Gün gelip sömürecek yer kalmayınca semirecek insan da kalmayacak. Sanırım fakirler ancak böylece özgür kalabilir. Zenginler yakalarından düşünce, kendilerine ha bire “muhtaç insan” gözüyle bakan yağlı adamlar geberip gidince…
Bir iş yemeğine çıkan insanın hemen fakir olduğu anlaşılabiliyormuş. Çünkü yemek yeme biçimleri insanların sınıfsal aidiyetlerini ele veriyormuş. Geçenlerde bir yerde şunu okudum:
“Bir arkadaşını yemeğe götüren bir proleter (alt tabaka) arkadaşının yemek hakkındaki düşüncesini öğrenmek için şöyle sorar: “Doydun mu?” Aynı durumdaki bir küçük burjuva (orta sınıf) soruyu şuna çevirmiştir: «Lezzetli mi?» Üst sınıftan yani yüksek burjuvadan gelen soru ise bambaşkadır: «Şık mı?”
Çok komik değil mi? Hâli pür melalimiz hakikaten çok komik. Eminim bütün fakirler “doydun mu” kategorisine hapsedildiklerini okusalardı gülerlerdi. Açlık gülmeye dalga geçmeye engel değil. Hatta açlık espri yeteneğini geliştiren bir şey. Ben fakirlerin daha çok güldüğünü düşünürüm daima. Misal New York metrosunda yaşayan evsizler eminim küresel gıda krizinden bahseden yılan derisi ayakkabılı CEO’lara çok gülüyorlardır. Ya da Asyalı tarım işçileri İtalya›daki Slow Food hareketinin kurucusu “yemek yemek tarımsal bir faaliyettir” dediğinde gülmekten yerlere yatıyorlardır. Artık o bitli köylülerin geçim telaşına zengin adamların ‘gıdanın ekolojik sürdürülebilirlik gerekliliği’ kaygısı da eklendi. Olay basit. Sen çalış, biz yiyelim, bu da sürsün.
Eskiye/geleneksel olana dönmek adına kırk takla atıp farklı tanımlamalar yapmak insanın ‘asil görünme’ çabasından başka bir şey olmasa gerek. Yakında insanlar açız demek yerine; “küresel gıda krizi politikaları işe yaramadı” diyecek. Ya da “ekonomisi çökmüş bir ülkeyiz gelir seviyemiz mide asitlerimizin yükselişini önleyemeyecek düzeyde” diye veryansın edecek. Açlığı şık göstermek niye bu kadar önemli anlamış değilim!
Açlıktan ölmek de mesela şık mıdır? Angola’da açlıktan toplu ölümler yaşanıyor haberini Avrupalı birinin şık bulmayarak değiştirmesi mümkün. Misal Zambiya’da açlıktan insanların fare yemesi, Arjantin’de çocukların kurbağaya tamah etmesi bir Avrupalı için yine şık olmasa gerek. Yağ bağlamış vicdan çok estetik ama açlık şık değil anlatabiliyor muyum? Zengin azınlıkların diğer tüm insanları ve verimli toprakları kendi malıymış gibi görmesi estetik, ama o insanların kendi topraklarını kendileri için kullanması şık değil.
Midesine kelepçe taktıran, ağzını torba gibi büzdürenler var. Kilo vermeyi ve çağın o “zayıf ve modern” kategorisine sığmayı hayatının tek gayesi olarak gören bu insanların şıklık yarışında depar atmasını izlerken fakirler kendi açlıklarını unutuyorlardır eminim!
İnsanlar benim için ikiye ayrılıyor. Bir; açlığın gerginlik, huzursuzluk, hoşgörüde azalma, dikkatini toplamakta güçlük, sinirlilik, halsizlik, kan basıncında düşme, hareketlerde yavaşlama, uykuya eğilim gibi olumsuz etkilerinin olduğunu düşünenler. İki; açlığın insanı terbiye ettiğini düşünenler. Açlıkla ilgili hadislerin tümünü okudum bunları yazmadan önce. Aslında açlıkla ilgili hadisler tam olarak açlıkla ilgili değil. Açlığın ne olduğunu unutturan tokluk hali ile ilgili. Tokluğun bir hastalık olduğunu artık uzmanlar da kabul ediyor. Sürekli tok olmak alışkanlık haline geliyormuş. Bu yüzden insanlar açlıktan değil ‘alışık oldukları tokluk halini’ kaybettikleri için ölüyorlarmış. Afrikalı biri ile Avrupalı birinin açlığı bu yüzden aynı değil. Açlık eşikleri farklı. Avrupalının açlığı daha şiddetli. Belki de bu yüzden politikaları da bu denli şiddetli ve açlık korkusu üzerine geliştirilmiş. Bazıları açlığın insanları eşitlediğini düşünür. Açlık ideolojilerin ve sistemlerin sıfırlanmasını sağlayabilir ama kimseyi eşitlemez. Hayvani duyguları baskın olanlar ile nefis terbiyesinde ilerlemiş olanlar midelerinden gelen sinyalleri farklı algılayabilirler. Oruç tuttuğumuz andaki açlığımız ile sair vakitlerdeki açlığımızın farklı olması gibi… Dış etkenler de iç etkenler de insanın açlığını parmak izi gibi kendine özgü kılıyor. Dışarıdan “bunlar yenmeden yaşanmaz” diye bastıran reklamlar, anketler ve istatistikler zenginlerin bile kendilerini hep ‘muhtaç’ hep ‘eksik’ ve ‘yarım’ görmesine sebebiyet vererek sınırları durmaksızın genişleyen bir mide sahibi olmalarını sağlayabiliyor. Zenginin midesi genişledikçe malında fakirin de hakkı olan kısımlar kendine kalıyor ve hatta açlıktan ölmek üzere olan bir Etiyopya’lı çocuğun bir metrekarelik toprağına bile göz dikebiliyor. Böylece Etiyopya’da yabancı yatırımcıların 90 yıllığına kiraladığı tarlalardan gelen yüksek gelir açlık psikolojisi ile yutuluyor. İsterseniz bunu da “yerel tarım piyasasına yatırım yapmak” diye şık bir isimle sunabiliriz.
Gün gelip sömürecek yer kalmayınca semirecek insan da kalmayacak. Sanırım fakirler ancak böylece özgür kalabilir. Zenginler yakalarından düşünce, kendilerine ha bire “muhtaç insan” gözüyle bakan yağlı adamlar geberip gidince…
Her neyse ben de en alt tabaka, en aç, en fakir insanlar adına vahşi kapitalizme sorusunu iade ederek yazımı bitirmek istiyorum:
“Doydun mu?”