
Macaristan’ın fethi öncesi ülkenin birçok yerine gönderilen dervişler dürüstlük ve insanlıklarıyla tıpkı Balkan şehirlerinde olduğu gibi önce gönülleri fethettiler.
Budapeşte Osmanlı Dönemi’nde İstanbul, Bursa, Edirne ve Saraybosna gibi çok sevilen şehirlerden biriydi ve dedelerimiz tarafından “Nazlı Budin” olarak isimlendiriliyordu. Macaristan’ın fethi öncesi ülkenin birçok yerine gönderilen dervişler dürüstlük ve insanlıklarıyla tıpkı Balkan şehirlerinde olduğu gibi önce gönülleri fethettiler. Kanuni Sultan Süleyman’ın öncülük ettiği Mohaç Meydan Muharebesi’nde elde edilen zaferin ardından Macar Krallığı’na büyük bir darbe vuruldu. Osmanlı ordusu çok geçmeden Budin ve Estergon’u da alarak Tuna’nın doğusundaki hâkimiyetini pekiştirdi. Kanuni Sultan Süleyman kendiliğinden teslim olan Budin’de 13 gün kalırken Sultan yine bir Macar toprağı olan Zigetvar’da ruhunu teslim etti.
Macaristan toprakları 150 yıldan fazla süren Osmanlı hâkimiyeti nedeniyle bizim tarihimizden birçok iz barındırıyor. Bu izlerin en önemlilerinden biri de Budapeşte’ye hâkim bir tepe olan Rojadong’daki Gül Baba türbesidir. Rojadong, Türkçede Gül Baba anlamına geliyor. Budin’in fethinden önce Macaristan’a gelen ve burada can veren Gül Baba, sarığında sürekli güllerle gezen bir Bektaşi dervişidir. Hayatı bir taraftan irşad faaliyetleri diğer taraftan da gazayla geçen Gül Baba’nın türbesi ve bitişiğindeki tasavvuf müzesi bugün Müslümanların yanında Hristiyan Macarlar tarafından da ziyaret ediliyor.
Hamamlar şehri olarak da bilinen Budapeşte’ye hamam kültürünü de Osmanlı taşımıştır. Şehrin en ünlü hamamları olan Veli Bey, Rudas ve Kiraly hamamları Osmanlı döneminden kalma hamamlardır. Sadece hamamlar değil, Macaristan mutfağının vazgeçilmezi olan toz biber de bu topraklardaki Osmanlı miraslarındandır. Hatta Budapeşte’de gezerken birçok yerde “Paprika” adı altında kırmızı biber ve toz biber satıldığına şahit olursunuz.
Kaledeki Balıkçı Tabyası
Başta şehrin en kalabalık caddesi olan Peşte tarafındaki Vaci Ucca olmak üzere birçok yeri turlasam da benim aklım Buda tarafında kalmıştı. Çünkü şehrin gerçek ruhunun Buda tarafında, özellikle de Budin Kalesi ve etrafında dolaştığını hissediyordum. 6 avro verip fünikülere binmek yerine 20 dakika kadar yürüyüp Budin Kalesi’ne çıktık. Birbirinden güzel tarihi evler ve Arnavut kaldırımlı sokaklarla dolu olan Budin Kalesi sizi alıp Orta Çağ’ın gizemli dünyasına götürüyor. Macar Kraliyet Sarayı’na da ev sahipliği yapan kalenin çevresindeki önemli yapılardan biri de tarihi Aziz Matthias Kilisesi. Macarlar için büyük bir manevi öneme sahip olan kilise Budapeşte’ye gelen turistlerin de en çok ziyaret ettikleri yapıların başında geliyor.
