’a karşı vazifelerimizi yerine getirmektir. Diğer hususlar ise ondan sonra gelir. İzcilikte inanç boşluğuna yer yoktur. Fakat ne yazıktır ki ülkemizde ideolojik yaklaşımlar yüzünden izciliğin bu yönü hep gizlenmek istenilmiştir. Türkiye’nin Dünya İzcilik Teşkilatı’na 1950’ye kadar girememesinin sebebi de budur. Çünkü o tarihe kadar yöneticilerimiz; ‘‘Biz Laikiz, Allah’a karşı vazifeler de nereden çıktı?’’ diyerek izcilik yeminini reddetmişlerdir. Bundan dolayı da bu teşkilata üyelikleri kabul edilmemiştir. 1950 yılında bu yemin kabul edilmiş ve böylece Türkiye izcileri merkezi Cenevre’de bulunan Dünya İzcilik Teşkilatı’na üye olarak kabul edilmiştir. Bugün ise ideolojik baskıların ortadan kalkmasıyla izcilik gerçek mecrasını bulmaya başlamıştır. Bundan sonra inşallah Başbakanımızın “dindar gençlik” idealine ulaşmamızda bu teşkilat önemli bir rol oynayacaktır.
İzciliğin insana ve tabiata bakışı nasıldır?
İzcilik insanı yaratılışı itibari ile bulunduğu tabii çevre ile birlikte algılar ve onu böyle kabul eder. Bu nedenle tabii çevreyi insanın yetişmesinde kilit bir konumda görür. İnsan yetiştirmede tabii çevrenin her türlü imkanından faydalanmaya çalışır. Tabiattaki zor şartlara karşı fertleri eğitir. Mesela ona gece yarısı yıldızlara bakarak yönünü ve kıblesini bulmayı öğretir. İzcilik insanı yaşadığı tabii çevre ile birlikte algıladığı için tabiatı korumak, hayvanları sevmek, natürel beslenmek gibi prensipleri de bir ilke olarak ortaya koyar. Böylece de fertlerin çevreyle barışık olmalarını temin eder. Ayrıca izci tabiatta kendi kendini idare etmeyi öğrenir. Bizim “Hayk” dediğimiz “hayatı idame ettirme sanatı” diye bir çalışmamız vardır. Bu çalışma sonunda izci çevre şartlarını kendisine en uygun hale getirme becerisini kazanır. Çevre ile iç içe olmak, tabiatla barışık olmak insan fıtratına da uygun bir yaşam şeklidir. Oysa günümüzde betonlaşma ile birlikte insanlarımız tabiattan uzaklaşmış ve kırdaki çiçeği böceği tanıyamaz hale gelmiştir. Bu da doğrudan doğruya insan sağlığını olumsuz etkileyen bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. İzcilik bir taraftan çevreyle etkileşimini yitirmeyen fertler yetiştirirken bir taraftan da ferdin iç dünyasını geliştirmeye çalışır. Mesela izciliğin temel faaliyetlerinden birisi, gece yürüyüşü ile birlikte yapılan tefekkür dersidir. Tefekkür dersinde izci kâinat içinde kendinin bir parça olduğunu ve nereden gelip nereye gideceğini düşünür. Bu izciliğin olmazsa olmazlarındadır.
Gençlik açısından izciliğin müspet tesirleri nelerdir?
Yaratılış itibari ile gençlerin bir takım heyecanları, istekleri, eğilimleri ve duyguları vardır. Mesela bunlardan bir tanesi maceraperestlik duygusudur. İşte izcilik gençlerin bu ve benzeri fıtrî isteklerini düzgün bir yöne kanalize eder. Onların bu duygularını müspet bir şekilde tatmin eder. Onların keşfetme arzularını tabii ortamda tabii bir biçimde karşılar. Tabiatla iç içe olmak gençlerin sıkıntı, stres ve bunalımlarına karşı da iyi gelir. Bu bakımdan tabiat gençlik için aslında bir rehabilitasyon merkezidir. Kamplarda yapılan izcilik faaliyetleri gençlerin kendi yeteneklerini de ortaya çıkartıcı mahiyettedir. Genç kendi içerisindeki becerisini ortaya çıkartarak, kendine güven duygusu kazanır. Bunlar izciliğin gençlik için psikolojik faydalarıdır. Bunun yanı sıra gençlerin kaynaşmaları, dost olmaları, kardeşlik ve paylaşma gibi İslam’ın vermeye çalıştığı temel duyguları kazanmaları yönünde de izciliğin sosyal faydaları bulunmaktadır. İzcilik faaliyetlerine katılan gençlerimiz bir taraftan birlikte iş görme kabiliyetlerini geliştirirken, diğer taraftan da girişimcilik, katılımcılık ve cemaat olma gibi bir takım prensipleri kazanırlar. Müslüman ülkelerin ortaklaşa yaptıkları kamplarda ise Müslüman gençlerin kaynaşmaları ve ümmet bilincini kazanmaları yönünde olumlu tesirler söz konusu olmaktadır.
İzcilikte liderlik kurumunun önemi nedir?
