Yetim sevindirmek onların gönlüne girmekle alakalı. Çok afedersiniz, yetimlere gösterilen sevgi hayvanat bahçesini gezerken hayvanlara gösterdiğimiz sevgi gibi olmamalı. Adam alıyor eline çocuğunu “hadi oğlum gidelim şunları bir görelim” diyerek çat kapı geliyor. Sanki bir manzara seyrediyor. Yetim ziyareti böyle olmamalı, onun da bir edebi olmalı.
Naci Öztürk Kimdir?
Naci Öztürk Balıkesir Gönen doğumlu. 1959’dan beri İstanbul’da yaşıyor. Yaklaşık 25 yıldan beri Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı’nda bulunuyor. Vakfın sosyal hizmetler sorumluluğunu yürütüyor. Yoksulu, ihtiyaç sahibini, yetimi bulup onlarla ilgilenmeye çalışıyor; bunun için Allah’a şükrediyor.
izinle yetimler konusunda konuşmak istedik. Duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Yetimi sevindirmek, sokakta giderken sadece cebine beş lira vermek değildir. Yetimi sevindirmek, ona anne-baba şefkatini göstermektir, şefkat kanatlarını açmak demektir. Şimdi okullara gittiğimizde gözlemliyoruz. Bazı çocuklar var kenarda dururlar, arkadaşlarıyla oynamazlar ve bu çocuklar genelde yaramazlık yapıp arkadaşlarıyla kavga ederler. Sorup soruşturduğumuzda bu çocukların çoğunluğunun bakım evlerinden gelen yetim çocuklar olduğunu öğrenirdik. Neden yapıyor bu çocuklar böyle peki? Okulda öğretmen soruyor: “Baban ne iş yapıyor?” O çocuk babasının ezikliğini yaşıyor. Boynu bükülüyor. Dışarı çıktığında bir şey almak istediğinde cebinde parası olmuyor yine boynu bükülüyor. Arkadaşlarının anne babası gelip çocuklarını sevdiklerinde yine bir eziklik hissediyor. Tüm bu yaşadıkları eziklikler birikip bir tepkiye dönüşüyor. Arkadaşı onu oyun oynamaya çağırdığında bile bunu ters bir hareket olarak algılayıp ona tepki verebiliyor. Aslında bu o yetimin yapmak istediği şey değil… İçindeki o eziklik onu o sertliğe itiyor. İşte yetimi sevmek ona şefkat göstermek onun bu duygularını rehabilite etmektir. Okulda anne babasının yokluğunu, dışarıda parasının yokluğunu o çocuğun üzerinden kaldırabilmektir yetimi sevindirmek. Ona sarılıp öpmektir…
Bu anlamda hepimiz sorumluyuz aslında değil mi?
Bakın güzel bir rivayet anlatayım size: Sarhoşun biri yolda giderken, düşerek çamurun içine giriyor. Çamurlanan ellerini temizlemek istiyor ama çevresinde bir şey göremiyor. Bakıyor karşıdan bir çocuk geliyor, çocuğu tutarak seviyormuş gibi yapıp ellerini çocuğa sürerek temizliyor. Yetim olan bu çocuk biri beni sevdi sanarak seviniyor, duygulanıyor ve Allah’a dua ediyor. “Yarabbi beni seven bu abiyi sen de sev” diyor. Sarhoş adam o gece bir rüya görüyor, rüyasında Cenabı Hak ona “Sen bir yetim sevindirdin, biz de seni sevindireceğiz ve kalbini temizleyeceğiz” diyor. Sarhoş kalkıyor ve tövbe ediyor. Yetimi sevindirmek böyle bir şey. Eğer bir sarhoş ellerini silmek için bile bir yetimin saçlarını okşarken bağışlanıyorsa samimi ve halis bir niyetle yetime gitmek ne büyük bir mükafatı celbeder siz düşünün…
Bir nevi yetim avcısı olmak gerekiyor…
Evet yetim avcısı olmak gerekiyor. Ama, geldik bir yetimin başını okşadık, “oh bu saçlarının sayısı kadar bana sevap var” deyip çekilmek olmaz. Belki o da vardır ama gerçek manada bir yetimi sevindirebiliyor musun? Onun içindeki kırgınlıkları tam manasıyla giderebiliyor musun, gidermeye çalışıyor musun? Önemli olan budur. Yetimi sevindirmek bu.
