Liderliğin, öncü olmanın, toplumlara; kitlelere önderlik etmenin maddi olduğu kadar manevi ve psikolojik boyutları da yok mu? Tabii ki var. Bunu, yine çok kıymetli bir isimle, Doç. Dr. Turgay Şirin’le konuştuk. Konuştuklarımız, aldığımız cevaplar liderliğin sadece bir alanda veya belli kavramlarda değil; hayatın her alanını kapsayan, manevi bir boyutu da olduğunu gösterdi. İlhamı bol olsun...
Hocam insanların liderlikten, öncü olmaktan anladığı sizce nedir? Bu kavramları, bu konu ve makamları sizce doğru biliyor, hakkını veriyor muyuz?
Liderliğin herkese göre farklı bir tanımı olabilir. Ancak ortak bir penceresi de var bu işin: Bu manada liderlik dediğimiz şey; önce insanın kendi gönül dünyasında liderliktir. Çünkü kendi gönül dünyasını yönetemeyen, kendi gönül ülkesine hükmedemeyen, kendi gönül ve beden mülküne hükmedemeyen kişi başkalarına hükmedemez. Yol gösteremez ve kendisindeki hatayı sürekli karşısındaki insanlara kopyalamaya başlar. Hatta bir insan layık olmadığı halde bir göreve getirilirse o insanın kişilik erozyonu başlar. Kişilik problemleri ve nefis hastalıkları başlar. Bizim ruh sağlığı dediğimiz problemlere sebep olur. Bir insanı yok etmek veya mahvetmek istiyorsanız o insanı hazır olmadığı halde bir makama getirin. O kişi orada perişan olur, mahvolur, yok olur. Aşağıdakilere de zulüm olur. O yüzden liderlik önce kendini tanımaktır. “Nefsini bilen Rabbini bilir” sırrınca hareket etmektir.
Önce Nefs Terbiyesi...
İnsanların liderliğin, yöneticiliğin hakkını bugün tam olarak verdiklerini düşünmüyorum. Önce kendi nefis terbiyesini yapmadan ya da kendini tanımayı tamamlamadan doğrudan bir makama getirildiğinde kişinin problemlerine benzin dökmek gibi oluyor. Bu; o kişiye zarar verdiği gibi o kişinin hizmet verdiği yerlere de zarar veriyor. O yüzden yöneticilerin kesinlikle bugünkü tabiri ile yönetici koçluğu, eski tabiri ile lalalık yapması gerekmekte. Eskiden tekkeler bu işleri yapıyorlardı. Nefis terbiyesinden geçmeden, kendisi ile yüzleşmeden herhangi bir görevin kişiye yüklenmemesi gerekir. Bu hem o kurumun, hem de genel anlamda toplumun çöküşüne zemin hazırlayabilir.
Eyvallah. Hocam siz gençlerle de berabersiniz. Peki gençlerde öncü olmaya dair nasıl bir beklenti var?
Gençlerin öncülerden beklediği en önemli şey rehber olmaları, model olmaları. Kendisi model olmayan kişi iyi bir lider de olamaz. Eylem ve sözlerinin tutarlı olması lazım. Kur’an’ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır. (Saf Suresi, 61/2-3)” diye bir ayet var. Normalde Müslüman için bu bir emirdir. Bir Müslüman yapmadığı veya yapmayacağı şeyi söylememeli. İşi söylemek olan insanlar için; lider ve yönetici için ise belki bu yüz kere daha kuvvetli bir farz olur. O yüzden yönetici veya lider pozisyonunda olan insanların söylediği şeylere kendisinin inanması, yapılacağına inanmadığı, ihtimal vermediği veya kendi yapmadığı hiçbir şeyi söylememesi lazım. Bu eskilerin tabiri ile halin kale tesiri olur.
Peki öncülerden gençlerle ilgili nasıl bir beklenti var? Özellikle size yansıyan durumları neler oldu?
Bir şeyi vermeden alamazsın. Almak için vermeyiz biz. Allah için veririz. Muhterem bir büyüğümüzün güzel bir sözü vardı. “Problemini çözdüğün insan senindir” diye. Problemini çözdüğün dediğimizde, “Sen benim için, varsın, saygıya değersin, ilgiye değersin, sevgiye değersin, seni kale alıyorum” demiş oluyorsun. Gençlerin belki de en çok üzerinde durduğu meseledir kale alınmak ve takdir edilmek.
Her şeyin başı aileye çıkıyor ya... Şunu da soralım: Öncü nesil yetiştirme hususunda ailenin etkisi nedir?
Milletçe silaha, topa tüfeğe yatırım yaptığımız kadar aileye ve aile müessesesini kurtarmaya yatırım yapmamız lazım. Eski tabirlerde “Türk’ün töresine, namusuna, dinine saldırmayacaksın” derler. Şu an hepsine saldırıyorlar. Aile müessesesi eşcinsellik vb. akımlar ile yıkılmaya çalışıyor. Dini değerler deizm, ateizm vb. konular ile saldırıya uğruyor. Ve bence asıl beka meselesi, asıl mücadele edilmesi gereken hususlar buralar. Çünkü Türk milletini topla tüfekle sindiremezsin. Ama o milleti millet yapan karakteristik değerler üzerine saldırırsan işte o zaman o toplumu yok etmeye kadar gidebilirsin. Tarihte bunun türlü örnekleri bulunuyor. İbret almak lazım..
