
Yavuz Bahadıroğlu, ülkemizde doğru tarih yazan cesur, kalemlerden bir tanesi. Babalarımız bile onun tarih hikayeleriyle büyüdü. Onunla konuşmak zordu. Duruşundaki Osmanlı heybeti, Osmanlı beyefendiliğiyle böylesine bütünleşmemiş olsaydı, daha da zor olacaktı. Neyse ki Bahadıroğlu tüm sorularımıza sabırla ve özenle cevap verdi. Osmanlı`daki gençlik ve toplum hayatı, ders kitaplarındaki yanlış tarih, cumhuriyetin ilk zamanlarındaki hatalar, Filistin… Biz sorduk, tarihi sevdiren adam cevapladı.
izin tabirinizle Genç kime denir?
Genç, öğrenme merakı olan insandır. Gençlik bazı şeyleri öğrenmek için en iyi fırsattır. Bu bazı şeyler bu yaşlarda öğrenilir. Gençlik çağının, öğrenmenin; hem hafıza bakımından hem de biriktirme açısından en iyi çağ olduğunu düşünüyorum. Binaenaleyh gençlik dediğimiz zaman kökleri tarihte olan ya da Yahya Kemal`in deyişiyle, kökü mazide olan ati, gelecek...
Bize Osmanlı`daki gençlikten bahseder misiniz?
Öncelikle aile bağlarının çok güçlü olduğunu belirtmem lazım. Osmanlılar çocukluktan itibaren gençlere çok önem vermişler. Mesela bir yabancı tarihçi İstanbul`da uzun süre kalmış Fransız Ubicini. Bakın neler diyor; “bizde kimse ilgilenmez çocukla ama bu insanlar çok ilgileniyor. İkincisi, çocukları sohbetle eğitmek gibi bir tarzları var. Özellikle sofralar bunun için, hele de iftar sofraları bir eğitim amacıyla kullanılıyor. Belli bir yaşa kadar çocukların söz alma hakları yok. 17 yaşlarına kadar soru sorma hakları var. 17 yaşından sonra fikir söyleme hakları var. Böylece çocukluktan başlayarak gençliğe adımladıkları dönemlerde kendilerine özgüven kazandırmaya çalışıyorlar. Aile içinde ve toplum içinde birey muamelesi görüyor, insan muamelesi görüyor. Böylece çocuğun özgüveni gelişiyor” diyerek hayretini belirtiyor.
Tam da bizde eksik olan şey değil mi?
Evet! Özgüven eksikliği. Bir kendilerine güveniyorlar, iki ailelerine güveniyorlar, üç toplumlarına güveniyorlar. Bizim çocuklarımıza ailede bastırarak, `sen bilmezsin, sen küçüksün` diye azarlayarak zaman zaman, fikir söylemeye kalktığında `sen ne anlarsın` filan diye aşağılayarak, arada bir ense köküne tokat vurarak gidiyor… Böylelikle o genç içine büzülmeye başlıyor, dertlerini konuşmamaya başlıyor, sürekli içine atmaya başlıyor, ürkmeye başlıyor ve tabiatıyla ürkek insan kendini geliştiremiyor. Osmanlı`da gençlerin önemsendiğini söyleyebilirim. Çünkü hayatın geleceği ve gerçeği olarak algılanıyorlardı.
Zamanımızda bir GENÇ için tarihin önemi nedir sizce?
Tarih bilmeyen insan, pusula okuma bilmeyen kaptana benzer. Çünkü hangi kritere göre kendinizi geliştireceksiniz, hangi ölçüye dayanacaksınız? Tarih bir tecrübe tahtasıdır. Bir milletin tarihi; o milletin deneyim ve tecrübe birikimidir. Gençlerin tarih bilmesi, geleceklerini daha rahat inşa edebilmelerini sağlar. Kırk senedir gençlere geçmişten hız, ilham ve ibret dersi almalarını temin için yazıyorum. Zannediyorum bu da oldu.
Tarihi iyi anlamak ve tanımak için hangi yapıtları başucu kitapları olarak tavsiye edersiniz?