Bir şey daha anlatayım: Hacı babanın birisi torunlarına çarşıda elbise alacak. Bir mağazaya giriyor. Mağaza sahibine torununun boyunu tarif ederken mağazanın kapısındaki bir çocuğu göstererek “bunun kadar, hatta bu çocuğu getir ona giydir, ona olursa tamamdır” diyor. Mağaza sahibi kapıdaki çocuğu alıp giydiriyor, çocuk da seviniyor kendisine elbise verecekler sanıyor. Elbiselerin çocuğun üzerine uyduğunu gördükten sonra hacı baba “tamam, bunlar torunuma tam olur, şimdi bunları çıkarabilirsin” diyor. Gayrı müslim olan mağaza sahibi çocuğun sevincini görünce “tamam sen gidebilirsin, elbiseler senin olsun” diyor. O gece torunlarına elbise alan hacı baba rüyasında o gayrı müslim esnafın cennette Peygamber Efendimiz’e komşu olduğunu görüyor. Sabah aynı mağazaya giderek “dün çocuk elbise giymişti, parasını siz almamıştınız, o elbiselerin parasını ben vermek istiyorum” diyor. Mağaza sahibi “hacı baba senin gördüğün o rüyayı ben de gördüm, bugün de iman ederek Müslüman oldum, iman ettim. O parayı almam” diyor. İşte yetim sevindirmek böyle bir mesele…
Hadis-i Şerifte “Dul ve yetimlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihat eden veya gündüzleri nafile oruç tutup geceleri nafile ibadetle geçiren kimse gibidir.” buyruluyor. Hayra vesile olan hayrı yapan gibidir…
“Vesile insanı olmak” derdi bizim bir abimiz…
Evet aynen böyle. Bu odanın dili olsa da konuşsa. Bu odaya gelen insanlar ağlaya ağlaya geliyorlar, ağlaya ağlaya gidiyorlar. Gelirken ihtiyaçtan dolayı gözyaşı döküyorlar, yavrusuna bir şey alamadığı için ağlıyorlar.. Giderken bu ihtiyaçlarının giderilmesinden dolayı, bir ilaç, bir elbise, bir fatura parası aldığı için sevinç gözyaşı döküyorlar. Allah bize gerçek manada yetimi sevindirmeyi, garibin, fakirin fukaranın yanında olmayı nasip eylesin.
İstanbul’da bir kişi kötü yola düşerse bütün İstanbul ondan sorumludur. Bir kişi ondan o sıkıntısını giderirse bütün İstanbul’un sırtından bu yük kalkmış oluyor. Allah bize yetimi bulmayı yetimi sevmeyi onun yanında olmayı nasip etsin.
Yetimlerle özel olarak da ilgilendiğinizi biliyoruz efendim. O çalışmalardan bahseder misiniz biraz?
Benim ve ailemin ilgilendiği 30 – 35 yetim var. Üç tane yetim evi. Allah’ın bize bir lütfu bunlar. Bunları söylerken kişinin kendini övercesine söylemesi ahmaklıktır. Bu aynen “ben namaz kıldım, ben oruç tuttum” demeye benzer. Biz bunları anlatırken reklam olsun diye söylemiyoruz. Belki başka bir hayra teşvik olur diye yeri gelince anlatıyoruz. Yoksa bunlar bizim yapmamız gereken görevler. “Ben üç yetime, ben beş yetime baktım” meselesi değil. Bana ne, kendine yapıyorsun, başkasına yapmıyorsun denir adama. Nasıl fabrikada çalıştığında senin maaşını başkasına vermiyorlarsa burada da aynı kaide geçerli. Bu işler hep bize lütuf yani.. Sorduğunuz için anlatacağım şimdi:
Hanım anlatıyor, yetimleri ilk aldıklarında psikoloğa götürmüşler, psikolog “bunlar 5-6 sene sonra ancak toparlanırlar, kendilerine gelirler” demiş. 3 ay sonra bu çocukları yine aynı psikologa götürdüklerinde doktor “biz değil sizler doktorsunuz” demiş. 5-6 senede alınacak mesafe 3 ay içerisinde alınmış demiş…
Yetim sevindirmek onların gönlüne girmekle alakalı. Çok affedersiniz, yetimlere gösterilen sevgi hayvanat bahçesini gezerken hayvanlara gösterdiğimiz sevgi gibi olmamalı. Adam alıyor eline çocuğunu “hadi oğlum gidelim şunları bir görelim” diyerek çat kapı geliyor. Sanki bir manzara seyrediyor. Yetim ziyareti böyle olmamalı, onun da bir edebi olmalı. Mesela adam oğluyla geliyor ziyarete, o yetimlerin yanında, çocuk babasının boynuna sarılarak bir kez daha yetimlerin yüreğini yakıyor. Bunlara dikkat edilmeli, hatta çocukla beraber gidilmemeli gerekiyorsa. Sadece gidip, gördüm, ziyaret ettim demek için gidilmemeli. Böyle ziyaretleri de tasvip etmiyorum zaten. Bir eksiği tamamlama derdinde olacaksın sürekli. Bir ihtiyaç giderilmek için, bir fayda sağlamak için gidilmeli. Herkes maddi ve manevi gücü oranında yardım etmeli.
