Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan “Gençlik Bağlamında Din İstismarıyla Mücadele” ismiyle kolektif bir şekilde hazırlanmış yeni bir kitap çıktı. Kitaptaki bir bölümün de yazarı olan DİB Dini Yayınlar Genel Müdürü Dr. Fatih Kurt ile görüştük.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1977 yılında İzmir’de doğdum fakat aslen Erzurumluyum. İlköğrenimimi, ortaöğrenimimi ve hafızlık eğitimimi İstanbul’da tamamladım. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmamın akabinde aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi Bilim Dalı’nda yüksek lisansımı ve Temel İslami Bilimler Bölümü Kelam Bilim Dalı’nda doktora eğitimimi tamamladım. Ayrıca Anadolu Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu ve Sosyoloji bölümlerinde eğitim aldım. Memuriyetimin ilk yıllarında Bursa’da ve İstanbul’da imam-hatiplik yaptım. Konya’da vaiz olarak bulunuşumun akabinde memleketimizin muhtelif bölgelerinde ilçe müftülüğü görevlerinde bulundum ve İstanbul İl Müftü Yardımcılığı görevini yürüttüm. 6 yıl kadar Hac ve Umre Eğitim Daire Başkanlığı yaptım. Son 3 yıldır ise Dini Yayınlar Genel Müdürü olarak görevime devam etmekteyim.
Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan çıkan yeni kitabınız hayırlı olsun. Kolektif bir şekilde hazırlanmış ve uzmanlık alanlarına göre detaylandırılmış bir içeriği var. Siz nasıl yorumluyorsunuz, kitaptan biraz bahseder misiniz?
Öncelikle teşekkür ediyorum. Hayati önem arz eden bir konuyu, din istismarını ve istismarla mücadeleyi, bu istismarın yıkıcı etkilerine karşı gençleri korumaya yönelik yapılması gerekenleri açık ve net olarak ifade eden bir çalışmayla karşınızdayız.
Tarihi süreçte farklı amaç ve yöntemlerle dinin ilkeleri ve kutsalları üzerinden hakikatin istismar edilmesinin pek çok örneğine rastlanmıştır. Din istismarına yönelik bu faaliyetlerde kitleler manipüle edilerek büyük tahribatlara yol açan hadiselere sebebiyet verilmiştir. Dört yıl önce 15 Temmuz’da çok acı bir şekilde tecrübe ettiğimiz hain darbe girişimi, bu tür faaliyetlerin günümüzde de dini inançları olduğu kadar toplumsal birlik ve beraberliği de zedeleyen, tefrika ve anarşi üreten terör örgütleridir. İnsan kaynağı oluşturmada temel hedef kitlesi olarak özellikle gençleri tercih eden bu örgütler, gençlerin saf duygularını, coşkusunu ve enerjisini istismar etmekte; derin hesapların, çıkar tutkularının ve kirli planların ucuz ve masum kurbanları olarak gençleri seçmektedir. Buradan hareketle Başkanlık olarak “Gençliğin Korunması Bağlamında Din İstismarıyla Mücadele” konusunu özel olarak ele almayı uygun gördük.
Kitapta din istismarının tarihi süreçteki görünümlerine, bu istismarı yapan örgütlerin kullandığı teolojik argümanlara değinerek bir altyapı sunmayı uygun gördük. İslam dininin asla şiddet yanlısı olmadığını ortaya koyduktan sonra gençlik ve dindarlık ilişkisini, gençliği yeni dini hareketlere katılmaya iten sebepleri analiz ettik. Son olarak din istismarı konusunda alınacak eğitsel tedbirler ve gençleri bu tür yapılardan korumak üzere atılması gereken adımlardan bahsederek çözüm önerileri üzerinde fikir geliştirdik.
Konunun uzmanları tarafından yazılan yedi ayrı makaleden oluşan bu kitapla din istismarına farkındalık oluşturmak ve aydınlık geleceğimizi oluşturan gençlerimizi bilinçlendirmek temel hedefimizdir.
Din istismarını ve onunla mücadeleyi gençlik bağlamında nasıl ele almalıyız? Bu istismarla mücadele kapsamında ne gibi adımlar atılabilir, nasıl tedbirler alınabilir?
