Leyla ile Mecnun’u; ilk çıktığı andan itibaren büyük bir çıkış yakalayan, kendine ait değerlerinin olduğu ve bunları korumak için mücadele veren, her konuda çekinmeden haklı eleştiri yapabilen ve bunu yaparken de toplumla iç içe olan bir dizi olarak tanımlasak herhâlde abartmış olmayız. Cengiz Bozkurt da mahalle bakkalı rolünde. Fakat bunu tabiri caizse hinliğiyle, açık sözlülüğüyle, bencilliğiyle ön plana çıkartıyor. Samimi cevaplarıyla Cengiz Bozkurt’u sizinle baş başa bırakıyoruz:
Aytuğ Işık
izide cesur bir şekilde çok fazla gönderme yer alıyor. Sizi güçlü kılan biraz da bu gibi, ne dersiniz?
Sezon finalini Kireçburnu’nda seyircimizle birlikte izlediğimizde bir kez daha toplumun her kesiminden insanlar tarafından ne kadar sevildiğimizi anladım. Seyircimizin desteği ve bize gösterdiği muhabbet bizi çok mutlu ediyor ve çıtayı daha da yukarı çekmemizi sağlıyor. TRT ekranlarından TRT’yi bile ağır eleştiren bir tarzımız var ve seyircimiz bizim zaten bu hallerimizi seviyor. TRT yönetimine, Bülent Ata ve ekibine buradan şükranlarımızı sunmak isterim. Bize hiçbir müdahalede bulunmadan serbest bıraktılar, daha da ilerisi için teşvik ettiler ve iş bu hale geldi. Hem yerli filmlere hem de yabancı, özellikle de büyük gişe yapmış filmlere epey bir gönderme yapıyoruz. Bazen çok iyi sonuçlar verdiği oluyor; ama bazen de konuya sıkıştığımızda bizi idare ettirecek gücü veriyor. Çoğunlukla bizim de çok güldüğümüz göndermeler yapıyoruz.
Dizinin reyting sıralamasında gerilerde olduğunu görüyoruz. Ama tam tersine sosyal medyada çok fazla izleyiciye sahip. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biz TV dünyasının değil; kesinlikle internet dünyasının, sosyal meydanın işiyiz, onu biliyoruz. Reytingi yüksek değil; ama toplumda etkisi büyük bir diziyiz. Bunu sokaktan, gittiğimiz yerlerden zaten anlıyoruz. Gazi Üniversite’sindeki söyleşide TRT’den yetkili bir hanım dizinin reytinglerinin düşük olduğunu, herkesin gününde, saatinde, kanalında izlemesi gerektiğini söyledi. Bizden birisi de kaç kişi zamanında ve saatinde izliyor diye 500 kişilik tam dolu salona soru sorduğunda 50-60 kişinin eli kalkmıştı. Bizi internetten takip etmeleri beni hiç rahatsız etmiyor. Önemli olan öyle ya da böyle takip etmeleri.
Bizim kültürümüzde bakkalın yeri ayrıdır. Dizide bakkal-süpermarket çatışmasını da sıkça görüyoruz. Sizce bakkallar gerçek hayatta bu durumdan galip çıkabilir mi?
Anadolu’nun birçok yerinde bakkal hâlâ mahallenin nirengi noktasıdır; ama metropollerde maalesef aynı şeyi söylemek mümkün değil. AVM’ler ve süpermarketler hayatımızın tüm alanına girmiş; ama bir karşı savaşı da başlamış durumda. Kendimden örnek vermek gerekirse; mesela mahallemdeki aynı zamanda hemşerim olan bakkal Mehmet Abi her gün bana iki gazete ve süt ayırır. Kuruyemişçim, manavım, fırınım, kahvem, kafem hepsi mahallemdedir ve insanların birbirini tanıdığı, selam verdiği, sohbet ettiği her ortam bizim kültürümüze aittir. Sahiplenilmesi gerekir diye düşünüyorum.
“Leyla ile Mecnun” mahalle kültürünü, sokağın saf dilini ve insanların dayanışmasını çok fazla öne çıkartıyor. Daha önce de bu tarzda birçok dizi çekildi. “Leyla ile Mecnun’u” ayıran sizce nedir?
Bizim farkımız sadece olanı değil; kafalarımızdan geçirdiğimiz, olması gerekeni de dizimize yansıtmamız. Yani hayal kurmamız, göndermeler yapıp, seyircimizin ilişki kurmasını sağlayıp onları aktif hale geçirmemiz herhalde. Bir de bizi o mahalle dizilerinden ayıran şeyler yerel, yöresel ağız yapmamamız ve gülme efektleri kullanmamamız olabilir. Bir söyleşide ‘Leyla ile Mecnun evine girerken ayakkabılarını çıkaranların dizisidir’ diye biraz da sosyolojik bir saptama yapmıştım. O samimiyet benimsendi diye düşünüyorum.
Dizilerin sinemaya aktarılmasına nasıl bakıyorsunuz?
Bence dizimizi tamamen tüketip, nihayete erdirdikten sonra bir ara vermeli, sonrasında ekip bir araya gelip filmi çekmeli. Hem seyircimizin bizi özlemesi hem de bizim birbirimizi ve yaptığımız işi özlememiz lazım. İzleyicimize de böylesi bir ara daha iyi gelir diye düşünüyorum.
Sinema ve tiyatroyu karşılaştırırsak eğer, neler söylemek istersiniz?
Yeni sinemacılarımız sokakta, evde, okulda; yani akan hayatın sorunlarını, ikilemlerini, tartışmalarını, aşkını, beklentilerini beyazperdeye aktarmış ve bir reform gerçekleştirmiş durumdalar artık. Dünya sinemasında kendilerini ispatlayabilecek haldeler. Tiyatrocularımız maalesef güncel mevzuları, sokaktaki hayatı sahneye taşıyamadılar. Bunun nedenlerinden ilki oyun yazarı çıkaramamamız, ikincisi de “yönetmen tiyatrosu” ekolünün fazla etkisinde kalmamız. Yani sahnenin, yönetmenin zekâ ispat arenasına çevrilmiş olmasıdır. Zamanla alttan gelen genç, dinamik, yeni mezun arkadaşlarımızın yine kafaca kendini eğriltebilen orta yaşlı ve yaşlı oyuncularla oluşturacakları birliktelikler küçük oda tiyatrosu oluşumlarını ortaya çıkaracak, bunlar da daha heyecan verici büyük kumpanyalara dönüşebilecek zaman içinde. Güncel, hayatımızın içindeki mevzuları sahneye yansıtan metinler çıkarabilmemiz, sokakla sahne arasındaki yarığı kapatabilir. Böylelikle sinemanın yaptığı reformu biz tiyatrocular da yaşarız memleketimizde.
Teşekkür ederiz…
Ben “Leyla ile Mecnun’un” kamera önü, arkası, ofis çalışanları adına çok teşekkür ederim, bizi izlediğiniz ve sahiplendiğiniz için.