
Madem söylenecek sözler, anlatılacak hikâyeler, dillendirilecek dertler var o zaman tüm bunları kalpten kuracağım cümlelerle muhataplarımın kalplerine takdim edebilmeliyim…
adyo programlarına ilk başlama vesileniz nedir? Ne zaman başladınız?
Radyo programcılığına başlama hikâyem tuhaftır… Yıl 1997. O zamanlar, fakir fukaranın, garip gurabânın hâmisi, yegâne dayanağı, sığınağı ve barınağı Aziz Mahmud Hüdâyi Vakfı’nın halkla ilişkiler biriminde santral operatörü olarak vazifeliyim. Zaman zaman neden bir radyoda program yapmıyorsun suallerine muhatap oluyorum ama o zamanlar ne böyle bir düşüncem ne de bir mikrofon karşısında konuşacak cesaretim var. Taa ki bir gün o yıllarda 101.3 frekansından yayın yapan Üsküdar Fm’in sahibi Emin Üstün Bey’in telefonda ‘’Selahaddin, gel sen bizim Üsküdar Fm’de program yap. Ben arkadaşlarla görüşeyim sen de bir yerlerden başla’’ demesine kadar. Emin Bey’in samimi teklifi ve daveti, Vakıf’taki büyüklerimin destek, teşvik ve duaları ile gayretlendirmeleri neticesinde radyoculuk hayatım başlamış oldu.
27 Ekim 1997 akşamı ilk kez mikrofonun karşısına geçtim ama ne geçiş... Programın başlaması ile birlikte elim ayağım titremeye başladı. İşte bendenizin radyo ile, mikrofon ile, sesime kulak (veren) dinleyenlerimle tanışma hikâyem. Aklımın ucundan bile geçmediği halde Üsküdar Fm’de başlayan bu hikâye şimdilerde Türkiye’nin ilk özel radyolarından Moral Fm’de devam etmekte. Dile kolay tam 10 yıl olmuş Moral Fm’de program yapmaya başlayalı. Böylesine muhabbet ağları ile gönül köprüleri kuran, dinleyicisinin kalbini önemseyen ve bizi biz yapan hakikatleri gür bir sadâ ile duyurmayı kendine misyon edinen radyolarda çalışma imkânını lûtfettiği için Rabbime ne kadar hamd etsem, ne kadar şükretsem azdır…
Harika bir diksiyona sahipsiniz, günlük hayatınızda da bunu her zaman sürdürüyorsunuz. Bunu radyo programcılığı ile mi edindiniz?
Estağfurullah... Her şeyden önce şunun hakkını teslim etmeliyim:
Ses de, nefes de, konuşma kabiliyeti de, cümle kurma becerisi de Mevlâ’nın bir lûtfu, ikrâmı, ihsanı...
Geçenlerde Neslihan Nur Türk’ün ‘’Niceleri Benim Sandı’’ kitabında okuduğum şu cümleler: ”Ne güzel konuşuyorsun” diyorlar, inanma! Ses senin değil, dil senin değil! Kelimeleri sen sıralamıyorsun. Sahibinin tüm bu güzellik... Almak isterse alır. Benim değil duyduğunuz ses! Benim değil aldığım nefes! Sahibinin... İstediği anda almaya kadir olanın. Ses dediğin nedir? Gırtlağına bir tümör musallat ediverir Rabbim, anında kaybedersin. Dil dediğin nedir? Kaslarına bir gevşeklik getirir de Allah, döndüremezsin.’’ demişti ve kalbime ziyadesiyle tesir etmişti. Gerçekten de öyle. Belki aldığımız eğitimlerin ve sürekli radyoda canlı yayında program yapmanın sesin terbiye edilmesi ve konuşmanın serileşmesi noktasında, pratik kazanma hususunda müspet bir tesiri vardır ama neticede her şey dönüp dolaşıp sese geliyor o da hakkın ve hakîkatin dillendirilmesi gayesi ile değerlendiriliyorsa bir kıymet ifade ediyor. Ses ve nefes şükründen aciz olduğumuz paha biçilmez bir nimet...