Seyisten Liderlik Dersi Aldık
Danışmanlık yaptığım şirketin ilk zamanlarında biz kurumların yöneticilerine bir eğitim yapıyorduk. “Atlarla liderlik dersleri” diye. Yöneticileri aldım götürdüm bir at çiftliğine.
Gittiğimiz çiftlikteki seyis bizim yöneticilere, “Hoop hepiniz kravatlı adamlarsınız. Attan falan düşersiniz, başıma iş açarsınız. Önce hepiniz beni dinleyeceksiniz. Yok öyle yağma” dedi. Ata binme dersi vermeye başladı ama benim açımdan hayat dersi veriyordu. “Şimdi bakın gardaşlar! Ata binmeye geldiniz ama herkes şunu bilecek. Ata binmeden önce nereye gittiğini bileceksin.” dedi. Bu bizim saatlerce anlattığımız vizyon, misyon ilkesi. “Bu hayvan hassas bir hayvandır. Sahibinin ruh halini anlar. Atın üstünde endişeli ve gergin olursan hayvan da endişeli ve gergin olur. Önce sen sakin olacaksın hayvan da sakin olacak.” dedi. Bu demin dediğim hakemetul licam kelimesinde olduğu gibi duyguları kontroldür. Bir panik anında herkes lidere bakar. 15 Temmuz’da yaşadığımız gibi. Cumhurbaşkanımız o günü dirayetle yönetmeseydi çok daha vahim şeyler olacaktı. Herkesin gözü onu aradı...
Seyis devam etti: “Atı yönetmek için onunla uyumlu olmalı.” dedi. Hayvan dört nala koşarken ister istemez ayakları sırtı aşağı yukarı inip çıkıyor. Hayvanın üstüne arabaya oturur gibi oturursan aşağıdan dayak yersin sürekli. O yüzden hayvan sırtı aşağı indiğinde sen oturacaksın. Sırtı yukarı çıkarken sen de kalkacaksın. Dizinle kendini yaylandırarak ata binmek zorundasın. Dört nala koşarken oturamazsın, ayakta durman gerekir. Yoksa at üstünde perişan olursun. Hayvan da “Üstümde yabancı bir varlık var, üstten bana vuruyor.” der ve seni üstünden atar. Uyumlu davranmak zorundasın... O üstünde seni kabullendiğinde seni dinlemeye başlar.
At Ne Kadar Güçlüyse, Sen de O Kadar Güçlü Olmalısın
Ardında diğer bir ilkeyi anlattı: “Atın ipini çok çekerseniz gitmez, çok gevşetirsen durduramazsın.” Yani disiplin ilkesini anlatıyor adam. Ne kadar güçlü bir ata sahipsen o kadar kontrol sende olmalı. Nefis ne kadar güçlü ise insan da bir o kadar güçlü olacak. Nefis kontrolü, güçlü bir ata binmeye benzer. “At ne kadar güçlüyse o kadar hızlı ileriye gidersin ama kontrol edebilirsen... Edemezsen kendi kafasına buyruk gider ve seni üstünden atar” diyor. İpi çok çekme mevzusu da disiplin. Çok fazla disiplin dersen, işin içerisinde insani tarafları unutursan bu sefer insanlar robotik bir şekilde hareket edemezler ve hata yapmaya başlarlar. Çok gevşek bırakırsan işe gelmezler.
“Bakın kardeşim atı terletmeyeceksiniz.” dedi seyis. Atlar laktik asit salgılamıyorlarmış. O yüzden kaslarında yanma hissi oluşmuyormuş. Yorulduğunu bilmiyor hayvan. “At çatladı” dedikleri olay budur. Hayvan koşarken bir anda kasları iflas ediyor ve düşüyor. Onun tek alameti terleme. Terlediğinde hayvan çatlamaya yaklaşmıştır. Bunu iş yerine uyarlarsak, aşırı iş yükü bir müddet sonra insanları verimsiz hatta işten ayrılma, istifaya yönlendirir. Bir kurumda çok fazla istifa oluyorsa orada bir problem var demektir. Memnun olduğu yerden insanlar niye ayrılsın? Bir sıkıntı var demektir.
Gerçek Liderlik Çakalla Kuzuyu İdare Etmektir
Bir kedi ile bir fareyi aynı süt kabından içirmek asıl marifet değil. Gerçek liderlik çakal fıtratlı bir insanla kuzu fıtratlı bir insanı aynı iş kolunda, aynı hizmette çalıştırabilmektir. Fıtrat liderliği budur. Bunun da zirvesi Hz. Muhammed (sav)’dir. Bizim lider modelimiz O’dur. Onun hayatında bu saydığımız ilkeleri, merhamet, var etme ilkesi, vizyon, misyon, uyum vardır. Çocuklarla diz çöküp göz teması kurarak konuşan bir insandan, bir peygamberden bahsediyoruz. O’nun hayatında aile hayatı dahil liderlik ile ilgili her şeyin en güzel örneklerini görmek mümkün. O yüzden gerçek liderlik onun şahsında. Buna Muhammedî insan olmak diyebiliriz.