
İslam başta olmak üzere geçmiş din ve medeniyetler ilim ve felsefeyi, erdemli ferdin, erdemli toplumun inşası için bir vesile olarak gördüler. Batı ise gerek Yunan’ın gerek İslam’ın gerekse keşfettiği diğer medeniyetlerin ürünlerini, hem pozitivist, seküler bir anlayışa hem de ucu meçhule çıkan bir teknolojiye dönüştürdü.
Medeniyet Kavramı Üzerine
Medeniyet kavramı XIX. yüzyılda giriyor dağarcığımıza. Aslı, Arapçadaki “Medine” kelimesinden geliyor. Medine, yani şehir; medeniyet ise şehirlilik. Kavram Arapça olmakla beraber, Osmanlıca’da türetilmiş. Zira Araplar, bu kavram yerine “hadâra” kelimesini kullanıyorlar. Bizdeki Medeniyet-i İslam terkibinin Arapça karşılığı, Hadâratü’l-İslam biçiminde.
Peki, niçin söz konusu yüzyılda böyle bir kelime türetilme gereksinimi duyulmuş? Bir İslam medeniyetinin veya medeniyetlerinin varlığından söz ettiğimize göre, niçin XIX. yüzyıla kadar böyle bir kelime kullanılmamış? Bunun cevabını, Batı’da meydana gelen sosyal, bilimsel ve teknik gelişmeler ve bunun İslam dünyasındaki izdüşümlerinde aramak gerekiyor.
Avrupa’da Coğrafi Keşifler, Rönesans, Reform, Fransız İhtilali gibi hareketler neticesinde meydana gelen ekonomik, sosyal, siyasal ve bilimsel değişimi ifade edecek bir kavram bulunur: “Civilisation”. Bu kavram, Cemil Meriç’in deyişiyle, “Aydınlıklar çağının ümitlerini dile getiren, terakki inancını bayraklaştıran ilk kelime”dir. (Umrandan Uygarlığa, s. 81) Çok geçmeden kelime Osmanlıcaya Medeniyet olarak çevrilir. Yani Civilisation ne kadar Avrupalı ise Medeniyet de o kadar Avrupalıdır. Zira bizdeki medeniyet kelimesinin ilk çıkış noktası Batı medeniyetini ifade amaçlıdır. Aynı şekilde Arapçadaki “hadâra” kelimesi bu anlayış çerçevesinde kullanılır.
Önce Batı medeniyetini ifade eden kavram, daha sonra diğer toplumlar tarafından kendi üstün değer ve ürünlerini anlatmak için kullanılır. Böylelikle bizde de İslam Medeniyeti terkibi ortaya çıkar.
İslam Bir Dindir
Batı insanı, insanlığın tekâmül sürecinde zirve olarak kendini, kendi medeniyetini görür. Şimdiye kadar insanlık, çocukluk, gençlik dönemini yaşamıştır. Ama artık olgunluk dönemine ulaşmıştır. Bu da Avrupalının ortaya koyduğu faaliyetlerle olmuştur. İşte Batı medeniyeti insanlığın olgunluk göstergesidir. İnsanlık şimdiye kadar böyle bir seviyeye ulaşabilmiş değildir; bundan sonra da ulaşamayacaktır. –Bu anlayış daha sonra Fukuyama tarafından “Tarihin Sonu” teziyle gündeme getirilecektir.-
Bundan sonra Batı artık yeryüzündeki diğer medeniyetleri kendi gözlüğüyle okumaya koyulur. Bu okuyuşun adı “oryantalizm”dir. Batı, oryantalizmle, bir yandan söz konusu medeniyetleri keşfetmeye, öte yandan kendi değerleriyle yargılama çabasına girer.
Bu noktada, Batı medeniyetini merkeze almış bir kafa yapısıyla insanlık tarihini okuyan Toynbee’nin: “İslam bir dindir, bir medeniyet oluşturamamıştır” iddiasını anlamak kolaylaşıyor. Zira Batı medeniyeti açısından bakıldığında İslam böyle bir medeniyet üretme çabasında olmamıştır. Neticede Batı medeniyeti, sömürgeci zihniyeti ve bunun insanlık tarihinde bıraktığı yıkım ve acılar bir tarafa, Pozitivizm-bilimi putlaştırmak- Sekülerizm-maveradan göbek bağını koparmak- ve Rasyonalizm –aklı kutsamak- gibi İslam’ın kabul edemeyeceği değerler üzerine kurulmuştur. İslam ise bambaşka bir dünya görüşü öngörür. Farabi’nin faziletli şehir/erdemli toplum’unu ödünç alarak konuşursak, İslam lüks, debdebe ve sömürü üzerine kurulmuş bir medeniyeti değil; adil paylaşımın olduğu, zengin fakir dengesinin kurulmaya çalışıldığı mütevazı bir toplumu öngörür.
Evet, İslam gerçek manada bir dindir. Bir dinin aslî amacı olan, insanın Allah ile olan bağını güçlü tutmak noktasında son derece başarılıdır. Zira İslam, saf ve sade bir inanç; aşk, vecd dolu bir kulluk şuuru vermiştir inananlarına.
