Halil İbrahim Paça
Hikâye ve sinema yazarı Suat Köçer ile Film Arası Dergisi’ni, Türk Sineması’nda gelenek ve kimlik meselelerini konuştuk…
Suat Köçer kimdir?
1980 Erzurum doğumlu. Ortaokul yıllarında hikâyeler yazarak başladığı yazma serüvenine, 2002’den itibaren İstanbul’da devam etti. Çeşitli ulusal dergilerde sürdürdüğü kültür sanat konulu yazılarının ardından, tamamen sinemaya yöneldi. Türk Sineması eksenli eleştiri, araştırma-inceleme ve röportajları ulusal gazete ve dergilerde yayınlandı. Film Arası isimli aylık sinema dergisini kurdu. Halen dergide yayın yönetmeni olarak görev yapıyor. Yazarın ‘Bu Ne Biçim Cumartesi’ isimli bir hikâye kitabı ve sinema yazılarından oluşan ‘Belki Şehre Bir Film Gelir’ isimli bir de sinema kitabı bulunuyor. İkinci hikâye kitabı ‘Dokuz Canlı Hikâye’ ise bu ayın başında piyasaya çıkacak.
Öncelikle bize Film Arası Dergisi’nin ortaya çıkış hikâyesini anlatır mısınız?
Sinema dergisi çıkarmak öteden beri hayal ettiğimiz bir şeydi. Sepya Yayıncılık’ı kurup, sinema kitapları yayımlamaya başlayınca, ücretsiz bir bülten çıkarıp, bir yandan yayınevinin kitaplarını tanıtmak, öte yandan bir sinema dergisinin de temelini atmak istedik. Dolayısıyla Film Arası, ilkin bir bülten olarak yola çıktı. Ancak daha ilk sayılarından itibaren büyük bir ilginin odağı olunca, ileri bir tarihte düşündüğümüz sinema dergisi projesini geriye alarak, 6. sayısından itibaren, bu ücretsiz bülteni ulusal bir sinema dergisine dönüştürdük.
Peki, neden Film Arası? Yani filmlerin öncesi ve sonrası varken neden ‘arası’? Özel bir hikâyesi var mı bu ismin?
Birçoğumuzun seyrettiği filmle ilgili olarak kanaatlerini paylaştığı ilk an, filme ara verildiği andır. Bu kısa süre içinde ayaküstü yorumlar yapar, ilk izlenimlerimizi paylaşırız. Ayrıca pek çok filmin de olay örgüsünün gelişmeye başladığı sahnelerin arifesidir bu an. Filme ara verilip, sinemanın ‘konuşulduğu’ bir zaman dilimi olması nedeniyle, dergiye Film Arası ismini verdik.
Çok genç bir yazar kadrosu var Film Arası’nın. Bu kadronun oluşum sürecini bizimle paylaşır mısınız?
Gülcan Tezcan ve Ahmet Toklu ile çıktık yola. Gülcan, basın camiasında çok güzel işlere imza atan, editörlüğünü yaptığı gazetelerde iyi işler çıkaran deneyimli bir gazeteci. Ahmet, sinema-TV mezunu, son derece yetenekli genç bir kısa filmci. Birkaç sayı içerisinde de Fatih Atlas, Regiman Deniz, Gökşen Aydemir katıldı aramıza. Sonrasında Abdulhamit Güler, Yeşim Tonbaz, Dilek Karataş ve Ayşe Şahinboy Doğan’ın katılımıyla daha iyi bir ekip haline geldik. Her geçen gün aramıza yeni arkadaşlar katılmaya devam ediyor.
Türkiye’de genel anlamda dergiciliği anlatın desek, tek cümlede nasıl ifade edersiniz?
Yayıncılığın idealist, yetim çocuğudur dergi.
Geçtiğimiz ay oyuncu ve yönetmen Yılmaz Erdoğan’ın Film Arası Dergisi’ndeki ‘ezan’ ile alakalı sözleri epey gündem olmuştu. Yılmaz Erdoğan’ın açıklamalarını ve medyanın bu konudaki yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yılmaz Erdoğan röportajı, en çok ses getiren röportajımız olmasının yanında, yaklaşık 15 gün boyunca medyanın gündemini işgal eden bir tartışmanın da kapısını araladı. Dergi olarak Yılmaz Erdoğan’ın düşüncelerine katıldığımız pek çok nokta vardı. Ancak bizi rahatsız eden şey, 4 sayfalık bir röportajdan paylaşılan bültenin, 3 satırından yola çıkılarak adeta bir linç kampanyasının başlatılmasıydı. Zaten konuyla ilgili olarak bir açıklama yapıp, meslektaşlarımızın bu konudaki tavırlarına gerekli tepkiyi de verdik.
Üzüldüğümüz diğer bir nokta da, sinema konusunda ortaya çıkan cehalet tablosuydu. Sinemayı yalnızca salona giderek film seyretmekten ibaret sayan, kendi ülkesinin sinema anlayışını düşünme, konuşma noktasında bu kadar yavan/bilinçsiz bir tutum içerisinde olan kitlenin çokluğu karşısında hayrete düştük. Demek ki birçok alanda olduğu gibi, bu alanda da kat etmemiz gereken çok uzun mesafeler var.
Yılmaz Erdoğan’ın açıklamalarını göz önünde bulundurursak, gelenek ve kimlik çerçevesinde Türk Sineması nerede duruyor?
Bana göre Türk Sineması kendi toplumunun gelenek ve yaşam biçimiyle ciddi sorunları olan, var olduğu günden bu yana bu çizgisini ısrarla sürdüren kimliksiz bir sinemadır. Bunu görmek için uzun uzadıya bir araştırmaya gerek yok. Sinemamızın geçmişine kısa bir göz atmak bile yeterli. Ne yazık ki öteden beri, toplumunu hor gören, bazı kalıplar üzerinden kendi toplumuna şekil vermeye çalışan, üstten bakışa odaklanmış problemli bir sinema anlayışı hâkim olmuş. Her ne kadar topluma ve toplumun kodlarına dair ciddi filmler çekilmiş olsa da, istisna olmaktan öteye geçmemiş bu filmler. Üstelik durduğu/durması gerektiği bir yerin yokluğuna dair herhangi bir sancısının olmayışı da işin asıl vahim tarafı.
Bu yoğun temponuzda bize vakit ayırdığınız için Genç Dergisi adına teşekkür ediyor, çalışmalarınızda kolaylıklar diliyoruz.
Ben teşekkür ediyorum.