Tabii ilgilisi ve meraklısı için şunu da eklemekte fayda mülahaza ediyorum; sesin terbiye edilmesi, etkili doğru ve düzgün konuşmanın inceliklerinin öğrenilmesi hem eğitim hem de bol bol pratik gerektiren bir durum. Hitâbet ve diksiyon eğitimleri ile konuşmamızı tekâmül ettirebilir, sesimizi doğru kullanmayı öğrenebiliriz. Bu konularla alâkadar olan, meraklı, istîdatlı ve kendine güvenen arkadaşlarımız varsa her zaman için onlara yardımcı olmaya hazırım…
O günlerden bu günlere geldiğiniz süreçte, neler değişti, kendinizde ve radyo dinleyicilerinde...
Yıllar içerisinde tabii ki çok şey değişti... Eskiden bu kadar çok radyo, bu kadar çok TV yoktu. Bırakın sosyal medyayı internetin bile çok fazla esamisi okunmazdı. Fakat şu da bir gerçek o zamanlar şimdikinden çok daha heyecanlı, çok daha coşkulu, çok daha aktif ve katılımcı bir dinleyici kitlesi vardı. Sesimize kulak verenler ya mektupla, ya faks ile ya da telefonla programlara katılırlar, söyleyecek sözleri, anlatacak hikâyeleri var ise ne yapıp edip seslerini duyururlardı. O günlerden bugünlere gelince belki iletişim imkânı çok genişledi, belki alternatif iletişim vasıtaları olabildiğince çoğaldı ama radyo hâlen kendine has hususiyetleri olan iyi bir yol arkadaşı, iyi bir derttaş, iyi bir sırdaş olarak yoluna devam ediyor. Mesela programınızda kalp işçisi, ruh mimarı, gönül doktoru diye tanımladığınız bir Hakk dostunun hakikatli bir sözünü paylaşıyorsunuz, bu has ve hasbi sözün kimi zaman Batman’dan kimi zaman Antalya’dan, kimi zaman Trabzon’dan, kimi zaman Manisa’dan hatta kimi zaman dünyanın öbür ucundan (ABD ya da Avusturalya’dan) sizi dinleyen bir dinleyicinizin gönül aleminde mâkes bulduğunu görüyor, duyuyor, fark ediyorsunuz. Ahmet Taşgetiren Bey’in de zaman zaman vurguladığı gibi sözümüzü çoğaltmak, derdimize muhatap ve derttaş bulmak biraz da böyle bir şey. Yaptığım işin en güzel kısmı da bu zaten yüzünü görmediğim, sesini duymadığım ama gönüllerinde hoş bir sadâ bırakmak adına kendilerine seslendiğim bir dünya dostumun, kardeşimin, ağabeyimin, ablamın, annemin, babamın olması ve onların kalpten dualarına muhatap olmak. Sırf bu dualar için bile olsa yaparım ben bu işi. Çünkü değer.
“Bir derdim var” diyor musunuz? Nedir, yahut nelerdir?
Genç dergisine röportaj verilir de dertsiz olunabilir, dertsiz cümleler kurulabilir mi? Lütfi Arslan Ağabeyimin kulakları çınlasın, dert adamı söyletir cümlesinin on numara ete kemiğe bürünmüş hâlidir kendileri. Ne mutlu bana ki Mevla karşıma böyle hakiki dert sahibi, derdini seven ve her dem derman aradım derdime derdim bana derman imiş diye derdinin türküsünü söyleyen güzel dostlar ve ağabeyler nasip etti.
Geçenlerde İskender Pala Hoca’dan dinlemiştim: ‘‘Hiç derdim yok diye sürekli mutlu olmayın, kendinize dert edinin. Derdi olmayan insan tehlikededir.’’ diyordu hoca..
Dertsiz olmak, dert olarak yetermiş gerçekten de.
