Ahmet Ekrem Kaya
Merve Kavakçı İslam, 28 Şubat sürecinde TBMM’ye seçilen ilk başörtülü milletvekili olarak ve sonrasında yemin krizi süreci ile ismi ön plana çıkmış bir siyasetçi olsa da diğer taraftan da bir akademisyen. Amerika’nın saygın üniversitelerinden George Washington Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyeliği yapıyor. Müslüman kadın konusu konuşulduğunda sadece milletvekilliği dönemi ile değil daha önceki dönemlerde yaşadığı tecrübelerle de akla gelen ilk kişilerden. Sözü daha fazla uzatmadan Kavakçı’nın müslüman kadın ve gençlik konuları üzerindeki sorularımıza verdiği cevaplarla sizleri baş başa bırakıyoruz.
ürkiye’de kadının sosyal hayattaki rolü hakkında bir yanda bağnaz ya da baskıcı görüşler diğer yanda da sınırsız özgürlük, aşırı bireysellik gibi yaklaşımlar söz konusu. Bu konuda sizce denge nasıl olmalıdır?
Re-islamizasyon, yani tekrar İslam’a dönmek. İnsanların yapması gereken budur. Bu konuda kadın erkek ayrımı yapmak da istemiyorum. İslam’ı yeniden hayata sokmak... Bence gereken budur. Bireyselcilik gereğinden fazla negatiflik yüklenen bir kavram diye düşünüyorum. Belki de bazen haksızlık da ediyoruz diye düşünüyorum. Batı tandanslı bir bireyselcilik kavramı hiç şüphesiz İslam toplumuna uymaz. Ama özgür iradeye sahip olmak, Yaratan’a diğer insanların olduğu kadar eşit mesafede olmak... Bu anlam üzerinden konuşursak biz, hepimiz Rabb’imizin karşısında birer bireyiz. Sadece takvada birbirimizden üstün olabiliriz ve hepimiz de tek başımıza sorguya çekilecek olmamız sebebiyle O’nun birer muhatabıyız. O noktada İslam’ın Allah-kul ilişkisi içinde kavramsallaştırdığı bireyselcilikle Batı endeksli bireyselcilik birbirinden ayrı tutulmalıdır. Kur’an!ı Kerim bizi ‘‘ümmet-un vasat’’ olarak tasvir ediyor, o zaman bizler de vasat bir ümmet olmalıyız. Kadın ve erkek olarak bunun gayretini taşımalıyız içimizde.
İslamcı mücadeleleri ile öne çıkan kadınların, bu öne çıkışlarında feminist reflekslerinin etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
Bir miktar etkisi olabilir. Onun adının ne konacağını bilemiyorum. Çünkü feminizm kavramı çok sorunlu bir kavram. Şöyle ki İslam dünyasında veya müslüman olmayan herhangi bir toplulukta bile kadınlarla alakalı sorunları dile getirdiğiniz zaman, hemen bir feminist yaftası ile karşılaşıyorsunuz. Bu yüzden feminizmin çok negatif yüklü bir kavram olduğunu düşünüyorum. Batı’da da bu böyle. İslam toplumlarında da Batı’dan ithal edilmiş bir kavram olarak görüldüğünden ikinci kademe bir negatifliği var. Bu soruyu sorduğumuz zaman kadının geride mi durması gerekir sorusunun üzerinde de durabiliriz.
Öne çıkıştan kasıt olarak kadınların belli sorunlara işaret ediyor olmalarını anlıyorsak bunda yalnız kalmışlıklarının, dobra dobra konuşma cesaretinin toplumun diğer kesimlerinde kalmamışlığının da tesiri olabileceğini düşünüyorum. Ama bir müslüman kadın, oturup da feminizm diye bir şey var, ben bunu bir okuyayım, feminizmin birinci kuralı şudur, o zaman ben gideyim şunları şunları söyleyeyim demez hiç bir zaman.
Bu durumda feminist refleks değil, islami hassasiyet, hareket noktası oluyor diyebiliriz...