İsim isim saymaya gerek yok. Unutacaklarım, alınacaklar olacaktır. Doğru tarihçilerin doğru kitapları diyorum. Çünkü Türkiye`de bir tarih ikilemi var, her konuda olduğu gibi kavram kargaşası var. Bize ders kitaplarının anlattığı tarihle gerçeği arasında büyük farklar var. Aslında Türkiye`nin en büyük ihtiyacı bir tarih açılımı yapmak. Yani tarihi yeniden ve doğru şekilde belgelerin ışığında yazmak…
Okullarda, tarih kitaplarında birçok şeyin yanlış ya da hakikate uygun olmadan aktarıldığından bahsedilir. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Siz daha talihlisiniz. Bizim zamanımızda tarih daha beter bir şeydi. Hele İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi; yürekler acısıydı. Zaten bu ülkede dört sene mühletle Osmanlı ve Selçuklu tarihi hiç okutulmadı. Etiler, Sümerler, Gagavuzlar ve Cumhuriyet tarihi. Arada bin senelik bir boşluk var. Benim okuduğum ders kitabında padişahlar için sarayda gününü zevk ve sefahatle geçiren adamlar, yazıyordu. Hem zevk ve sefahatle günlerini geçirmiş ama bir taraftan İstanbul`u fethetmişler, bir taraftan Viyana kapılarına dayanmışlar, bir taraftan halife olmuşlar. Bir sürü sosyal yapı vücuda getirmişler… `Bunu sarayın dört duvarı arasında kalarak mı yapmışlar?!`
Ders kitaplarında hala yanlışlıklar mevcut mu?
Cumhuriyetin ilk zamanlarında da birtakım şeyler döndü ortalıkta… Ama anlaşıldı ki kendi geçmişini, ninelerini ve dedelerini karalayarak bir yere varmak mümkün değildir. Hala pek çok yanlış var ders kitaplarımızda. Rahmetli Necip Fazıl `Atatürk`ü Samsun`a Vahdettin gönderdi` dedi diye 18 aya mahkûm olmuştu. Şimdi devlet kendisi bunu söylüyor ders kitaplarında. Çünkü bir Osmanlı paşasının işgal altındaki İstanbul`dan elini kolunu sallayarak boğazdan Bandırma vapuruyla geçip istediği sahilde demir atması mümkün değildi...
19 yaşında tahta çıkıp, 21 yaşında İstanbul`u fetheden Fatih Sultan Mehmet`ten bahsedelim biraz. Fetihten, Genç Fatih`ten bahsedelim?
Gerek Fatih Sultan Mehmet`in gerek tüm Osmanlı insanının evvela hedefleri var. Fatih Sultan Mehmet daha padişah olduğu gün, hatta ilk padişah olduğunda, 11 yaşında, İstanbul`u fethedeceğim diye çıktı. Ve onu engelleyen bir figür var: Çandarlı Halil Paşa. Bu o tarihte 70`li yaşlarda son derece deneyimli bir adamdı. Ve Fatih Sultan Mehmet`i engellemek için babasını tekrar tahta çağırdı. Çandarlı hain değildi ama şuna inanmıştı; `Biz Bizans`a saldırırsak tüm Avrupa üstümüze çullanır, devletimizi kaybederiz.` O buna inanmıştı. Fatih babasının vefatıyla tekrar tahta geçtiğinde yine “İstanbul`u fethedeceğim” dedi. Gene aynı adam karşısına çıktı. Son derece tecrübeliydi ama tecrübelerini analiz edemiyordu. Çünkü padişah değişmişti. Ve şöyle bir soru sordu; `Deden alamadı, baban alamadı sen nasıl alacaksın? Sen onlardan daha mı iyi askersin padişahsın?` dedi… Burada Fatih Sultan Mehmet`in cevabı kararlılığın göstergesidir. Dedi ki; “Benim elimin ulaştığı yere, diğerlerinin hayali bile ulaşmaz.” O zaman ikinci engeli çıkardı; “Surları hangi topla yıkacaksın? O büyük surları yıkacak top var mı elinde?” dedi. Padişah dedi ki; “O top bir gün icat edilecek mi, o gün bugündür! O topları ben yapacağım ve İstanbul`u ben fethedeceğim! Çünkü benim adım Muhammed.” Muhammed Peygamber`in müjdesini Sultan Muhammed gerçekleştirecek.