Dinin diğer bir amacı da, müntesipleri arasında kuvvetli bir kardeşlik bağı oluşturmaktır. Bu noktada da üstün bir başarıya sahiptir İslam. Nitekim batılı bir düşünür (Gardet), bunu şöyle dile getirir: “İslam âleminde az da olsa yaşamış olup geçmişte ve hâlihazırda İslam’ın kolektif hareketlerini izlemiş olanlar iki hadise ile karşılaşırlar. Her şeyden önce Müslümanları birbirlerine bağlayan, kendi kendinin mevcudiyetinin çok kesin bir bilincine sahip olan ve onları cemaat haline getiren bir bağın mevcut olması.” (Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, s. 74)
Yine bu din, söz konusu olan ahlaksa, tüm insanlığı kuşatabilecek, insanlığı iyiliğe yönlendirebilecek bir ahlaki değerler sistemine sahiptir. Bugün modern dönemde İslam’ın hukuki prensiplerinin uygulama imkânının olmadığını dile getirenler bile, ahlaki prensipleriyle insanlığa çok büyük bir katkı yapacağını dile getiriyorlar.
Müslümanlar, insanlar arasındaki sosyal nizamı tesis etmek, adaleti ve insan haklarını sağlamak için, çok zengin bir hukuk edebiyatı oluşturmuşlardır. Bu yönüyle İslam, M. Âbid Câbiri’nin adlandırmasıyla bir “Fıkıh Medeniyeti”dir. Toplum içindeki ekonomik paylaşım, insanlar arasındaki yardımlaşma ve bu amaçla kurulmuş müesseseleriyle de İslam’ın çok parlak bir geçmişi vardır.
Bunun yanında Müslümanlar ilk dönemden itibaren yoğun ilmi faaliyetlere giriyorlar. Vahyin tuttuğu ışıkla dünyayı adeta yeniden okuyorlar. İslamî ilimlerin yanında felsefe, tıp, matematik gibi alanlarda ciddi gelişmeler kaydediyorlar. Bu arada kadim medeniyetlerden kalan mirası gözden geçirip yeniden üretiyorlar. İslam’ın tevhid inancını merkeze alarak, eğitim, mimari, sanat ve edebiyatta kendi özgün ürünlerini veriyorlar.
Bütün bu faaliyetler, medeniyet diye adlandırılacaksa, Müslümanlar elbette parlak medeniyetler kurmuşlardır. Dolayısıyla, Toynbee’nin yargısının Batı’nın diğer medeniyetlere tepeden ve taraflı bakışının ürünü olduğu anlaşılıyor.
“Tek Dişi Kalmış Canavar”
Câbiri, Batı medeniyetini de “Teknoloji Medeniyeti” diye isimlendirmeyi uygun görüyor. Çünkü Batı medeniyetini diğer medeniyetlerden ayıran en önemli nokta “teknolojik ilerleme”dir. Şu tespit de dile getirilmelidir burada: “Sömürgecilik ve emperyalizm yoluyla dünyaya açılan Avrupalı, bir süre sonra gördü ki kendisinin medeniyet olarak kabul ettiği şey (zihni gelişkinlik, ahlaki olgunluk, davranışlarda incelik ve bütün bunların yanı sıra üstün sanat eserleri ve şaşırtıcı teknik ürünleri) barbar sandığı kavimlerin de özellikleri arasındadır. (İsmet Özel, Üç Mesele, s. 128) Bütün bunlar batılının elinden gidince, geriye geliştirdiği teknoloji kalıyor sadece.
Müslümanlar zaman içinde ortaya koydukları ilmi faaliyetler, sosyal prensipler, sanat ve edebiyat eserleriyle insanlık tarihinde bir atılım gerçekleştirmişlerdir. Ancak Müslüman âlimler Batı medeniyetinin yaptığı gibi ilmi tekniğe çevirme, hayatı kolaylaştırmak için vasıta yapma amacını kutsamamışlardır. Roger Garaudy’nin ifadesiyle Müslümanlar böylesi bir teknolojik gelişmeye çok fazla itibar etmemişlerdir. Zira bugünkü medeniyet teknolojisiyle insanlığı intiharın eşiğine getirmiş, bin bir türlü felaketin kucağına atmıştır. Müslüman âlimler teknolojiye itibar etmemekle, teknolojinin gelişmesini geciktirmişler, böylelikle insanlığın ömrünü en az iki- üç yüz yıl uzatmışlardır.
Aslında Batı medeniyetinin sırtını yasladığı Yunan medeniyeti de teknik konusunda farklı düşünmemiş. Onlara göre de, ilim ve felsefe bir erdemdir. Toplumdaki fertlerin sahip olması gereken üstün değerler üretme amacına yöneliktir. Bu sebeple Yunan filozofları, ilim ve felsefenin maddi çıkarlar için kullanılmasını, hayatı kolaylaştırmak için tekniğe dönüştürülmesini bir zül olarak addetmişler, bunu yapanları kınamışlardır.
Evet, İslam başta olmak üzere geçmiş din ve medeniyetler ilim ve felsefeyi, erdemli ferdin, erdemli toplumun inşası için bir vesile olarak gördüler. Batı ise gerek Yunan’ın gerek İslam’ın gerekse keşfettiği diğer medeniyetlerin ürünlerini, hem pozitivist, seküler bir anlayışa hem de ucu meçhule çıkan bir teknolojiye dönüştürdü. Erdemli toplum anlayışı yerine, yine İsmet Özel’in ifadesiyle, “Hırdavat Medeniyeti”ni getirdi. (Zor Zamanda Konuşmak, s. 136) Her geçen gün evlerimizi, caddelerimizi baştanbaşa dolduran bir hurda yığınını hediye etti insanlığa. Bütün bunlar için mahremiyetine el sürdü tabiatın. Sonra da çöplüğe döndürdü dünyayı.
Mehmet Akif’in benzetmesi daha da ilginç: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” Akif’in medeniyet kelimesine yüklediği anlam, tam türetildiği gibi; batı Medeniyeti. Peki, bu “tek diş” de neyin nesi? İbrahim Demirci’nin yorumuna göre bu da, Batı’nın tek gurur kaynağı: Teknoloji!