İstismarcı terör yapılanmalarının hedef kitlesi özellikle 15-25 yaş arasındaki gençlerdir. Hedef kitlesi gençler olan bir hareketin çocukları ve gençleri kazanmak için birtakım projeleri hayata geçirmeye çalışması beklenen bir durumdur. Din istismarı kavramı, dini değerlerin birtakım şahsi, siyasi ya da ekonomik çıkarlar amacıyla kullanılmasını ifade ediyor. Bu aslında Müslümanların en kadim problemlerinden de biri. Ta Hz. Peygamber’in vefatından itibaren belirmeye başlıyor ve günümüzde de etkisi devam ediyor. Düne kadar belki Müslümanları kendi içinde meşgul eden bir sorunken, son iki yüzyıldır uluslararası bir boyut kazanmış durumda. İslam dünyasına yönelik birtakım hesapları olan sömürgeci güçler, bu maksatlarını gerçekleştirmek amacıyla bu tür manipülatif söylemleri ve oluşumları maalesef tezgâhlayabilmekte.
Tabii bunun birçok sebebi var; telojik sebeplerden tutun, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlarına kadar. Ama bilinen bir gerçek var ki; ümmetin enerjisini tüketen bu oluşumlardan en fazla etkilenenler gençler. Çünkü gençlik çağı, kimlik oluşumu açısından kritik bir dönem. Aidiyet için adres arandığı, özdeşim için rol model belirlenmeye çalışıldığı, uğruna fedakârlık yapmak için ideal arayışında olunan bir yaş aralığı. Ve gencin din ve kutsal algısında da kendine özgü arayışlarının olduğu bir dönem. Aslında özgün ve sağlıklı bir kimlik oluşumuna hizmet edebilecek bir potansiyel bu ama kontrol edilmediği takdirde çok rahat bir şekilde manipüle edilebiliyor ve istismara müsait hale gelebiliyor.
Uluslararası çıkar savaşlarının figüranı durumundaki “dinî referanslı” hareketleri de bu kapsamda değerlendirebiliriz. Gençler için birer cazibe merkezi konumuna dönüşebilen bu yapıların oluşturdukları “istismar tezgâhını” çözümlediğimiz, doğru okuyabildiğimiz oranda etkili tedbirler geliştirebiliriz ancak. Eğitim, bu tehlikeyi uzun vadeli bir şekilde bertaraf etmenin en etkili yollarından biri aslında. Özellikle gençlik döneminin dinamiklerine uygun bir eğitim, onları her türlü istismara karşı koruyacak bir atmosfer oluşturabilir.
Gençlik yılları bir çelişkiler dönemi; duygusal anlamda bir yandan yalnız kalmayı isterken diğer yandan bir gruba üye olma isteği, endişe ve umutsuzluğun yanında geleceğe dair coşku duyması, bu çelişkili duruşun yansımaları. Diğer yandan, “Ben kimim?” sorusu etrafında yoğunlaşan kimlik kazanma çabası genci meşgul eden önemli bir problemdir. Bu istikrarsızlık ve çatışma durumunda, ergen her ne pahasına olursa olsun bir yere ait olmaya çalışır. Bu arayış sürecinde başta ailesi olmak üzere, okul ve diğer sosyal çevresi kabullenici bir tarzda yaklaşırsa genci kazanabilirler. Aksi halde kontrol dışı çevrelere yönelme ihtimali yüksek olur. Yakın çevresinde ve toplum içerisinde bu arayışına karşılık bulamayan genç, biraz da intikam hırsıyla aykırı söylemlere doğru yelken açabilir. Gencin bu arayışı terör örgütleri tarafından manipüle edilmektedir. Dinî motifli terör örgütlerinin en çok kullandığı algı yönetimi bu aşamada başlar. Örgütler, Müslümanlığın yaşanamadığı bir toplum yorumunu kullanarak önemli bir algı oluştururlar. DEAŞ örneğinde, insanların dini daha özgür yaşama arzusu ile ülkelerini bırakarak çatışma bölgelerine geçmeye çalışmaları, bireysel olarak hissettikleri engellenme psikolojisinin bir ürünüdür.
