Yunus Emre Tozal
Mimar Semih Akşeker’in Kuran’da geçen 9 ilkeyi gözeterek yazdığı ‘’Mutlu Ev’’ kitabı, modern insana seslenen önemli bir eser. Adalet, Tevazu, Sadelik, Güzellik, Fanilik şuuru, Mahremiyet, Özgünlük, İktisat ve Hüsn-ü Muhafaza olarak adlandırılan bu başlıklar, bir insanın mutlu olabileceği bir evi hem nasıl inşa edebileceğini hem de inşa edilen bir evin nasıl bir cennet bahçesine dönebileceğini anlatıyor. Kendisiyle küçük bir röportaj yaptık.
Öncelikle “Mutlu Ev” kitabının ortaya çıkış hikâyesini sizden dinlemek istiyoruz. Neden böyle bir kitabı yazma ihtiyacı duydunuz?
Kitabımın “Mutlu Ev” adıyla çıkmasını hiç istemedim, çünkü muhtevasına uygun değildi. Fakat yayınevinin tercihi bu yönde oldu. Ben “Erdemli Şehir” olsun istemiştim, zira kitap mimari ve değerler ilişkisi üzerine duruyordu. Olmadı, kitabın kaderi böyleymiş. Neden yazdığıma gelince; bugünlerde sosyal medyada “mutlu yazar yoktur” diye bir söz dolaşıyor, belki siz de işittiniz. Bu söz bir gerçeği ifade ediyor. Yazar hassas insandır, dertlidir, hal ve gidişten memnun değildir, düzeltmek istiyordur fakat buna gücü yoktur. Geriye yazmaktan başka seçeneği kalmamıştır. Yazar yazmasaydı ölürdü.
Endüstri döneminden bu yana çok hızlı bir yaşam biçimi içindeyiz. Durup soluklanmaya dahi vakit ayıramıyoruz. Yaşadığımız evler bizi nasıl mutlu edebilir?
Mutluluk benim konum olmadığı halde kitabın adı dolayısıyla sıkça soruluyor, isterseniz önce bu konuda birkaç şey söylemek isterim. Adına hikâyeler yazılsa filmler çekilse de mutluluğun adı var kendi yok. Sadece masallar mutlu sonla bitiyor. Hayatı muammalar ile dolu insanın mutlu olmasına zaten imkân yok. Ekmek kaygısı, sevdiğini her an kaybetme korkusu olan bir insan nasıl mutlu olabilir? Mutsuzluk ya da ben kaygı diyorum, bizim ontolojik gerçekliğimiz. Kaygı karşısında eski arifler “insan ümit ile korku arası olmalı” diye bir orta yol bulmaya çalışmışlar. Bugün ne ev ne para ne güç hiçbir şeyin insanı mutlu etmediğini biliyoruz. İnsan sadece paylaştığında kendini iyi hissediyor. Evlerimiz dostlarla paylaşılırsa bizi mutlu eder, yoksa başa bela bile olabilir.
Kitabınızda ‘hayat tarzımızı’ belirleyen değerlerin tüm alanlar gibi mimariyi de yönlendirmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Nasıl bir evde yaşarsak mutlu olabiliriz?
Çağdaş insanın yaşamdan beklentileri ve öncelikleri değişmiştir. Bunu eşyaya verdiği isimlerden bile anlayabiliyoruz. Mesela eski insanlar eve “mesken” diyorlardı, zira evden beklentileri sükûnet idi. Çağdaş insan ise eve “konut” diyor. O evi bir durak gibi görüyor, oraya bir süre konacak sonra çekip gidecek. Modern insan sabitliği sevmiyor, kendini bir yere ait hissetmiyor. Çağdaş insan sükûnetin aksine hareketi, rekabeti hatta kaotik yaşamı seviyor. Sükûnet modern insanın asla tahammül edemeyeceği bir duygu durumu. O kaostan, kalabalıktan, kargaşadan adeta zevk alıyor.
Son yıllarda gençlerin aile ilişkilerinin de zayıfladığı çok tartışılıyor. Bu anlamda bir mimar olarak toplumdaki bu ihtiyaç ve çözüm noktasında neler söylemek istersiniz?
Neolitik dönemde insanlar kalabalıklar halinde yaşıyorlardı. Önce geniş topluluklar, klanlar halinde mekânları paylaşan insanlar son on bin yılda birkaç neslin bir arada yaşadığı büyük aileler biçiminde evleri kullanmaya başladılar. O dönemlerde realite/rasyonalite bunu gerektiriyordu. Ancak dikkat edilirse çağlar içinde hep bir küçülme hep bir atomize olma durumu yaşandığını görüyoruz. Endüstri döneminde ise anne-baba ve çocuktan müteşekkil çekirdek aileler ortaya çıktı. Şimdi de o çözülmeye başladı. Bekâr gençler aileleri ile birlikte yaşamak istemiyor. Yani yine yeni bir küçülme durumu ile karşı karşıyayız. Ne yapmak gerekiyor? Belki çağı, çağdaş insanı hatta uzağa gitmeye gerek yok, evladımızı anlamaya çalışarak işe başlayabiliriz.