Sünnet-i Seniyye`yi devlet amacı edinen bir Osmanlı başarısından, şimdiki karmaşık başarısızlıklarımıza ne diyeceksiniz?
Hani biz hep kişisel başarı diye o batılı kitaplardan okuyoruz ya, anamız ağlıyor… Şöyle başarılı olacaksınız, böyle başarılı olacaksın… Bu başarı öyküsü bizim hem dini tarihimizde hem milli tarihimizde yeterince var. O bakımdan gençler hem dini tarihimizi yani peygamber hayatlarını, hem milli tarihi derinlemesine okumak zorundalar. Orada aradıkları başarı öykülerini ve nasıl başarıldığını bulacaklar. Bunun öznesi pes etmemektir, vazgeçmemektir, gerilememektir, düştüğü yerden kalkmayı bilmektir. Mutlaka gençlerimizin hedefi, bir hayali, bir ütopyası olmalı ki salt kendisi için yaşamasın; ötekiler için de yaşasın.
İstiklal Marşımızın yazarını bile bilmeyen gençler var. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Çok dert etmeyin, onlar her ülkede var. Bir takım gençler kendilerini parçalarcasına ter dökecek, emek verecek kütüphanelerde kitap koklayacak; öbürü de vur patlasın çal oynasın yaşayacak. Ama bunların arasından çıkmayacaktır etkin insan. İdare eden grup, kütüphanelerde kafa patlatan insanlardır. Avrupa`yı tanıdıkça gördüm ki kütüphaneler dolu, beş katlı yayla evleri, kitabevleri var. Efendim bizim market kasalarında bile rastlanmayacak kadar kuyruk oluyor kitap kasalarında. Onlar okuyorlardır, kütüphaneler dolu, laboratuarlarında ter döken gençler var. Bir de baktık ki Sultanahmet`e gelen o sorumsuz gençler Avrupa`nın özü değilmiş…
Peki ya Türkiye`deki durum?
Türkiye`de de durum böyledir. Etkin grup çalışanlardan hedefe varmak için çabalayanlardan olacak. Ben gençlikten hiç umut kesmedim. Yani gece kulüplerinde günlerini tüketen ya da futbol, kadın-kız uğruna kendini heba eden gençleri de hoş gördüm. Olur, ama öte tarafta böyle sizin gibi çabalayan gençler var.
Umudum da onlar zaten. Onlar Türkiye`yi omuzlayacaklar. Etkin sınıf sadece yöneten de değildir. Üreten sınıf, fikir geliştiren sınıf, teknoloji geliştiren sınıf yine o gençlerin arasından çıkacak. Yoksa bazı arkadaşların ki gibi toptancı bir bakışla baksam `eyvah yandık mahvolduk` nutukları atmaya başlardım ben de.
Yani iyi idrak ile tetkik etmek gerek değil mi?
Evet, analiz etmeyi öğrenmemiz lazım. Özellikle sizin öğrenmeniz lazım. Hayat insan gibidir. Önemli olan doğrunun gücünü arttırmaktır. Yani doğru tarafta durmak… Hani Tevrat da geçiyor; Nemrut Hz. İbrahim i yakmak için bir ateş yakmış -bu tarafı Kur`an`da da var da benim anlatacağım taraf Tevrat`tan.- Bütün develer filler odun taşıyor ama sadece bir karınca su taşıyor. “Sen ne yapıyorsun?” dediler. “Nemrut`un ateşini söndürmek için su taşıyorum” dedi. “Peki, alevler gökleri tutmuş senin taşıyacağın suyla bu ateş söner mi?” Karınca demiş ki, iki cevabım var; 1- Doğru tarafta duruyorum. 2- Elimden geleni yapıyorum. Önemli olan özellikle gençlikte doğru tarafta durmak ve hem kendisi için ailesi için mahallesi için yaşadığı kent için ülkesi için ve tüm insanlık alemi için elinden geleni yapmak…
Osmanlı yaşantısından bahseder misiniz bize?