İstismarcı dinî gruplara yönelimin önlenmesinde en etkin olan husus, bireylerin dinî alanda sağlam ve yeterli bilgiye sahip olmalarıdır. Her seviyeden sahih bir din eğitiminin verilebilmesi ve Kur’an, Sünnet gibi dinin temel kaynakları ile temel öğretilerinin bütüncül olarak gençlere kavratılması gerekmektedir. Bununla beraber gençlerin eleştirel düşünme becerisi geliştirilmelidir. Eldeki pedagojik veriler gösteriyor ki; günümüz insanının en temel eğitsel ihtiyacı düşünme becerisidir. Daha net bir ifadeyle, öğretimde bilgi aktarımı yerine, “düşünmeyi öğrenme” en önemli kazanımdır.
Gençlik çağının en önemli vasfı olan heyecan ve aksiyon, eğer iyilik, adalet, hak-hakikat mecrasına yönlendirilirse coşkun bir rahmete dönüşecektir. Yapmamız gereken, her insanın bir âlem, her varlığın bir ayet olduğu bilinciyle hareket ederek gençleri anlamak ve onlara değer vermektir. Nebevî bir metot ile yaklaşarak, onlarla dost olmak, vakit geçirmek, hayatı paylaşmak, yetki ve sorumluluk vermek ve en önemlisi onlara ufuk açmaktır. Yargılamadan, sorgulamadan, dikte etmeden dertleriyle ilgilenmektir. Onlara, kalplerine iyi gelecek yaklaşımla, sahih bir inanç sunarak onları İslam’ın şefkat, merhamet, hakkaniyet, güzel ahlak ve bir arada yaşama ilkeleriyle tanıştırmaktır.
Sivil toplum kuruluşlarına dini istismar eden örgütlere karşı ne gibi sorumluluklar düşmektedir?
Bu yapılara karşı sivil toplum kuruluşlarının da uyanık olması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Dinimizin temel kaynaklarını referans almayan, kendi kitap ve söylemlerini öne çıkaran, ayetleri, hadisleri yanlış, kendisinin ve örgütün çıkarlarına uygun yorumlayan, şahısları kutsallaştıran ve hakikatin tek kaynağı gibi gösteren, mensuplarını hikâye ve aldatmalarla ümmet birliğinden koparan söylem, kişi ve gruplara karşı daha dikkatli olunması gerektiği açıkça ortaya çıkmıştır.
Sivil toplum kuruluşlarının dini istismar eden örgütlere karşı toplumumuzu, özellikle gençlerimizi din konusunda doğru bilgilendirmek için yaptıkları çalışmalar önemlidir. Bu konuda STK’larımızın Diyanet İşleri Başkanlığımız ile iş birliğini artırmaları, ortak projeler geliştirmeleri faydalı olacaktır. Sahih dini bilgiyi toplumun geniş kesimlerine ulaştırmak için Başkanlığımızı, Din İşleri Yüksek Kurulunu, görsel-işitsel, basılı-süreli yayınlarımızı takip etmeleri ve tavsiye etmeleri yerinde olacaktır. Çünkü istismar edilen kavram ve değerleri hep beraber doğru ve güçlü şekilde yeniden tahkim etmek için çalışmak, bunları istismar edenlere karşı bilinçli olmak hepimiz için inancımız ve geleceğimiz açısından oldukça önemli bir sorumluluktur.
Zira düşünen, konuşan, tartışan, iletişim becerisi ve sosyal zekâ açısından gelişmiş, idealleri olan, entelektüel birikime ve ahlaki olgunluğa sahip; Allah ile ilişkisi itaat ve kulluk, mahlukat ile ilişkisi ahlak ve merhamet, evren ile ilişkisi emanet ve adalet çizgisinde bir nesil ideali olanların gençliği ifsat ve istismara yönelik faaliyetlere karşı; planlı, istikrarlı, yaygın, katılımcı, doğru, ümit veren çalışmalar yapması gerektiği açıktır. Hakikat şu ki; eğer biz onlara medeniyet değerlerine dayalı asil bir kimlik ile engin ufuklar işaret edebilirsek, gençlerin gözlerindeki ışıltı geceyi aydınlatacak, yüreklerindeki heyecan hayata derman katacak, azim ve kararlılıkları geleceğe umut olacaktır.