
Türk Eğitim-Sen “okullarda güvenlik sorunu ve çeteleşme” başlığıyla bir anket düzenlemiş. Ankara, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Denizli, Elazığ, Kars, Mersin, Ordu ve Yozgat`ta düzenlenen ankete 780 öğrenci katılmış.
Öğrencilerin yüzde 66’sı sözel şiddetten dert yandıklarını söylüyor. Yüzde 17.5’i ise fiziksel ve doğrudan şiddet mağduru olduğunu belirtmiş. 11.2’si zorla para toplama, yüzde 3.4’ü taciz, yüzde 1.9’u ise şantaj cevabını veriyor.
Ve başka bir tespit: Öğrencilerin 68.2’si `okulda dizi karakterlerine özenen ve onlar gibi davranan öğrenciler var` diyor.
Meslek ve genel liselerde yaşanan tehdit boyutundaki gruplaşmaların Anadolu liselerine göre iki kat fazla olduğu da ortaya konuyor. 9`uncu sınıf öğrencileri daha çok hedef olduğu da çarpıcı bir bilgi olarak karşımızda…
Lise çağındaki bir genç, buluğ çağına girdiği için, her şey gözünde büyümektedir. Hayatının her sahasında, olumlu yahut olumsuz her meseleye, sert reaksiyonlar gösterebilir.
Bunun, öğretmenler, idare ve aileler tarafından iyi bilinmesi gerekiyor. Tabi bu cümleyi bin kez kullanan ve çözüm yolları arayanlar olmuştur. Ancak, daha büyük oynamak gerekiyor. Köklü çözümler sunulmalı. Yani, mevcut liselerin, fiziki şartları, okul saatleri gerekirse değiştirilmeli. Sadece öğrencilerin değil, öğretmenlerin de bu konularda eğitimi gözden geçirilmeli.
Nevzat Tarhan’ın 2004 yılında cnbc-e sitesine “Gençler ve Şiddet” konusunda verdiği çarpıcı bir röportaj:
CALIFORNIA SENDROMU
Okulda şiddet uygulayan çocuklar üzerinde yapılan bir terapide şu uygulanıyor; çocuğa videodan işkenceye uğrayarak acı çeken bir insanın görüntüsü gösteriliyor. Bu şekilde çocuğa kurbanın çektiği acıyı farketmesi öğretiliyor. Günümüzde televizyonlarda saldırganlığı ve şiddeti kanıksatan bir kültür hakim. İşte gençler arasındaki şiddet, bu kültürün sonucu. Suç işleyen çocuklara, pişmanlık duygularını uyandıracak özel eğitimler verilmeli. Bu çocuklara “Sen o acı çeken insanın yerinde olsan, ne hissederdin” soruları yöneltilmeli.. Bu “suçlu” diye nitelediğimiz çocuklar, karşı tarafın çektiği acının farkında değiller.
Aslında ben bu şiddete eğilimin altında, biraz da Hollywood kültürünü görüyorum. Zevke düşkünlük, eğlence ve parasal hedeflerin önemsendiği ve bir dünya görüşü olarak sunulduğu Hollywood kültürü. Bu kültür, kendi çıkarını kutsallaştıran bir kültür. Çocuklar kendi çıkarını ötekinin önüne geçiren bir zihinsel şartlanmayla büyüyor. Ve bir müddet sonra ben merkezci, narsistik eğilimler ortaya çıkıyor. İleri derecede ben merkezcilik, kendini tatmin için bir süre sonra eğlence ve sekse düşkünlük ve yalnızlık olarak kendi gösteriyor. Bu üç belirtinin bir arada bulunması, California Sendromu olarak anılıyor. Özellikle 90 sonrası kuşaklarda çocuklar, para, cinsellik ve uyuşturu ile erken tanıştılar. Yeterli zihni ve ruhsal gelişimi tamamlamadan, ergenliği erken bitirdiler ama olgunlaşamadılar.
Bu tür olayların daha çok büyük kentlerde meydana gelmesinden yola çıkarak, çarpık kentleşme ve sosyo-ekonomik farklılıkların etkisi nedir? Özellikle gelir dağılımındaki uçurumlar, ister istemez toplumu bir kutuplaşmaya doğru götürüyor. Kent yaşamı bireyin psikolojisine nasıl etki ediyor?