Bazı şehirlerin tadına yürüyerek bazı şehirlerin tadına da o şehri uzun uzun seyrederek varırsınız. Tuna’nın kraliçesi Budapeşte tam bir seyirlik şehirdir. Budapeşte’yi hiç gezmeseniz sadece bir tepeden seyretseniz inanın bu bile insanı mutlu eder. Gellert Tepesi’nden sonra şehrin tüm güzelliklerini hiç çekinmeden size sunabilecek bir başka nokta da Budin Kalesi’ndeki Balıkçı Tabyası’dır. Aziz Matthias Kilisesi’nin az ilerisinde olan Balıkçı Tabyası’ndan başta sanatsal mimarisiyle dikkat çeken Parlamento Binası olmak üzere Tuna Nehri’ni ve Peşte Ovası’nı seyredebiliyorsunuz. Şehrin fotoğraflarının en şık çekilebileceği yerlerden biri olan Balıkçı Tabyası’nda ben de saatlerce vakit geçirdim. İçimde hiçbir boşluk kalmayacak şekilde Budapeşte’nin zevkine vardım. Birbirinden görkemli 7 kuleye sahip olan mekâna Balıkçı Tabyası denilmesinin nedeni ise Orta Çağ’da buraya yakın bir balıkçı pazarının olmasıymış. Bu pazarın balıkçıları zamanında şehri savunmada önemli roller üstlendiklerinden onları anmak için buraya bir tabya inşa edilmiş.
Macarların Gulaş Çorbası
Birbirinden farklı tatlara sahip olan Macar mutfağı Osmanlı mutfak kültüründen de bir hayli etkilenmiştir. Leziz çorbalar, güveçler, et yemekleri, lahana dolmaları ve hamur işleriyle ünlü olan Macar mutfağında yerel baharatlar da bol miktarda kullanılıyor. Macaristan’da yemeğe genelde çorbayla başlanır. Budapeşte’ye gidildiğinde Macarların ünlü gulaş çorbalarından mutlaka tadılması gerekir. Bizim haşlamaya benzeyen gulaş çorbasının ününü daha önceden duyduğum için ben de girdiğim ilk lokantada kendime bir gulaş söyledim. Gulaş çorbasını kaşıklarken bizim mutfağımızın Macar mutfağını nasıl etkilediğini de anlamış oldum. Kültürlerin birbirleri üzerindeki etkileri sadece ülkelerin mutfaklarından bile anlaşılabilir. Gulaş çorbasını içtikten sonra kimilerine göre Hunların, kimilerine göre de Finlerin torunları olan Macarlarla aramızda Batılı diğer milletlere göre daha yoğun bir bağ olduğu konusunda artık hiçbir şüphem kalmamıştı.
Tuna Nehri’nde Bir Gece Serenadı
Sabahın erken saatlerinden akşama kadar hiç durmadan gezdiğim Budapeşte’nin asıl mücevherlerini geceye sakladığını nereden bilebilirdim ki? Hava kararır kararmaz etrafı rengârenk bir ışıltı sarmaya başladı. Tuna Nehri’nin kıyısından bindiğimiz bir tekneyle yaptığımız nehir turu Budapeşte’nin gizlenmiş tüm güzelliklerini ortaya seriyordu. Sessizliği bölen nameler geceyi süslerken bu büyük orkestranın içinde her şey bir musikiye dönüşüyordu. Avrupa’nın en iyi ışıklandırılan şehri olarak da bilinen Budapeşte’de gündüz sıradan gözüken her şey gece baş döndürücü bir cazibeye bürünmüştü. Yıldızlar gökyüzünde tutunmaya çalışırken şehirdeki akşamüstü serenadı da hiç durmadan sürüyordu. Teknemiz Tuna’nın üzerinde ilerlerken içimi birden sanki yıllardır bu anı bekliyormuşum gibi bir duygu kapladı. Düşlerimle gerçeklik birbirine karışınca ben düşlerimin tarafına geçtim. Çünkü bir gece vakti Tuna Nehri’nin üzerinde gördüklerimi ancak düşlerime sığdırabilirdim.