
Hepimiz değerliyiz. Ve hepimiz alem içinde bir alemiz. Ne ile beslendiğimizin önemi olmazsa, ruhumuz iflas edebilir. Bedenin iflasının garantisi var ahirette, ama ruhun yok. Ruhun temiz, elinde olmadan bedenin iflas ettiyse kaza sigortan karşılanıyor. Ama ruh için ahirette garanti yok.
Ruhunu nelerle besliyorsun? Bu soru, o kadar önemli ki hepimiz için. Maddi vücudumuzun aç kalması ne ise, ruhumuzun da açlığı bir o kadar önemli. Dinimiz, ahlaki düsturumuz, kadim geleneğimiz yüzlerce, binlerce yıldır bunu bize telkin eder aslında. Lakin, bir de insanın bunu tecrübe etmesi, manasını anlaması vardır. Bir musibet, bin nasihatten iyidir sözü, bu konunun yağı şekeri hükmündedir.
Bir sohbet meclisinde bulunmuştuk. Anlatanı da, anlatılanları da çok sevmiş, etkilenmiş, hayatımızda uygulama noktasında sözleşmiştik dostumla. Birkaç gün geçti bu sohbetin üzerinden. Bu birkaç gün içerisinde, kimi görsem; “yüzünde bir rahatlık var, içindeki ağırlıkları atmışsın sanki, konuşman bile değişmiş” gibi cümleler işittim. Çok sevindim. Çünkü kendi kendime bir ahdim vardı. Bu güzelliği, bu saflığı sürdürecektim, kişiliğime, ruhuma yedirecektim. “Şimdiye kadar böyle hayırlı vesilelerle çok karşılaştın, ama adam olmadı nefsin” diye söyleniyordum içimden. “Hadi sana bir fırsat daha” diyordum. İleride mutlaka küçük hatalar yapabileceğimi, ama bu “hal”i değiştirmeyeceğimi telkin ediyordum kendime.
Algılarımız artık anlık değişiyor. Çünkü kitle iletişim araçları, medya, sinema insanlar için bir büyü vesilesi. O sinema salonunun içine girdiğiniz andan itibaren, hayatınızı, kim olduğunuzu unutuyorsunuz. Zaten istenen de, beklenen de bu. Madem ki, böyle bir sanattır sinema. Bizler bu sanattan nasıl besleneceğiz? Bu sanatın hangi ürünlerini, meyvelerini yiyeceğiz? Bu husus çok önemli. Gençler için, yani bizler için katmerli öneme sahip. Etkilenmemek mümkün değil çünkü. Ve bu araçlardan uzak kalmak da öyle. O halde, “iyi” olanı seçme manasında bir gayretimiz olacak. Hep şunu yapıyoruz: Dünyalık işler peşinde, içinde Rabbimizin olmadığı planlar dairesinde cebelleşip duruyoruz. Sonra bir tövbeyle, bir sohbet meclisiyle kalbimizdeki bütün siyah noktaların, arızaların giderileceği kanaatine varıyoruz. Olmuyor! İşte bir filmle darmadağın oluyorsun. Olmamak için, düzenli beslenme önemli. Düzenli olarak gökten beslenmeyi ihmal etmeyeceğiz.
Kaç çeşit yemek yiyebiliyoruz? Ya da, bugüne kadar kaç çeşit yemek yemişizdir? Elli? Yüz? Peki günde kaç reklama maruz kalıyoruz? Üç yüz. Telefona kaç kez bakıyoruz? Altmış kez. Günde kaç saat internetteyiz? Hiç girmiyorum diyen iki saat… Demek ki, bu kadar bağımlıyız. Bütün bu fonksiyonları kalp ve zihin yürütüyor. Bu ikisini bunlarla besliyoruz işte.
Peki sonra?
Sonrası karanlık. İçimdeki hükümet nefis darbesiyle düştü. Oysaki bir film izlemeye gitmiştik. Ne çıkardı ki bir filmden? Çıktı!
Filmden sonra, o sohbet meclisinden kazandığım “hal” gidivermişti işte. Filme, sohbet meclisine beraber gittiğimiz dostumla gitmiştik. “Ne güçlü karaktermiş yahu, onun gibi konuşmaya başladın ha!” diyordu filmden çıktığımızda. Bende bir kabalıktır başladı. Bu yeni halimden hiç kimse memnun değildi. Eskiye geri dönmüş, sorumsuz ve bomboş debelenen bir adam olmuştum. Hemen olmuştum. Hemen. Tabi anladım bunu. Nasıl anlamam? Zaten bilirsiniz, en iyi kendi kendimizi anlarız. Yine geri geldi huzursuzluk. Kendime çok sordum: “Çocuk musun sen? Kişiliğini mi tamamlayamadın?” Yıpratana kadar zihnimi bunu sordum. Mesele bu değildi…
Film deyip geçmeyelim, internet deyip geçmeyelim, reklam deyip geçmeyelim, söz deyip geçmeyelim, hatta kitap deyip geçmeyelim. Hepimiz değerliyiz. Ve hepimiz alem içinde bir alemiz. Ne ile beslendiğimizin önemi olmazsa, ruhumuz iflas edebilir. Bedenin iflasının garantisi var ahrette, ama ruhun yok. Ruhun temiz, elinde olmadan bedenin iflas ettiyse kaza sigortan karşılanıyor. Ama ruh için ahrette garanti yok.