Savunduğu meselenin ne olduğuna bağlı olarak, evet. Bu bir başörtüsü sorunu ise Müslüman kadının Türkiye’de yalnız bırakılmışlığı olabilir, hep sabır tavsiye edilmiş olması olabilir. Siyasetçilerden, sosyal ortamlardan ve bazı cemaatlerden kendine yapılan, beklemeye yönelik telkinlere müslüman bir kadın susmalı mıdır? Tabii ki susmamalıdır. Eğer bir toplumda aslında buna karşı çıkması gereken, kadın erkek herkes olması gerekirken, bir kadın bakıyor ki kendinden başka ve oradaki birkaç kadından başka kimse bir itiraz dillendirmiyorsa, tabir-i caiz ise herkesin üzerine artık bir ölü toprağı serpilmişse, toplumun genel anlamda “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” gibi bir derdi kalmadıysa... Veya bir Müslüman kadın veya kadınlar grubu başörtü yasağı gibi bir konuda “şimdi durun bakalım, bu sıralar pek zamanı değil” gibi İslami olmayan bazı tavırların İslam perdesi altında insanlara servis edilmesine karşı çıkıyorsa o kadın, en başta Allah’a karşı olan vazifesini yapıyordur. Ama bunu kadın yapar erkek yapar; fakat kadın yapınca nedense daha bir dikkat çekiyor ve hemen kadınlar feminist olmakla suçlanıyorlar.
Türkiye’de dindar bir genç kızın önündeki büyük sorunlar olarak neleri görüyorsunuz?
Sadece genç hanımlar üzerinden değil de gençlik üzerinden cevaplamak isterim bu soruyu. Yılın yarısında Amerika’da diğer yarısında Türkiye’de yaşadığım için dışardan bakarak daha iyi gözlemleme imkanı ediniyorum. Gözlemlerimde müslüman kimliğine sahip gençlikte -istisnalar olmakla beraber- bir kaybolmuşluk, bir ajandasızlık, gündemsizlik sorunuyla, idealizmden yoksunluk sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Zamanında çekilen sıkıntılar, bugün belli şekillerde hafiflemiş de olsa, o zamanında çekilen sıkıntıların insanlara getirdiği bir azim, bir feraset, basiret, sorumluluk duygusu ve bununla da gelen bir idealizm vardı. İslam ideali... Bir müslüman nasıl olmalı ideali. Eskiden geçirdiğimiz o sancılı dönemler içerisinde birlik-beraberlik ruhuyla birlikte gelen idealizm ve gelecekle ilgili iddiası olan, vizyon sahibi olma özelliği vardı. Oysa bugün bundan yoksun bir gençliğin yetiştiğini düşünüyorum. Bu da sadece siyasi değişimler sonucu ile değil de kapitalist ekonomiye iki kolumuzu birden kaptırmış olmamızla gelen bir sorun bence. Bu sadece Türkiye endeksli bir sorun da değil, dünyada da bu anlamda genel bir değişim görmekteyiz. Batı dünyasında “endişe etme, mutlu ol” anlamında “Don’t worry be happy” şeklinde bir söz vardır, yani hiç bir şeyi umursamayan sadece kendi ile ilgilenen, kendi gelişiminden ve mutluluğundan sorumlu olduğunu düşünen bir toplum haline geldi Batı toplumları. Bu hastalık bir süredir İslam dünyasına da sirayet etmeye başladı. Bu toplum içerisinden gençler bir kesim, bunun içerisinde müslüman gençliğim diyen bir kesim de var. Tabii istisnalar kaideyi bozmadığı için bu tarz bir genellemeyi yapabiliyorum. Böyle bir sıkıntımız var. İnsan içerisine girdiği cenderelerle büyür de, olgunlaşır da... En azından siyasi zeminde bu anlamda gerginlik dönemi aşılmış gözükse bile “hedefimiz nedir” sorusunun cevapsızlığını gençlik üzerinde gözlemliyorum. Diğer taraftan buna karşı direnç göstermeye çalışan müslüman genç gruplarının olduğunu da müşahade ediyorum.
Müslüman kızların karar vermesi gereken şudur: Allah’a karşı kulluk vazifelerimizin neler olduğunu ve asıl çerçevenin ne olduğunu unutmamak. Bunu her an, intıkaya uğratmadan akılda tutmak. Müslüman bir kadın olma kimliğimizden önce bir kul olarak Rabbimizle bir ilişkimiz var.