Keşke herkes bir yetime sahip çıkabilse. Bu işin reklamında değiliz biz. Önemli olan reklamını değil hizmetini yapabilmektir çünkü. Çünkü bu hizmet kendimize yapılmış bir hizmettir… Ve böyle bir hizmet şükrü gerektirir… Allah elimizdeki bu hizmet kapısını almasın. Son nefese kadar hizmet kapılarını açsın. İlla bir vakfa bağlı olmak gerekmiyor.. İçimizdeki bu duyguyu almasın Allah…
Son olarak paylaşmak istediğiniz bir-iki hatıra alabilir miyiz?
Mesela vakfımızın yardım ettiği ailelerden birinin büyük kızları, biz yardıma başlamadan önce kötü yola düşmüş. Ailenin küçük kızı ise bizim yardımlarımızla okudu, büyüdü ve Kur’an kursu hocası oldu. Birisi orada diğeri burada… Çok ibretlik… Akif diyor ya: “Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” Aynen böyle bu meseleler…
Diğer hatıram ise şöyle: Yardım ettiğimiz ailelere gönüllü olarak bakan doktorlardan birine bir gün ihtiyaç sahibi bir amcayı gönderdim. Doktor fakiri muayene ettikten sonra beni aradı. “Naci Bey, bir daha bana fakir hasta göndermeyin” dedi. Şaşırdım, sebebini sordum, anlatmaya başladı; “Bana gönderdiğin hastaların iç çamaşırları marka, ceketleri marka, paltoları marka, benim alamadığım elbiseler onların üzerinde var. Ben bu hastaları muayene etmek istemiyorum. Bir daha gönderme” dedi.
Bunun üzerine “Bundan sonra sen istesen de ben göndermem” dedim. “Senin bana itimat etmen lazımdı” diye de ekledim. Neden dedi. Anlattım: “Sana gönderdiğim hasta iç hastası mı? Evet. Verem mi? Evet. O adamın sırtındaki ceketi, paltoyu ve çamaşırı Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, kendi evinden getirip verdi. Bu adamın bunları giyme hakkı yok mu?”
Özür diledi ama artık iş işten geçmişti. Yani fakirin bir başkasının verdiği şeyleri giymeye hakkı yok mu? Dışardan bakıp yorumladığınız zaman hemen damgayı vuruyorsunuz: Şuna bak, nasıl fakir! Halbuki bu bir kıstas değil ki… Bizim vazifemiz gerçek ihtiyaç sahiplerini bulabilmek…
Bizim bakışımız şu şekildedir; İstanbul’da bir kişi kötü yola düşerse bütün İstanbul ondan sorumludur. Bir kişi ondan o sıkıntısını giderirse bütün İstanbul’un sırtından bu yük kalkmış oluyor. Allah bize yetimi bulmayı yetimi sevmeyi onun yanında olmayı nasip etsin.
Teşekkür ederiz efendim…
Ben teşekkür ederim. Şunu söylemek isterim size: Genç Dergi de gençlerle iç içe olarak, onların yanında bulunarak büyük bir hizmet yapıyor. Ben dergiyi takip ediyorum, etrafımdaki gençlerden dinliyorum, çok güzel yolda olduğunuzu söylüyorlar. Allah sizi bu yoldan ayırmasın… Rızası istikametinden ayırmasın, ne sizleri ne bizleri. Gönül ibremiz hep Allah’ın rızasını göstersin. Eğer orayı göstermezse yaptığımız her iş sakat… Bize doğruyu görmeyi, doğruyu yapmayı nasip etsin Allah.. Amin.