Eee senin derdin nedir kardeşim diyecek olursanız, ben de derim ki;
Madem söz bir emanet, ses bir emanet, bu mikrofonlar bir emanet, o zaman bu emanetin kıymetini bilmeli, hakkını vermeli ve sesime cânı gönülden kulak veren (binlerce)dostuma kardeşime sözlerin ve bestelerin en güzelini, en güzel bir şekilde ulaştırabilmeliyim...
Madem söylenecek sözler, anlatılacak hikâyeler, dillendirilecek dertler var o zaman tüm bunları kalpten kuracağım cümlelerle muhataplarımın kalplerine takdim edebilmeliyim…
Büyüklerimin, hocalarımın, üstatlarımın, dert sahibi dostlarımın kalplere âb-ı hayat katreleri sunan ölümsüz hakikatlerine ses verebilmeli, bu hâzık gönül tabiplerinin ruhlara şifa, gönüllere huzur veren has ve hasbi cümlelerine tellallık yapabilmeli, onların sözlerini çoğaltabilmeliyim…
Eğer bunları başarı ile yapabilirsem kendimi bahtiyar addederim…
Madem söz bir emanet, ses bir emanet, bu mikrofonlar bir emanet, o zaman bu emanetin kıymetini bilmeli, hakkını vermeli ve sesime cânı gönülden kulak veren (binlerce)dostuma kardeşime sözlerin ve bestelerin en güzelini, en güzel bir şekilde ulaştırabilmeliyim...
Hülâsa; Hafız Şirazi’nin ‘’İnsan hayatı bir bestedir ki ardından çalındığı zaman o insan yaşamış sayılır.’’ sözü ve Bâki’nin ‘’Âvazeyi bu âleme Dâvut gibi sal / Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş…’’ ifadesi benim derdimin kısa ve öz tercümesi…
İleriki zamanlar için tasarladığınız projeler var mı? Yeni açılımlar, programlar, ya da bilmediğimiz planlarınız?
Büyüklerimizi, yüz akı ile ahirete göçen ve geride güzel izler bırakan değerlerimizi Hakk’a yürüyüşlerinin sene-i devriyelerinde hasretle, rahmetle, minnetle andığımız, anmakla kalmayıp çok daha iyi anlamaya ve çok daha yakından tanımaya çalıştığımız bir programımız vardı: ‘’İZ BIRAKANLAR’’
Uzun yıllar gerek Moral FM’de, gerekse de Hilal TV’de hazırlayıp sunmaya gayret ettiğim bu programı muhtevâsını zenginleştirerek TV ekranları aracılığı ile çok daha geniş kitlelerle buluşturmayı hedefliyorum… Çünkü şuna inanıyorum; bugünün insanını bir Mahmud Sami Efendi ile, bir Musa Topbaş Efendi ile, bir Üstad Bediüzzaman ile bir Mahir İz ile, bir Abdurrahman Gürses ile, bir Necip Fazıl ile, bir Nureddin Topçu ile ve daha nice nice ölümsüz değerlerimiz ile onların çileleri, mücadeleleri, örnek şahsiyetleri ve güzel halleri ile tanıştırmak buluşturmak gerekiyor.. Bu istikamette yapacağımız programların büyüklerin ayak izlerini takip etme hususunda bir nebze faydalı ve yol gösterici olmasını ümit ediyor, kıymetli okuyucularımızın da bu hususta destek ve dualarını bekliyorum…
Bir de yakın zamanda başlayacak diksiyon, hitabet ve radyo programcılığı eğitimlerimiz var, bu eğitimlerle alâkalı da dualarını ihmal etmemelerini istirham ediyorum.
İlk sayısından itibaren büyük bir heyecanla her ay düzenli olarak takip ettiğim ve radyo programlarımda çokça istifade ettiğim ‘’GENÇ’’ dergimize de bu röportaj vesilesi ile kalpten bir teşekkürü borç bilir, ebedî gençlik derdiyle çıktığı bu zorlu ve çileli yolculukta üstün başarılar ve kolaylıklar dilerim. İyi ki varsın GENÇ!