Nurullah Selim
Lütfi Bergen, “Az Gelişmişlik Üstünlüktür” ve geçtiğimiz yıl okuyucu karşısına çıkan “İsyandan Dirliğe” ismiyle iki kitabı bulunan, yazılarını kaliteli birkaç edebiyat sitesinde okuyucuya sunan ve bu yazıların minvalinde kendisine karşı ilginin, okumaların hızla arttığı, yazılarının dışında, sohbetini, düşüncelerini nasıl aktardığı merak edilen bir isim. Kendisiyle güzel bir röportaj gerçekleştirdik…
nadolu’nun düzeni: tımar sistemidir.” Bu sözünüz neyi ifade ediyor?
Hakikatte o, “kamu malı üzerinde üretim amaçlı kiracılık” ilişkisidir. Bu yapıya, “devlet kiracılığı” da denilebilir. Bir üretim aracı olarak toprağın hasılasını tımar düzenlemesi ile sağlamak bir şeyi ifade ediyor. Medine’nin en önemli vasfı bir Müslüman’ın köle edilemeyeceğidir. Köleleri azad edip iş sahibi kılmaya dönük büyük bir gayret var. Tımarın Anadolu’nun düzeni olması ifadesinin en önemli vurgusu budur. “İşin sahibi” kılan bir sistem. Yani, emekçilerin dünya kapitalizminin ücretli çalışanı olmayı reddetmesinin başka bir ifadesi şeklinde okunmalıdır. Üretimin asıl tarafl arını devlet ile üretenler oluşturmakta. Anadolu, Hint-Çin ile temsil edilen Doğu ile bildiğimiz emperyalist Batı’nın arasında kalıyor. Basit bir coğrafya değil. Ayrıca Anadolu’yu zihnî manada Arap yarımadasını da içeren ve Basra körfezine kadar inen bütüncül bir toprağın uzamı halinde görmek gerekiyor.
TIMAR SİSTEMİ, PEYGAMBER (S.A.V)’İN BU TOPRAKLARDAKİ MÜHRÜ GİBİDİR.
Tımar, elinin emeğini yiyen Peygamberlerin bu topraklardaki mührü gibidir. İsa (as) kapitalistlerin mülk üzerinde çöreklenmesine karşı idi ve bunu bu topraklarda gösterdi. Matta İncili’nde “İsa sarrafl arın tezgâhlarını ve güvercin satanların sıralarını devirdi. Onlara şöyle dedi: “‘Benim evime dua evi denecek’ diye yazılmıştır, siz ise onu haydut yatağına çeviriyorsunuz.” (*) denilmiştir. Yani bu topraklarda dinin toprak ya da sermaye kapitalizmine cevaz verdiğine dair bir emare bulunmuyor. Bu nedenle pazarın ve toplumsal hayatın düzenlenmesinde kapitalizme direnmeyen söylemlere dikkat etmek gerekiyor. İşin aslı, tımarı bozan ve modernizmi dünya sistemi hâline getiren etken, kapitalizmdir.
Sanki bizlere, Anadolu Müslümanlarına, bir imar faaliyetine girişmemiz gerektiğini söylüyorsunuz düşüncelerinizle. Bugün bu topraklarda yanlış binalar mı yükseliyor?
Bu bir imar faaliyeti değil. Tam tersine Tanzimat’tan beri Müslümanlar imar faaliyetinin gerekliliği üzerinde fi kir sahibi görünüyorlar. Bir Dolce Vita / Tatlı Hayat ya da bizdeki meşhur tabiri ile “Lüküs Hayat” zihniyeti aramızda kol geziyor. Bunu da mahalleleri bozup apartmanlaşmalar ile yapıyoruz. Her elli senede bir aile değerlerini silecek şekilde yeni bir konut hamlesi yapılıyor bu ülkede. Topluluk dokusunun imar ile bozulması, İslam’ın “birey dini” hâline getirilmesinin yolunu açıyor. Yani İslam’ın nübüvvet temelindeki tatbiki tarihselleştiriliyor. Modernlik ve kapitalizm sayesinde nübüvvet zamanlarının İslam algısından uzaklaşılıyor. Mesela Peygamber (sav)’in “Dört taraftan kırk ev komşu sayılır” sözü tatbik imkânı bulamıyor. Çünkü İslam tefekkürü açısından komşuluk hak alanıdır.
Meyve alınca onu ikram etmen gerekir. Bunu yapmazsan meyveyi gizlice evine götür ve çocuğu elinde meyve görünce rahatsız olmasın diye çocuğunu elinde meyve dışarı çıkarma. Yiyeceğinden bir miktar da ona göndermedikçe kazanın koku ve dumanıyla onu rahatsız etme. Şimdi bu ilkeleri modern ve kapitalist toplum mantığında tatbik etmek mümkün görünmüyor. Sokaklar parası olana açık büfe haline getirilmiş durumda.
İslam’ın bu toprakların mayasındaki hükmü nedir?
Bizans yenilince Anadolu’da Doğu’nun öncülüğü Türklerin eline geçti ve bu çok önemli değişikliklere neden oldu. Öncelikle Anadolu’da ilk kez Arap ve Acem siyaset zihniyetinden bağımsız bir siyaset biçimi doğdu. Türkler bunu tımar, vakıf-tekke, hane- mahalle, cami, bedesten gibi kurumlar aracılığı ile tesis etmeye muvaff ak oldular. Ekonomik ve içtimai manada çıkarları çatışan topluluklar arasında uzlaşma sağlayan yerel yapıyı bilen kadılar toplumsal yapının gerçek yöneticileri idi. Din, yerleşik nüfus ile göçebeler arasında harman yapmaya imkân sağlıyordu. Göçebeler yerleşmeye yani tımara girmeye itelendiler. Tımar geçimi mümkün kılmaktaydı. Karşılığında Anadolu kimliği sürekli yenilenmiş oldu. Tımara girmeyen ya da girmek istemeyen kavga etmiştir. Sorun da budur. Yani tımara girmemek dünya kapitalizminin önündeki direnç alanını çözmek anlamına geliyor.