Bizim liderimiz, önderimiz, rehberimiz ve Efendimiz; Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemdir. İzcinin en başta bu gerçeğin farkında olması gerekir. Bu nedenle bu hakikat izci kamplarında sürekli telkin edilmelidir. İzcilikteki liderlik ise eğitimcilik anlamındadır. Her türlü eğitimde bir eğitimcinin rehberliği esastır. İzci lideri ahlakî olarak örnek olmalıdır. İzci lideri, Allah’a karşı görevlerini yerine getirmek, toplumuna karşı sorumluluğunu bilmek, insana karşı saygı duymak ve onun haklarını gözetmek durumundadır. Yani izciliğin liderden beklentileri ile İslam’ın iyi insan tanımı arasında paralellik vardır. Hatta İsveç’te görüştüğüm Amerikalı Müslüman izcilerin lideri Said Bey’in dediğine göre izciliğin bütün esasları İslam’dan alınmıştır. Bazıları izciliğin din ile organik bir bağı olduğu gerçeğini görmek istemese de izciliğin yapısı buna müsaittir. Nitekim bazı Hıristiyan ülkelerinde izcilik faaliyetlerinin finansmanı kiliseler tarafından karşılanmakta, papazlar da izci lideri olarak görev yapmaktadır. Bizde de artık Diyanet İşleri Başkanlığı’nın izciliğin bu yönünü dikkate alması gerekmektedir. Gençlerimize manevi değerlerin aşılanması ve Müslüman ülke gençlerinin birbirini tanıması için bu çok önemli bir fırsattır.
İzcilik aynı zamanda bir tebliğ imkânı da sunuyor diyebilir miyiz?
Uluslararası izcilik ve gençlik eğitimcisi olmam hasebiyle senede birkaç kez yurt dışında kamplara katılıyorum. Bunlardan bir kısmı da Jambore dediğimiz büyük izci olimpiyatları… Geçen sene İsviçre’deki Jambore’ye katıldım. Bu organizasyona 164 ülkeden kırk bin genç ve eğitimci katılmıştı. Birçok ülkelerin izcileri, ülke tanıtımı adı altında Hristiyanlık propagandası yapıyorlardı. Mesela bir çadıra giriyorsunuz, bir kâğıt veriyorlar, diyorlar ki; “Hristiyanlık bilgilerini falan izciden öğreneceksin, o senin kâğıdına öğrendiğine dair mühür basacak, geleceksin bize hediyeni alacaksın.” Bu şekilde Hıristiyanlığın temel bilgilerini ve havarilerin adlarını öğretiyorlardı. Hediye dedikleri şeyler de ıvır zıvır şeylerdi. Biz de boş durmadık yanımızda taşıyabileceğimiz kadar çeşitli dillerde imanî eserler götürdük oraya ve oradaki gençlere bunları dağıttık. Bazı arkadaşlarımız çadırdan çıkmasalar da biz bunu bir imkân olarak gördük ve ne kadar çok insana ulaşabilirsek ulaşmaya çalıştık.
Afrika’da da izcilik faaliyetleri misyonerlikle iç içe değil mi?
Afrika’da izcilik teşkilatları birer Hristiyan kuruluşu olarak kurulmuştur. Bugün orada Müslüman izci teşkilatları yeni yeni kurulmaktadır. Afrika’da Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlar izciliği ya sömürü için ya da misyonerlik için kullanıyorlar. Çinliler ve Koreliler ise ticari amaçlarla Afrika’da bulunuyorlar. Uganda’da yetmiş beş yaşında bir Amerikalı kadın izciyle tanıştım. Kendisine; “Sen burada ne yapıyorsun?” dedim. “Burada dinimi öğretiyorum” dedi. “Burada nasıl yalnız kalıyorsun” deyince yaşlı kadın; “Amerika’da kalıp torunlarıma ninni mi söyleyecektim?” dedi. Ve sonra da dedi ki: “Gelinim Azerbaycan’da damadım da Mısır’da hizmet ediyor.” Hizmet ediyor dediği şey ise misyonerlik çalışması… Bugün Hıristiyanlar Afrika’da cirit atıyorlar. İslam davetçilerinin de oraya gitmesi, onlarla yatıp onlarla kalkarak oradakilere dinimizi tebliğ etmeleri lazım. Biz acizane bunu oradaki kamplarımızda yapmaya çalışıyoruz. Uganda’ya en son gittiğimde oradaki Saul İsminde bir kardeşimiz Müslüman oldu ve Süleyman adını aldı. Nil’in çıktığı Cince bölgesinde yaşıyordu. Biz onun evinde de kaldık. Küçücük bir evi vardı, durumu içler acısıydı. Müslüman olduktan sonra oradaki misyonerler ona; “Sana ev ve araba verelim sen yine Hıristiyan ol” demişler. Ama o; “Dünyamı garanti etmek için ahiretimi riske atamam” demiş ve bunu kabul etmemiş. Yine geçtiğimiz sene Uganda’dan Zebra isminde bir hanım kardeşimizi davetli olarak Türkiye’ye çağırdık. O da Türkiye’de Eyüp Sultan müftüsünün huzurunda Müslüman oldu ve Zeliha Nur ismini aldı. Onunla birlikte Çanakkale Kampına da gittik. Bize orada dedi ki: “Ben bu Çanakkale’den çok etkilendim. Bizim ülkemize kolonistler gelse, biz bu kadar direnç gösteremezdik. Uganda’ya döndüğümde okulumun adını Çanakkale Şehitleri Okulu olarak değiştireceğim.”
Son olarak bize Kur’an okuttuğunuz için medyada olay yapılan Çanakkale kampınızdan da bahseder misiniz?
Çanakkale izci kampında hafız bir kardeşimiz Kur’an okudu, biz de dua ettik, âmin dedik. Yaptığımız şey, iki kere iki dört eder derecesinde doğru bir şeydi. Çanakkale’nin ve oradaki şehitlerimizin ruhuna en yakışan şekilde davrandık. Bunu iki ulusal gazete ve bir ulusal televizyon sanki büyük bir suçmuş gibi gündem yaptılar. Çanakkale’de Kur’an okutmayıp da ne yapacaktık? Eğlence mi düzenleyecektik? Yine gitsek yine aynı şeyi yaparız. Bundan dolayı vicdanen son derece rahatız.