Dindar genç kızların kariyer-eğitim-sosyal hayatta var olma istekleri ile dini hassasiyetlerin çizdiği sınırlar arasında bir denge kurma açısından bir zorluk söz konusu mu sizce?
Zorluk her şeyde vardır ama her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gitgide sekülerleşen insanın Allah’la olan ilişkisinde küreselleşme ile gelen değerlerin daha da yayıldığı bir dünyada yaşarken bir kul olarak, bir genç kız olarak vazifelerinizi dünyevi işlerinizle dengelemek gerçekten titizlikle yürütülmesi gereken bir iş. Müslüman kızların karar vermesi gereken şudur: Allah’a karşı kulluk vazifelerimizin neler olduğunu ve asıl çerçevenin ne olduğunu unutmamak. Bunu her an, intıkaya uğratmadan akılda tutmak. Müslüman bir kadın olma kimliğimizden önce bir kul olarak Rabbimizle bir ilişkimiz var. Anne oluşumuz, eş oluşumuz, akademisyen, siyasetçi oluşumuz hep kulluğumuzun alt kimliklerini oluşturur. En başta Rabbimizle olan ilişkimiz gelir ve o son derece bireysel bir ilişkidir. Diğerleri o ilişkinin ne kadar sağlıklı olacağını belirleyecek alt ilişkilerdir. Bu yüzden bu kimliklerin getirdiği vazifeleri dengeli yapmak zorundayız ki Rabbimizle olan ilişkimiz de İslamî sınırların dışına çıkmasın. Dengede kalabilmek, dengede yürüyebilmek de kolay değildir. Düşmek daha kolaydır bu yolda belki ama o dengede kalarak o yolun sonuna varabilmek, bize Rabb’imiz tarafindan va’dedilen mukafata erişmek çok büyük çaba gerektiriyor. Vasat ümmet olabilmek... Meseleye uçlara, ekstremlere gitmeden, dengede kalmayı başararak yaklaştığımızda bunun genç kızları da aşan, genel anlamda bugünkü Müslümanın meselesi olduğunu görüyoruz.
Son bir soru olarak Türkiye’deki genç neslin internet, hususen sosyal medya konusunda bilinçli ve sorumlu bir şekilde hareket ettiğini düşünüyor musunuz?
Genç neslin değil sadece, olgun neslin de çok bilinçli ve sorumlu hareket ettiğini düşünmüyorum. Son yirmi senede dünyada müthiş teknolojik değişiklikler oldu ve biz bunlara insanlık olarak çok hazır mıydık bundan emin değilim. Müslümanlar olarak da bu sanal dünya üzerinden geliştireceğimiz ilişkilerimizin neler olacağına dair kafa yormadık. Sosyal medya ve belki daha geniş anlamda teknoloji “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” yapmanıza vesile oluyorsa bu mükemmel bir şey. Sizi Rabbinize daha yaklaştıran bir vesile olur. Nasıl kullanacağınıza bağlı sonuç olarak hayra da vesile edebilirsiniz kötüye de kullanabilirsiniz. İnsanın sosyal medya üzerindeki aktivitelerini sürekli gözden geçirmesi lazım. Rabbimle olan ilişkilerimde bu aktivitelerim nereye oturur, diyebilmesi lazım. Bu küçük makineler içerisinde de ayrı bir dünya var. Oradaki ilişkilerimizin de Kur’an’ın hükümleri çerçevesinde gelişmesi gerekiyor. Bu imkan iyi olarak kullanılırsa çok sevap kazandırabilir. Sosyal medyanın bir diğer faydası da bilgi çeşitliliğini artırması ve bunu bir anda yayabilme imkanı sunmasından kaynaklanıyor. Ama bu konuda da dikkatli olmalıyız. Bu yeni değişimlere İslami çerçevede vereceğimiz cevabın ne olması gerektiği konusunda çok hazırlıklı olduğumuzu ve bu konular üzerine yeterince kafa yorduğumuzu düşünmüyorum.