“Kendimi bildim bileli şifa niyetine yazan birisi olarak, ortaokul sıralarında bir öğretmenimin yazdığım bir yazıya acı bir üslupla yaptığı eleştiriden, yani en başından beridir yazdıklarımı hep gizledim. Kendi kalemimden utanarak gizlice yazarak yıllar geçirdim. Aşmam gerektiğini bildiğimden, cesaretimi toplayıp, kendimi zorlayarak birkaç yazımı birkaç kişiyle paylaşabildim.”
Bu güzel, sıcak, ama aynı zamanda insanı hüzünlendiren hasbî cümleler, genç bir kaleme ait. Kardeşimiz, Yazı Atölyesi’ne gönderdiği güzel yazının altına düştüğü uzunca nota bu cümlelerle başlamış. Sonrasında ise, şöyle demiş:
“…Bu sayılı seferlerde gelen yorumlar cesaretlendirse de beni, ne zamandır yorumunuzu almak için düşünür dururum. Ama ona da cesaret edemedim ne yazık ki.”
Neyse ki, kardeşimiz en sonunda bu cesareti bulmuş. İyi ki de bulmuş. Yoksa, böyle güzel yazabilen bir istidattan haberimiz olmayacaktı.
Onun bu cesareti bulmasında, geçen yaz içerisinde gerçekleşen Genç Medya Okulu’nun hissesi var. Kardeşimiz, ona katıldıktan sonra, “Adımın yazılmasına hala cesaretim olmasa da samimiyetiniz ve hassasiyetinizden güç olarak yorumunuzu almak istedim” diyerek, nihayet yazısını bize göndermiş.
Mektup, hasbî ifadelerle uzayıp gidiyor. Meselâ yazı tarzı için şöyle diyor kardeşimiz:
“Sürekli etrafını izleyen, gördükleriyle dertlenip derman niyetine yazmaya çabalayan birisi olarak yazdıklarımı, deneme yahut kendimle sohbet tarzında yazılar olarak nitelesem de bize öğretilen edebi türlere benzetmekte zorlanıyor ve bir sınıfa sokamıyorum bazen.”
Yazısı kadar başarılı bu uzunca kıymetli notun, ancak az bir kısmını buraya alabildim. Çünkü yerimiz sınırlı, ancak bu aldığım kısımla ilgili birkaç ilave nota imkânımız var.
Öncelikle şunu ifade edelim. İlk paragrafta görüldüğü gibi, genç kalemlerin ortaya koyduğu çabaya dair değerlendirme yaparken, dikkat ve rikkat şart. Yüz yaşında çam ağacını on balta darbesiyle yıkamazsınız, ama aynı çekirdeğinden henüz çıkmış bir fide halinde iken onu küçük bir parmak sillesiyle bile kırabilirsiniz. O yüzden öğretmenlerin de, başkalarının da, bizim gibi daha yaşlı kalem erbabının da dikkat etmesi gerekiyor. İlk yapıp en mükemmeli yapmak peygamberlere has bir mucize; bizler hayat yolunda yapa yapa öğreniyoruz, deneye-yanıla doğruyu buluyoruz, yaza yaza yazar oluyoruz. Bu yolda elbette yol göstermeler olacak, yanlışlar ve eksikler elbette söylenecek; ama doğru üslupla, kırmadan ve yıkmadan.
Ama şükür ki kardeşimiz, bu sebeple yazdıklarını saklasa da, yazmaktan vazgeçmemiş. Buradan da, kırıcı eleştiri yola engel koysa da, yine de yürümeye devam edebiliriz dersini çıkarıyoruz. Okuyan olarak biz eleştirimizin üslubuna dikkat etmeli, yazan olarak ise eleştiriye rağmen yola devam edebilmeliyiz. Yazdığımızın bir değer taşıdığına inanıyorsak, kendimizde yazmaya dair bir kabiliyet ve iştiyak buluyorsak, yapıcı olmayan eleştiriler bizi yolumuzdan alıkoymamalı; cesaretle yürümeliyiz. Zaten sıklıkla söylediğim bir şeydir: Yazarlar, gayet cesur insanlardır. Yazmak, büyük cesarettir.
Üçüncü bir not olarak, kardeşimiz yazdıklarını belli bir edebî kalıbın içinde tarif etmekte zorlandığını ifade ediyor. Açıkça söyleyeyim; doğrusu da budur. Kalıplar, hepten değersizdir demiyorum; ama aslolan bizim paylaşılmaya değer bir düşüncemizin olması ve bizim bunu en iyi biçimde ifade edebilmemizdir. Bunu kimisi şiirle yapar, kimisi hikâye, kimisi denemeyle. Ve bazımız bunu hikâyeyle yaparken şiirin imkânlarından da yararlanır, bazımız denemeyle yaparken hikâyenin de imkânlarını kullanır. Dilin, edebiyatın, edebî tarz ve kalıpların gelişmesi de böyle gerçekleşir zaten. O yüzden kalıplardan öğrenmeliyiz, ama onların mahkûmu olmaksızın…