Köy kültüründen gelen bir genç, eğer ayakta kalacaksa, hızla kent kültürüne adapte olmak zorunda hissediyor kendini. Olamıyorsa bunun karşılığında umut duygusu gelişmiyor. Umut duygusu ve gelecek kaygısı olmayan bir kişilik çıkıyor karşımıza. Özellikle Güney Amerika’da sahipsiz, evden kaçan çocukların kurdukları çeteler vardır, bunlar çocuğa adaletsizliğe ve fakirliğe karşı belli bir hedef verir.
“Saldırganlık duygusunun ifade edilmesi rahatlatıcıdır. Çocuğa rahatlayacağı başka seçenekler vermezseniz, şiddet uygular. Doğal bir içgüdü olan bu eğilimin mutlaka terbiye edilmesi lazım.”
Ancak şiddetin bir de biyolojik boyutu var. Bir deney var: Dört çocuk bir masaya toplanıyor. Çocuklara beşer tane çikolota dağıtılıyor. Herkese eşit dağıtıldığında, çocuklar çikolataları yiyor ve eğleniyorlar, hiçbir sorun yok. Ama birine 3, birine 5, birine 4 dağıtıldığında çocuklar arasında kavga başlıyor. Düşünün bunlar henüz adalet duygusu, ayrımcılık kavramı gelişmemiş çocuklar. İşte ayrımcılığa karşı tepki, biyolojik olarak da ortaya çıkıyor. Ayrımcılık yapıldığını, haksızlığa uğradığını hisseden isyan ediyor, işte şiddete eğilim.
Suç işleyen bir kişinin psikolojisini daha iyi tanımlamak gerekirse, suç işlemeye nasıl karar veriyor? Çete olgusunu da katarsak, suçun işlenişinde gruplaşma ve planlama ne derece etkili? Suça eğilim, çocuğa nasıl bir aidiyet duygusu kazandırıyor?
Çete alt-kültürü kendi kurallarını koyuyor, bunlara itaatsizlikte ortak tepkileri var, kendi dayanışma etiklerini geliştiriyorlar. Çete içine giren çocuk, aynı zamanda bir cemiyetin içine girmiş oluyor. Kendi çapında da olsa, bir toplumun üyesi oluyor ve büyük toplumdan dışlanma psikolojisi çete içinde tamir edilmiş oluyor.
Çocuk suça karıştığı zaman pişmanlık hissetmiyor, bunu bir doğal hak olarak görüyor, eylemini suç olarak algılamıyor. Çete içinde itibar kazanıyor, onaylanıyor, kabul görüyor ve bu süreç onun aidiyet duygusunu karşılamış oluyor.
“90 sonrası kuşaklar, para, cinsellik ve uyuşturu ile erken tanıştılar. Yeterli zihni ve ruhsal gelişimi tamamlamadan, ergenliği erken bitirdiler ama olgunlaşamadılar”
Medyanın bir diğer olumsuz etkisi; yayını yapılan şiddet filmleri. Bu filmler şiddeti olağan olarak sundukları için, çocuk şiddeti doğal kabul etmeye yöneliyor. Dünyada 15-20 yıldır şiddet fimleri furyası var. Bu tür fimlerin çocuklar üzerindeki etkileri bilimsel olarak yeni yeni saptanıyor. Şimdiye dek, şiddetin hiç bu kadar onaylandığı, bu kadar doğal kabul edildiği bir kültür aşılanması olmamıştı.
Medyanın sorumlulukla hareket ederek, şiddeti onaylamadığını hissettirmesi gerekiyor. Ama medyadan haberi vermemesini talep etmek de olanaksız. Medya pek tabii ki haberini yapmalı ki, halk da böyle olayların gerçekleştiğini öğrenmeli. Ama belki bu konu ile ilgili daha kapsamlı haber analizleri de hazırlanmalı. Kısaca reyting için sansasyonel haber yapmak yerine, belki daha istatistiksel, daha araştırmacı olarak hazırlanabilir. Belki de bu noktada en ciddi risk, mafya dizileri ile çocukların şiddetle tanışması. Bir özdeşim modeli olarak izlediği bu dizilerin etkisinde kalan çocuk, bencilliği, çıkarcılığı, zevkçiliği özümsüyor.