Nisan 2012 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Mesude Açıkgöz
Oyun oynarken bir ara kayıverir gözü bir kitaba....Hararetli hararetli oynamaktayken oyununu, bir anda görüverir o şeyi. Daha önce orada olduğundan bile habersiz, bakakalır.
Merak eder.
Öyle ya, nedir bu parlaklığı tozdan görünmeyen gizemli kitap? Neden yüksektedir? Hemen onu yerinden alıp içine göz atması lazımdır. Fakat kitap o kadar yüksektedir ki, boyunun yetişmesi mümkün değildir.
Hemen birilerini çağırıp, onu yerinden aldırmaya karar verir. Oturma odasına koşar Ali, katıla katıla televizyon bakmakta olan aile üyelerinden birini, ablasını zorla kaldırır yerinden ve kendisiyle gelmesini söyler. Odaya girdiklerinde, üst dolapta bulunan tozlu, kabı parlak kitabı almasını ister ablasından.
Ali korkar sonra.
Nasıl korkmasın ki? Ablası ona “o kitaba dokunmaması gerektiğini, aksi takdirde kendisine günah yazılacağını, günah yazıldığı zaman da Allah’ın onu yakacağını” söyler.
“Acaba içinde kötü şeyler mi yazıyor? Çocukların okumaması, dokunmaması gereken birşeyler mi var? Allah neden yaksın ki beni? Allah çocukları yakmayı seven biri mi?” gibi vesveseler dolaşmaktadır artık Ali’nin kafasında...
Bu tür hikayeler dolar, taşar terazinin kollarında.
Terazinin bir kolunda çocuklarına küçük yaşta iman şuurunu aşılama çabasındaki aileler, diğer kolunda da kandillerden kandillere ellerine aldıkları kitabı kendilerine soran çocuklarını ‘günaha girme’ konusunda korkutan aileler yer almaktadır.
Birilerinin bu terazinin doğru yönde ağırlık vermesini sağlaması gereklidir...
Birilerinin Ali’ye “Allah’ın kendisine ne kadar çok sevdiğini, Kur’ân-ı Kerim’i de insana hediye olarak gönderdiğini ve bu hediyenin içinde güzel şeylerin yazılı olduğunu” anlatması gereklidir...
Aksi takdirde kalbimiz daralır, kilitlenir, paslanır...
Ve kendimizi kaybettiğimiz gibi Ali’yi, Ali’leri de kaybederiz.