Hayat, çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemleri diye ayrılır. Bir defa zamanlarını boşa tüketmeyen insanlardı. Evler sohbethane idi, camilerde de sohbethaneler vardı. Yani insanlar çok iyi diyalog kurardı birbirleriyle. O diyalogun da önünü açan şey selamdı. Dünyanın hiçbir yerinde tanımadığı bir insana “Allah`ın rahmeti üzerine olsun” demez kimse ama Osmanlı toplumunda tanısın tanımasın derdi. Hatta yabancılar hayretler içinde; “Devletlerimiz savaşıyor ama bu insanlar bize gülümseyerek selam veriyor” diye anlatırlar. Bu da Peygamber Efendimiz`in “Selamı yayınız” tavsiyesinden kaynaklanıyor. Adam beni tanımıyor ama Allah`ın rahmetini diliyor diye, `nasılsınız?` sorusu ardından geliyor. “Afiyettesiniz inşallah” diye başlarlar ve ondan sonra diyalog devam eder.
Bir takım gençler kendilerini parçalarcasına ter dökecek, emek verecek kütüphanelerde kitap koklayacak; öbürü de vur patlasın çal oynasın yaşayacak. Ama bunların arasından çıkmayacaktır etkin insan. İdare eden grup, kütüphanelerde kafa patlatan insanlardır.
Yani Osmanlı sosyal bir toplumdu diyorsunuz?
Her mahallenin ortasında bir mahalle cami, mahallelerin ortasında da bir Selâtin Cami vardır; yani padişah camisi… Günlük namazlar camide kılınır ama birkaç kişi yarım saat falan önce giderek orada gelenlerle sohbet kaynatılır. Evler bahçeli olduğu için iç bahçeler kadınların egemenlik alanıdır ve insana o kadar değer vermişlerdir ki kapı tokmakları bile erkekler için ayrı kadınlar için ayrıdır. İki tokmak vardır, kadınlar için ince ses çıkarır, erkekler için kalın ses çıkarır ve ev sahibi gelenin kadın mı erkek mi olduğunu bilirlerdi.
Peki size gelecek olursak… Yavuz Bahadıroğlu nasıl bir gençti?
Aynen sizin gibi geveze yaramaz uçarı bir şeydim. Herkes öyle kendisini acayip anlatır ben farklıydım falan diye yok öyle bir şey benim hayatımda. Ben şimdiki gördüğüm gençlerden çok farklı değildim ama bir merakım vardı, o da kitap okuma merakı. Bir de `bu niçin böyle diye` sorardım kendime. Bunu da babamdan kazanmıştım; çünkü babam bana bir şeyi öğüt vermek yerine onu anlatırdı.
Gençliğinizde sizi etkileyen isimler kimdi peki?
Ben pek çok ustayla görüşüyordum, işte benim imtiyazımda o. Talebeliğimde Necip Fazıl`a giderdim. Haftada bir sohbet yaparlardı belirli mekânlarda. Mahir İz, Cemil Meriç Hoca, Minür Süleyman Çapanoğlu… Minür Süleyman Çapanoğlu ben tanıdığımda kördü fakat bilge bir insandı. Yozgatlı meşhur Çapanoğlu ailesinden geliyordu. Bunlar da sohbetler yaparlardı ve ben hepsine yetişemeye, onlardan istifade etmeye yararlanmaya çalışırdım. Çünkü yararlanıyordum. Bunların arasında Cemal Kutay da var. Yakın tarih konusunda fevkalade önemli tartışmalar yapardık. Ben gençtim ama zaman zamanda itiraz ederdim. O da hoşgörüyle karşılar beni dinlerdi ve cevaplar vermeye çalışırdı. İnsan böyle olgunlaşır pişer…
Başka böyle mekânlar var mıydı?
Çınaraltı vardı Beyazıt`ta. Devasa hocalar gelirlerdi oraya ta Edebiyat Fakültesi, Tarih bölümü filan oraya takılırlardı. Sonra Küllük diye bir yer açıldı yine Beyazıt`ta Beyaz Sarayın yanında, oraya takılırlardı. Ben de onlar nerede bende oraya giderdim. Bizden önce benim yetişemediğim dönemde de Meserret diye Cağaloğlu`nda bir yer vardı. Meserrette, Peyami Safalar falan Süleyman Nazifler falan orada toplanırdı. Onlarda bir gençlik yetiştirdiler. Sohbetlerle insan daha rahat olgunlaşır diye inanıyorum ve zaman zaman buna teşebbüs ettim. Şimdiki gençlerimizde öğrenme hevesi kalmamış…